Murat Belge

25 Ekim 2021

Celal

Tayyip Erdoğan, memleket içinde olan birçok şeye sinirleniyor. Erdoğan’ın sevmediği muhaliflerin sayısı artıyor. Elçiler “Kavala hapisten çıksın” dedi diye Tayyip Erdoğan, Kavala’yı çıkaracak değil elbette. Görüldüğü kadarıyla elçileri Türkiye’den çıkararak yapacak yeni hamlesini. Tayyip Erdoğan diplomatik dehasıyla dış politikanın altını üstüne getirdi.

Tayyip Erdoğan bugünlerde çok sinirli. “Bugünlerde” mi dedim? Yok, “bugünler” değil, ne zamandır çok sinirli. Bir felaket geçirmiş insanlara çay paketi atarken sinirli değil, hatta gülümsüyor. Ama arkasından hemen, yeniden sinirleniyor.

Memleket içinde olan birçok şeye sinirleniyor. Çünkü memleket içinde muhalifler var. Tayyip Erdoğan bundan hoşlanmıyor. Dahası, bu muhaliflerin sayısı artıyor. Büsbütün sinir bozucu bir durum. Meral Akşener üstüne vazife olmayan yerlerle gidiyor, insanlarla konuşuyor. Tabii iktidar militanları saldırıyorlar. Meral Hanım da bunu eleştiriyor. Tayyip Erdoğan hemen orada bitiyor. “Bunlar daha senin iyi günlerin.  Bak, daha neler olacak” diyor. Kılıçdaroğlu memurlara “yasaya uymayan metinlere imza atmayın” diyor; Tayyip Erdoğan fena halde sinirleniyor.  Onun memuruna kim, ne hakla böyle tavsiyelerde bulunabilir?

Memleket içinde her gün böyle bir dolu olay oluyor. Koskoca Cumhurbaşkanı, Boğaziçi’ne rektör atayamıyor, hadise çıkmadan! Tabii yığıyor polisi. Ama bu işler olurken “dış dünya” da rahat durmuyor ki. İşte son numara: elçiler. Kimi Avrupa Birliği içinden, kimi dışından, onu bir araya gelmiş, “Osman Kavala serbest bırakılsın” diyor. Osman Kavala bırakılsın mı, bırakılmasın mı, bırakılırsa ne zaman bırakılsın, bunları Tayyip Erdoğan bilir.  Elçilere mi kalmış bu konuda ahkâm kesmek. Bir kere Türk adaleti bağımsızdır ve Allah’a şükür millidir;  onun için, elin elçisinin değil, kendi Cumhurbaşkanı’nın dediğini yapar, onun istediğine kulak verir.

Arada bazı can sıkıcı sorunlar var; muhtemelen bunlar da Tayyip Erdoğan’ın sinirlerini bozuyor. Örneğin şu AİHM. AİHM efendi efendi kendi işine baksa, ne bileyim, Avrupa içinde kimin kime borcu var, filan, böyle işlerle ilgilense, Tayyip Erdoğan sinirlenmezdi. Dönüp bakmazdı bile. Ama AİHM kalkmış, Kavala davası hakkında, Kavala’nın serbest bırakılması hakkında hüküm veriyor. “Bu nasıl bir terbiyesizliktir?” İş bununla da bitmiyor. Çünkü vaktiyle vahim bir yanlışlık yapılmış, Türkiye’de “hukuk” aygıtının AİHM kararlarına uyacağı taahhüt edilmiş. Tabii bu, Tayyip Erdoğan iktidarına “Şöyle yap, böyle yap” denmesine cevaz vermiyor, vermemeli. Gene de bir pürüz. Geçmişte de benzer bir şeyler olmuştu. Tayyip Erdoğan “Biz de hamlemizi yaparız” demişti. Demiş ve hamlesini yapmıştı. Bir şey de olmamıştı. Ama şimdi elçiler olaya karıştı.

Onlar “Kavala hapisten çıksın” dedi diye Tayyip Erdoğan, Kavala’yı çıkaracak değil elbette. Görüldüğü kadarıyla elçileri Türkiye’den çıkararak yapacak yeni hamlesini.

 ***

Evet, içinde bulunduğumuz durum “kritik” gibi kelimelerle anlatılabilir. Talepte bulunan elçiler öyle dünya siyasetinde varlığı hafife alınacak ülkeler değil. Onlar sınır dışı edilirse o ülkelerde bulunan bizim elçilere de yol görünür. Bu iş burada kalmaz bence. Avrupa Konseyi’ne de “dışarıdan” bakacağımız günler yakındır. Diplomatik ilişkilerini koparacak daha başka ülkeler de sıraya girebilir, çünkü Tayyip Erdoğan diplomatik dehasıyla dış politikanın altını üstüne getirdi. Buradaki durum da, “ekonomik dehasıyla” ekonomide, “hukuki dehasıyla” hukukta yarattığı durumdan çok farklı değil. “Uçuracağım” dedi, “uçurdu”.

