Fevzi Kavuk'un ölüm haberini gazetelerde okudum. Onun ölümü üstüne yazı yazması beklenecek kişi ben değilim. Çünkü her nedense ve her nasılsa onunla hiç tanışmadık. Fevzi Kavuk denince insanın aklına Bursa'nın Müşküle köyü gelirdi. Oraya gitmek de bana hiç nasip olmadı - belki yolum düşmüş olsa Fevzi Kavuk'la da tanışabilirdim.
Tanımadığım, son yıllarında ne yaptığını bilmediğim Fevzi Kavuk'un ölüm haberini alınca içimden oturup böyle bir yazı yazmak geldi. Bunda, şu yaşadığımız günlerde Türkiye'deki -hattâ dünyadaki - "güncel" denecek olayların sevimsizliği de rol oynuyor olabilir; ama bundan önemlisi Fevzi Kavuk adının zihnimde bir "simge" olarak yer etmiş olması.
Yaşım gelip de ilk kez oy kullanabildiğim seçim 1965 seçimiydi. Oyumu Türkiye İşçi Partisi'ne vermiştim. Benim sosyalist olmamla İşçi Partisi'nin de Türkiye siyasetine girmesi eşzamanlıdır. Böylece oy kullandığım ilk seçimde kazanmasını gerçekten istediğim (ama tabii beklemediğim) partiye oy vermiş oldum. 1969'da çok daha azalmış bir beklentiyle, bunu bir daha yaptım. O zamandan beri, her seçimde, "varolan koşullarda kötünün en iyisi x olabilir" diye hesap yapıp öyle oy kullandım. "Bağlılık" duyduğum bir parti olmadı - ya da hiç oy vermedim.
Benim bağlılık duyduğum, 1965'te genel seçime giren ve ("milli bakiye" denen seçim sistemi sayesinde) on beş milletvekili çıkaran TİP ilk ciddi kongresini 1964'te yapmıştı. Orada seçilen Genel Yönetim Kurulu üyeleri arasında Fevzi Kavuk'un bulunmadığını hatırlıyorum, ama yanılmıyorsam 1965'te milletvekili adayıydı. 1967'de, Malatya Kongresi'nde GYK üyeliğine seçildi. TİP'in ünlü yüzde elli bir, yüzde kırk dokuz, "emekçi/aydın" kotaları vardı ve Fevzi Kavuk, bir "köylü" olarak, "emek kotası"nda yer alıyordu. 1967 Kongresi'nde MDD kavgası başlamıştı. TİP'in geri kalan ömründe de sürdü. 1969'daki üçüncü kongrede bu gene vardı ama Sovyetler Birliği'nin (Varşova Paktı peleriniyle) Çekoslovakya'yı işgal etmesi bütün sorunları gölgede bırakmıştı. Kongre'yi Aybar'ı destekleyenler kazanırken Fevzi Kavuk da onlardan biri olarak yeniden seçildi Genel Yönetim Kurulu'na.
Bu kongre parti içindeki anlaşmazlıkları bitirmedi ve Kongre'nin üstünden bir yıl geçmeden Aybar partiden istifa etti. Bundan sonra ve 12 Mart'tan önce - TİP bir kongre daha yapabildi. Orada da Fevzi Kavuk seçildi.
Yönetim Kurulları'na "emekçi kesim"den seçilen Fevzi Kavuk bütün bu "teorik" tartışmalarda ağzı laf yapan biri değildi. Bilindiği gibi, sosyalizmi benimsemesinde Nâzım Hikmet etkili olmuştu. Sosyalizmi ondan dinledikleriyle benimsedikten yıllar sonra Türkiye İşçi Partisi adında bir parti kurulunca hemen kaydolmuştu bu partiye. Ama şimdi hayal meyal hatırladığıma göre Aybar'ı ve bazı başka TİP'lileri bundan önce de tanımıştı. Çünkü o yıllarda Müşküle köyünü hep işitir, kendi gözümüzle görmüş olmasak da bir "sosyalist" köy olarak bilirdik. Bunu gerçekleştiren de tabii Fevzi Kavuk'tu. Kongrelerde teorik konuşma yapmazdı ama yerel ölçekte kiminle neyi nasıl konuşacağını bilen biriydi. Ayrıca, kendi hayatı, savunduğu düşünceye inandırıcılık kazandıran bir hayattı.
TİP'li olarak geçen hayatında Fevzi Kavuk pusula olarak Mehmet Ali Aybar'ı benimsemişti. Aybar'ın çeşitli yerlerde böyle ondan şaşmayan taraftarları vardı. Bunları yazarken şimdi aklıma Gaziantep'ten Reşit Güçkıran geliyor örneğin...
Evet, Fevzi Kavuk'un kendisini tanımadım, ama, dediğim gibi, adı bir simgedir; altmışlı yılların sosyalist mücadelelerinde mütevazı ama yerinde sağlam duran bir kişiliktir: Bir "nirengi" gibi bir şeydir.
Onun için de, ölüm haberi, onu tanımayanda bile, bir burukluk yaratıyor.