Murat Belge

19 Ekim 2018

“Durum devam ediyor”

Hırsızla uğursuzla iş tutabilirsiniz, tek Amerika’ya zarar gelmesin

Teknik anlamda kanıtlanmadığı halde, Kaşıkçı’nın Konsolosluk’ta öldürüldüğü konusunda herkes olayın böyle geçtiğine inanmış görünüyor. Kanıt bulunduğuna dair söylenenler, ima edilenler de var (“ses kaydı”na kadar) ama herhalde anlaşılır nedenlerle, henüz resmen açıklanmış bir şey yok. Öldürüldüğü bir olguysa, girdiği yerden çıkmadığına göre cesedinin ne olduğu kendini hemen duyuran bir merak konusu. Bunun akla getirdiği ihtimaller de mide bulantısı dozunu adamakıllı yükseltiyor.

Orta Doğu’da ne, niçin olur, anlaması epey zordur. Zaten “anlamak” aklî bir işlem gerektiriyor; oysa dünyanın bu yöresinde olan şeyler ya “akli” değil ya da bizim bildiğimizden epey farklı işleyen bir aklın ürünü.

Kanıt (henüz) yoksa da, bunun bir cinayet olduğundan kimsenin şüphesi yok, demiştim. “Cinayet”se veliaht Muhammed Bin Salman’ın bilgisi dışında bir olay olabileceğine inanan kimse de yok. Nitekim olayda adı geçen kişilerden bazılarının Veliaht’la ilişkilerinin yakınlığı biliniyor ve yazılıyor.

Veliaht Suudi Arabistan’da yenileşmeyi, dünyaya açılmayı v.b. temsil eden kişi. Şimdiye kadar dünyadan da bu özelliği nedeniyle alkış almış biri. Cemal Kaşıkçı da bunları alkışlayanlardan biri. Öyleyse?..

Veliaht’ın bu modernleşme sürecinde şimdiye kadar gösterdiği en büyük başarı, kadınların yanlarında bir erkek olmaksızın otomobil kullanmalarını serbest bırakması! Bu Arabistan gibi bir yerde, “modernleşme” falan gibi işlere kalkıştığımızda, nereden başlamak durumunda olduğumuzu gösteriyor. Kaşıkçı da, girişimin isabetini alkışlarken, değişimin hızını ve özellikle üslubunu eleştiriyor. İşte size paradoks; koca Veliaht, memleketi demokratikleştirecek değişiklikler yapmaya karar vermiş, yapmaya başlamış bile; sen kimsin, ne haddine hanedanın Veliaht’ını eleştirirsin? Üstelik Veliaht sana “gel ülkene , uslu edepli yazılar yaz” demiş, davette bulunmuş. Sen gelmeyeceğini söylemişsin –yani etki alanının dışında durup eleştirmeye devam edeceğini bildirmişsin!

Peki, Kaşıkçı’nın “demokrasi” anlayışı nerede başlıyor, nerede bitiyor? Cemal Kaşıkçı epey bir süredir Müslüman Kardeşler örgütünün görüş ve tavırlarına yakın bir kişi (New York Times’da Hubbard ve Kirkpatrick imzasıyla çıkan yazıdan epey bilgi edinmek mümkün -16 Ekim Salı günkü sayısında-) Afganistan faciası başlarken Usame Bin Ladin’le tanışmış ve onu çok sevmiş ama Usame İslami teröre başlamaya karar verince araları açılmış. Belli ki, Kaşıkçı Batı’ya da fazla sevgi duymuyor.

Yani, Kaşıkçı öyle “ya ak ya kara” bir adam değil. Onu tanımlamak için ne söylerseniz (örneğin “İslamcıdır” dediniz) hemen arkasına bir “ama” getirmeniz ve birkaç “kayd-ı itirazı” saymanız gerekiyor. Aslında bu da Orta Doğu’ya özgü bir karakteristik. Burada Cemal Kaşıkçı’ya benzeyen çok kişi var. Öyle çok kişi olmasına rağmen, “ya aktır, ya karadır, ortası olmaz, karşımı olmaz” ideolojisi egemen ideolojidir. Bireyler, hiç değilse bazıları, “öyle de olabilir, böyle de olabilir” dese dahi, fiili iktidarlar işi kendi yarattıkları katı kurallardan vazgeçmezler.

