Tayyip Erdoğan "faiz sebeptir=faiz haramdır" inancıyla yola çıktı. Çıkış o çıkış. O böyle çıkınca dolar da kendi kuralları içinde çıktı (yani, "yukarı" doğru). Dolar çıkınca başka her şey de çıktı ve böylece bugünlere geldik. Bilmiyorum, Tayyip Erdoğan girdiğimiz bu aşamaya bakıp "Buradan nasıl çıkarız?" diye düşünüyor mu? Herhalde düşünüyordur; ama bu "faiz" konusu bir "nass" olduğuna göre, o noktada yanlış bir iş yaptığını -muhtemelen- düşünmüyordur. "Çıkış" yolunu orada görmüyordur. Nitekim aklından böyle şeyler geçirdiğini ima edecek herhangi bir şey yapmış ya da söylemiş değil. Ayrıca belki bir şey yapacak veya söyleyecek noktayı da geçtik.
Erdoğan'ın son derece "pragmatik" olduğu ve her söylediğinin tersini de söylemeye idmanlı olduğu inancı oldukça yaygın. Ancak ben onun bazı "değişmez" inanç ve düşünceleri olduğunu sanıyorum.
Neyse, konumuz bu değil. Bizim yaşadığımız bölgede geçerli bütün dinler faize karşıdır ya da zamanında karşıydı. Muhtemelen Musevi inancı da böyleydi. Ama Kudüs fethedilip Yahudiler dünyaya yayılınca ve gittikleri yerlerde birçok geçim yolunun onlara yasak olduğu anlaşılınca Yahudiler de kentte yaşayıp parayla oynayarak hayatlarını devam ettirme yolunu seçmek zorunda kaldılar (bu dediğim bilgiye dayanmıyor -tahmin yürütüyorum). Orta Çağ boyunca "faiz" Hıristiyan dünyasında "haram"dı. Papalar bunu sürekli vurgulardı. Anlaşılır bir tavır: Emek vermeden para kazanıyorlar! Bunda bir yanlışlık olmalı. Bunu teologlar tartışadursun, pratik hayat kendi kurallarını koydu ve kabul ettirdi. Yeni ekonominin başka türlü yürümesi beklenemezdi. Bankacılık başka türlü işleyemezdi v.b.
Aslında zamanı gelince, yani Müslüman dünya da ekonominin bu koşullarıyla karşılaşınca, birtakım "yenilikler" icat etmek zorunda kaldı. Bütün bu "Al Barakalar" falan filan nasıl çalışırdı böyle olmasa? İdeoloji ilginçtir. Bir yanıyla her türlü yeniliği yasaklayabilir, buna gücü yeter; ama insanlar bir işin bildik biçimde yürümeyeceğini anladıklarında ideoloji hemen gidişatı değiştirmenin argümanlarını da üretir.
Değişim! Hayatın değişmez kuralı! Hayat sürekli değişir, çok zaman biz farkına varmadan değişir. Ama kimi zaman da "Batılılaşma" tarzında olur bu: Kökenini, nedenini, çok zaman gerekçesini bilmediğin bir şey gelir dayatır. Bunu sen talep etmemişsindir, o gelir "böyle olacak" der. Bakarsın, başka çare yok. Normal koşullarda bundan mutlu olmazsın. Ama "zorunda kalırsın". Bazan alışır, zamanla benimsersin, bazan bir türlü alışamaz, ısınamazsın. "Delikli demir icat olundu, mertlik bozuldu" demiş Köroğlu. Onun torunları şimdi her türlü "delikli demir"in alıcısı: "Daha çok, daha çok" diyorlar. "Mertlik"in mezarında yas tutan pek yok. Ama roket kuyruğu dolu.
Bu işler olmadan önce medeniyet kurmuş, hayranlık verici eserler üretmiş, dünyanın bir kısmına da hükmetmiş toplulukların üyeleri böyle bir değişimi sindirmekte en fazla güçlük (ve acı) çekenler. Onların bir kısmı yeni ideolojinin "Böyle yapmak zorundayız" tavsiyelerini de kabul etmek istemiyorlar. Koşullarından hoşnut değiller. Girilen yeni yolu bunun sorumlusu sayıyorlar. Direniyorlar. Bu tavır özellikle İslam dünyasında yaygın, çünkü İslam dünyasında yaşayan insanların hayatlarından mutlu olmamaları için çok neden var. İlginç bir örnek vereyim.
Doğan Özgüden yıllardır yurt dışında, Belçika'da yaşıyor. Yaşıyor ve yazıyor. Ben de ondan öğrendim şimdi anlatacağım olayı.
Kurban Bayramı. Başta Türkler, birçok Müslüman yaşıyor Belçika'da. Böyle bir gelenekleri var, "kitapta yeri var", günü gelince kurban kesiyorlar. Modern dünyada göçmenlik hayatın bir kuralı, çok da yaygın. Medeni bir toplum olarak Belçika'nın da onların geleneklerini böyle sürdürmelerine yardımcı olmaları gerekiyor - bekleniyor.
Ama bu "Kurban Bayramı" dediğimiz geleneğin de kendine göre özellikleri var. Bunların bir kısmını Belçikalılar kendileri için uygun kılığa sokmuşlar. Bizim burada olduğu gibi aklına esen yerde kurban kesemiyorsun. Kesecek adam bu işi bilen adam olacak v.b.
