Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Selahattin Demirtaş’la ilgili kararını açıkladı. Tahmin edileceği, beklendiği gibi Selahattin Demirtaş’ın tutuklu bulundurulmasının hukuka aykırı olduğuna karar verdi.
Bunun üstüne Tayyip Erdoğan da Selahattin Demirtaş’la ilgili kendi kararını açıkladı ve “AİHM bizi bağlamaz” dedi.
Erdoğan ve AKP “yargı bağımsızlığı”nı ortadan kaldıran ve yargı mekanizmasını iktidarın muhaliflerini cezalandırmakla görevli bir “departman” haline getiren düzenlemeleri yapalı beri çeşitli mahkemelerden çıkan kararların belki hepsi, AİHM’de ele alınsa, benzer sonuçlar görülecektir. Çünkü özellikle “traji-komik” darbe girişiminden bu yana Türkiye’de hukuk, yolunu dünya hukukundan ayırdı. “Hukuk” demeye imkân bırakmayan bir üslupla çalışıyor. Doğal olarak bu “kendi başına” özellik ilkin siyasi davalarda kendini gösteriyor; ama buradan başlayan yeni “anlayış” her yerde egemen olmaya başlıyor. Konu ne olursa olsun asıl belirleyici etkenin iktidara yakınlık ya da uzaklık olduğu bir aşamaya girdik.
Bu sürecin temelinde de, “AİHM kararı bizi bağlamaz” diyebilen zihniyet yatıyor.
Bu bir “önerme”; bir hüküm bildiren bir beyan. Peki doğru mu? “Nesnel gerçeklik” dediğimiz şeye uygun mu?
Değil.
Çünkü Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği ile belirli bir ilişki içinde olabilmek için AİHM’in bağlayıcı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Biz de zamanında o ilişkiyi seçmiş ve böyle bir taahhütte bulunmuşuz. Ayrıca, bizim anayasamızda da, dünyadaki pek çok “anayasa”da olduğu gibi, uluslararası hukukun ulusal hukuktan üstün olduğu kabul edilmiştir. Maddesi de var.
Yani Tayyip Erdoğan’ın “Bizi bağlamaz” sözü, eldeki veriler çerçevesinde, nesnel gerçekliğe uymuyor. Bu, alışılmadık görülmedik bir durum değil. Tayyip Erdoğan’ın söylediği pek çok söz, gerçekte olan değil de, Erdoğan’ın olmasını istediği dünyayı yansıtıyor.
“Nesnel gerçeklik” dediğimiz şeye uymuyor ama onu bir biçimde değiştirebilir. Tayyip Erdoğan bu ülkenin verili yasaları çerçevesinde seçilmiş başkanı. “AİHM kararı bizi bağlamaz” diyorsa ve bu önermenin sonuçlarını göğüslemeye de kararlıysa, buna karşılık Avrupa’nın “Buyurun, bildiğiniz gibi yapın. Ama artık Avrupa’nın –‘Birlik’ ya da ‘Konsey’- bir parçası değilsiniz” mealinde bir cevap vermesi beklenir. Bu da Türkiye-Avrupa ilişkisini kesecek, yani değiştirecek bir şey olur.
Ve Türkiye dünyadan koparak yoluna devam eder. Bu “kopma” gibi yolun devamında olacaklara da Tayyip Erdoğan karar verir.
Avrupa böyle bir cevap verir mi? Bunu bilemem. Önümüzde birçok bakımdan bir hayli daha fazla çarpıcı bir olay var: Kaşıkçı cinayeti. Başta Donald Trump, dünya bu olaya hukukun ve vicdanın gerektirdiği tepkiyi gösteriyor mu?
Yeni bir “politikacı” tipinin bilinen, yıllardır uyulan kurallarla birlikte bütün bir insanlık tarihinin süzüp damıttığı değerleri de yıkıp gittiği bir döneme girdik. Bu politikacıların kendi tanımladıkları “çıkar”lara göre verdikleri kararlar, değerlerin bazen yanından, bazen de üstünden geçiyor. Onun için, bu somut siyasi konjonktür içinde kim ne düşünür, ne yapar, önceden kestirilebilir olmaktan çıktı.
AİHM’den gelen bu karardan sonra, usûl gene Türkiye’de bir mahkemenin Selahattin Demirtaş’la ilgili bir karar vermesini gerektiriyor. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı da “Bizi bağlamaz” diyerek, bu kararın nasıl çıkmasını istediğini belirtmiş oldu.
Bu koşullarda bekleyip görmekten başka bir eylem biçimi görünmüyor.