Dışişleri Bakanlığı’nın Tayyip Erdoğan’ın bu “persona non grata” politikasından vazgeçmesi için çok çaba harcadığına dair söylentiler dolaşıyor. Zaten ne zamandır siyasi kararların nasıl verildiği hakkında hiçbir fikrimiz ya da bilgimiz yok. Olanlara baktığımızda, bunların gerisinde bizim tanımadığımız bir mantığın işlediğini görebiliyoruz. Örneğin şu son faiz düşürme kararı ne gibi bir sonuca varmak üzere verildi? Bunun bir mantığı olduğunu düşünen ve mantığın neye dayandığını açıklamak üzere birtakım gelecek senaryoları yazanların söyledikleri yapılan işin “akılcı” bir politikaya zemin hazırladığını göstermiyor. Bunların daha da “akıldışı” olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, eldeki konuya dönecek olursak, bu “on elçi” sorununun nereye varacağını kestirmek mümkün değil.  Daha doğrusu şöyle:  Bakanlık’ın bir çabası var mı, yok mu, büyük bir ihtimalle bilmeyeceğimiz, çünkü Türkiye’de böyle şeyler artık açıklanmıyor ve bilinmiyor. Bakanlık’ın çabası varsa Tayyip Erdoğan’ın buna nasıl cevap vereceği büsbütün bilinemez bir konu.  Erdoğan inat eder (şimdiye kadar her konuda gösterdiği en tutarlı tavır bu) ve elçiler “kapı dışarı” edilirse, o andan sonra olacakları tahmin etmeye başlayabiliriz.  Çünkü böylece inisiyatif “ecnebilerin” eline geçmiş olur; onların da neyi ne için yaptıkları anlaşılmaz bir bilmece şeklini almaz.

Onların yapacaklarını kestirmek bir mantığa uyacağı için daha kolay deşifre edilebilir, ama bunları ve sonuçlarını, yol açacakları gelişmeleri düşünmek hoş bir şey değil. Bu arada onların tepkilerine Tayyip Erdoğan’ın tepkilerinin de karıştığını düşünürsek, iyice cehennemi bir resim oluşuyor. Türkiye sık sık tekrarlamak gereğini duyduğumuz nedenlerle önemi, ağırlığı olan bir ülke. Normal  ahvalde kimse Türkiye ile ilişkisinin bu cehennemi resimde alacağı biçimi almasını istemezdi. Ama başında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu bir Türkiye, oldukça kısa bir sürede dünyada herkesin tanıdığı, bildiği Türkiye olmaktan çıktı.

***

Tayyip Erdoğan ne yapacağı, nasıl davranacağı tahmin edilebilir bir kişilik değil. Yalnız benim açımdan değil, birçok kişi açısından böyle olduğunu sanıyorum. Nitekim bugünlerde, içeride ve dışarıda, bunu yazan, söyleyenler çoğaldı. Anlamak için hangi bilimsel disiplinin yöntemlerini ve araçlarını kullanmamız gerektiğini de bilemiyorum. Ama aslında büsbütün kestirilemez bir bulmaca olduğunu da düşünmüyorum.

Elçileri kovdu ya da işi bu raddeye getirmekten vazgeçti, diyelim. Dış dünyanın ona bakışı ve onu değerlendirişi değişmeyecektir. Yapılanlar, söylenenler uçup gitmiyor, buharlaşmıyor.

Birtakım mülahazalarla bir süre, uzun ya da kısa, halı altına süpürülebiliyor. Ama kaybolmuyor.

Dış dünyada bunlar unutulmayacaktır. Peki “iç” dünyada ne olacaktır. Son analizde bütün bunlar orada bir hedeflere varmak için yapılıyor. Tayyip Erdoğan’ın da bunlarla, ülkesini nasıl sevdiği, ülkesinin onuruna nasıl düşkün olduğu, bu gibi amaçlar için her türlü gözü pek davranışı göstermekten çekinmediği gibi bir propaganda çizgisi tutturacaktır.  Durumu bu kalıplar içinde görüp değerlendirecek bir kesim olduğunu biliyoruz. Ama Tayyip Erdoğan’ın bu davranışları o kesimin genişlemesine mi yol açacaktır;  yoksa “bu adamın hesapsız gidişi hepimiz için tehlikeli” diye düşünenleri mi çoğaltacaktır, bunu bugün bilmiyoruz.  Göreceğiz.

***

Bu işler olurken, hem de Erdoğan’a muhalefet eden birilerinin “Elçilerin yaptığı da doğru değil” diye konuştuklarını işitmek beni ayrıca şaşırtıyor.

Avrupa Birliği’nin hukuk ilkelerini kabul etmiş ve imzalamışsın. Şimdi uymuyorsun.  Ne yapacaklardı?  Uyardılar. Hatırlattılar. Ne yapacaklardı?

İkincisi, “İç işlerimiz” teranesi. Kendi ülkende kendi çıkardığın yasaları, kuralları da pervasızca çiğneyerek belirli bireylere zulmediyorsun. “Ne yapalım, bu onların iç işleri. İç işleri böyle gerektiriyor” mu diyeceğiz. Hitler’in “Yahudi politikası” da “nihai çözümü” de Almanya’nın iç işleri arasındaydı.

Yoksa, hukuku bur dereceye düşürmenin bir “iç işleri” konusu olmadığını—“nihayet” kabul edecek miyiz?