Örneğin Suudi Arabistan Müslüman bir devlettir. Mısır’ın da resmi dini İslam’dır. Ama bu iki ülke birbirinden epey farklıdır. Çünkü İslam dinini yorumlamaları farklıdır. Arabistan Vahabi’dir. Kurulduğu günden bugüne Suudi Arabistan’ın “kariyer”ine baktığımızda bunun nasıl bir yorum olduğunu anlarsınız. Öte yandan, Müslüman Kardeşler İslamiyet yorumundan da ayrılır. Ama söz konusu “birikim”lerin hiçbiri İslam’ın farklı yorumları olabileceğini kabul etmez. Fiili, somut gerçeklik düzeyinde başka türlüsü mümkün olmayacağı için bunun böyle olduğunu de facto kabul etmiştir. Ama teorik, ideolojik düzeyde kabul etmez. Mümkün olan tek yorum vardır, bu da onun uyguladığı yorumdur.

Resmi düzeyde her şey mutlakiyetçi bir yaklaşımla bir yerlere yerleştirilirken bireysel düzeyde de Cemal Kaşıkçı gibi “kurala uymayan” ya da bir disipline bütünüyle teslim olmayan bireylerin çıkışı nasıl açıklanır? Bu aslında ideolojilerin mutlaklaştırıldığı her yerde olabilir ama Orta Doğu’da daha çok olur. Çünkü burada, bölge içinde “tartışılmaz doğru” olarak kabul edilmiş, (“ettirilmiş”) şeyler dünyanın birtakım belirleyici yönelişlerine ters düşmektedir. Kaşıkçı bu “arada kalmışlık”ın da tipik bir ürünüdür.

Görüldüğü gibi, Orta Doğu’nun bugün vardığı nokta da, “gamalı ideoloji”, “amalı ideolojiyi” yok etti.

Riyad’da hazırlıkları süren toplantıya katılacakların birer birer “Ben gelmiyorum” haberi göndermeleri, dış dünyanın bu olaya nasıl baktığını gösteriyor. Suudi Arabistan birtakım biçimsel “kabul edilebilirlik” çerçevelerini de parçaladı. Suudi Arabistan bildiğimiz Suudi Arabistan… Kaşıkçı öldürülünce mi anlamak gerekir, Riyad’a gitmenin yakışık almayacağı?

Ama öyle oluyor çünkü Suudi Arabistan aynı zamanda zengin. “Zengin” deyince de akan suların hiç değilse bazıları akmaktan vazgeçiyor.

Nitekim ilk sinyallerden biti Trump’tan geldi. Silah satışına devam. Şu kadar milyona satmamak, Amerika’ya zarar verir. Git gide yayılan yeni “ahlak” sisteminde “Amerika’ya zarar” gibi bir söz her şeyi biçimlendirebiliyor; hırsızla uğursuzla iş tutabilirsiniz, tek Amerika’ya zarar gelmesin.

Üstüne üstlük, Veliaht iyi bir adam: Bakın onun sayesinde kadınlar otomobil sürüyor.

George W. Bush “rogue state” tamlamasını icat etmişti. Amerika’nın (ve Başkanı’nın) hoşuna gitmeyen ülkeler “rogue” oluyor, onlar “rogue” (haydut) olunca da Amerika’nın dünyanın yüce adalet divanı rolüne girerek onları cezalandırması meşruiyet kazanıyordu. Şimdi Trump, “rogue killer” diye bir deyim icat etti. Bunlar kendisini “rogue” olmayan bir devletin içinde yer bulmuş kötü niyetli adamlar ve kendi kafalarına göre davranabiliyorlar. Böylece Trump, Arabistan’a bu zor zamanda (bu kadar zorlaşacağı anlaşılan hesaplanmamıştı) bir can simidi atıyor. Hani o dolap kapısı açan, etajer sürgüsü çeken konsolos vardı, onun gibi birkaç kişiyi suçlu ilan edin de siz aradan sıyrılın demeye çalışıyor.

“Buna kim inanır” diyebilirsiniz. Haklısınız ama başından buna ikna olmaya hazır olanlar inanır.