Bu arada -gene Batı'da- "hayvan hakları" diye bir kavram çıkmış. Hayvanlara ettiğimiz eziyetten uyanmışız, bunlara çare bulmaya çalışıyoruz. Etoburuz biz insanlar; her ne kadar vejetaryen olmayı seçenlerin sayısı yükselse de, "et yemek yasaktır" diye kural çıkması daha çok uzun zaman pek mümkün görünmüyor. O halde bazı küçük tedbirler alalım; örneğin, "kesilme" denen olayın acısını hafifletelim...
Kesilecek hayvanı uyuşturmayı düşünebilir miyiz? Hayvancağız hissetmeden ölüp gitsin. Böyle bir öneriye "Olabilir. Hiç değilse bu kadarını yapalım" diyecek kişi çoktur. Nitekim bu kabul edilmiş, yasalaşmış bile. Ama nasıl yasalaşmış? Belçika nüfusu, malum, "Valon" ve "Flaman" diye ikiye ayrılır. Bu iki nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde yasa çıkmış, sorun çıkmamış. Ama Brüksel böyle değil. En çok yabancı yaşayan yer orası ve bunların içinde hatırı sayılır Müslüman nüfuslar var. Ve bu Müslüman nüfuslar içinde kurbanın uyuşturulmasını İslam'ın inancına aykırı sayanlar var. Onlar itiraz ediyor.
Nüfus varsa "oy" da var. Büyük kalabalık olmasa da bir yığın küçük parti arasında bir şeyleri fark ettirir. Onun için, özellikle de sol partiler Brüksel Müslümanları'nı bu nedenle küstürmeyi doğru bulmuyorlar. Sonuçta uyuşturma yasası Brüksel'de çıkamıyor. Genellikle "sol" "olmasın" diyor; hayvanları sevmeden önce yabancıları sevmemekle maruf faşist seçmenler uyuşturmayı destekliyor.
Hayvanın gırtlağında keskin demiri hissetmeden ölmesi onu kurban olmaktan çıkarıyor mu? "Mekruh" mu oluyor? Bunun "kitapta yeri" var mı? Bu tavrı almanın alışkanlık dışında (ve alışkanlık haline gelmemiş her şeyden sonuna kadar kuşku duyma alışkanlığı) bir gerekçesini bilmiyorum ve düşünemiyorum.
Hıristiyanlar'ın (genelleştirelim: bir tür Müslüman olmayanların) her kuralı bizim imanımızı yok etmeye yönelik bir genel planın parçasıdır. Onun için böyle şeylere sonuna kadar karşı çıkmak, direnmek gerekir. Bunun için gene bir "gavur icadı" olan "azınlık hakları" literatüründen sonuna kadar yararlanmak serbesttir.
Belçikalı politikacılar "şimdi oy önemli" deyip durumu kabullenmişler. Peki, sıradan halk ne düşünmüştür, nasıl değerlendirmiştir? Onların bu direnişi haklı bulduğunu hiç sanmıyorum. Kurbanın kendisi hakkında birçoğunun şüpheleri varken bu "acı çektirmeme" tedbirine karşı ayaklanmayı hak verilir bulmaları çok zor. Burada özgül bir konudan söz ediyoruz ama böyle bir olay patlak verince bunu bildikleri başka olaylarla birlikte düşünmeleri de kaçınılmaz: Örneğin kılıçla kelle kesen IŞİD'le, Afganistan'daki kadınlarla ve daha pek çok şeyle. Belirli bir gidiş içinde bulunan dünyada, "hayvanlar acı çekerse çeksin" diyenlerin mi nüfus içinde oranı yükselecektir yoksa "acıyı asgariye indirgeyelim" diyenlerin mi?
Bu kılıçlı, kırbaçlı Müslümanlar arasında doğuştan Müslüman olmayan çok kişi bulunduğunu biliyorum. Onlar bu şiddeti sevdikleri için böyle bir seçim yapıyorlar ve kendi hayat koşullarını sevmedikleri için de böylesine hınç dolu oluyorlar. Böyle insanlar var ve onları "böyle insanlar" yapan ciddi sorunlar, haksızlık ve adaletsizlikler onların sarılmakta olduğu bu davranış biçimleriyle düzelecek değil. Dünyada onların yaptıklarının ciddi etkileri olacak (11 Eylül misali) ama son kertede dünyanın gidişini onlar belirlemeyecekler.
Dinle ilgisi olmayan bir kişiyim. Herhangi bir dinin müminine nasıl davranması gerektiğini söyleyecek kişi de elbette ben değilim. Ama hep bir arada bu dünyada yaşamak gibi birlikte yaptığımız bir iş var ve birinin yaptığı işin etkileri onunla hiç ilgisi olmayan kimseleri de etkiliyor -milyonlarca insan aklından "nass" diye bir kavram geçirmiyordu ama bunun bir kişinin aklından (izlediğimiz biçimde) geçmesi o milyonlarca insanın hayatını hem de "fena halde" değiştirdi. "İnançlar" ve "koşullar" arasındaki ilişkileri yeniden gözden geçirmenin zaman gelmedi mi, ne dersiniz?
Murat Belge kimdir? |