Murat Belge

20 Haziran 2018

Bölen ve birleştiren

MHP eğilimlilerin HDP’ye oy vermesi gibi bir mucize ile karşı karşıyayız

Tayyip Erdoğan’ın seçip beğendiği “iktidarda kalma” politikası gerilim ve çatışma gerektiriyor. Bir iddia, düşmanlarla kuşatılmış olmamız. Bu düşmanların kim olduğu gündelik konjonktüre göre değişebiliyor. Bir gün FETÖ vuruyor, öteki gün PKK. Sonra bir de bakıyoruz, ikisi aynı şeymiş. Kendilerine sorsan, “Siz aynı örgüttenmişsiniz meğerse, öyle mi?” deseniz herhalde fena halde sinirlenirler. Ama bu konularda her şeyin doğrusunu AKP bildiğine göre, söylenecek bir şey yok. Muharrem İnce Urfa’da adam öldürtüyor, Selahattin Demirtaş hapishaneden ölümle tehdit ediyor. AKP’ye muhalefet edenlerin işlemeyeceği cinayet yok. Bunlara karşı memleketi, düzeni, barışı, sulhu, sükûnu koruyabilecek AKP’den ve “Reis”inden başka kimse yok. Yaniz, sözün kısası, AKP bir yandan ortalık kızıştırıyor; aynı zamanda “Bu ağır koşullarda bir tek ben gerilimi önlerim” diyor.

Dolayısıyla ilk ağızda Kürt sorunun ucu belirsiz bir çatışmaya bağlanmış olması bu politikaya uygun.

Bu yüzyıllık çatışmanın çözümü için var olanlar arasında en doğru ve en cesur adımı atan Tayyip Erdoğan adımın arkasını  getirmekten vazgeçtiği gibi, çatışmanın dozunu en yükseklere taşıyan kişi de oldu. Bunların ikisini birden olmak çok zor gibi görünüyor ama Erdoğan zor tanımayan bir önder.

Ancak gerilimin etnik olanı onun ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor. Bir de seküler/mütedeyyin gerilimi var ki tarih boyunca çeşitli farklı adlarla da hayatımızda rol oynamıştır. “Batı/Doğu” diye çıkmıştır karşımıza, “reformist/muhafazakâr” kılığına girmiştir; “yerli/yabancı” da  diyebilirsiniz. Zaten toplumun en temel dinamiklerine dayandığı, oralardan kaynaklandığı için böyle çok adı, kılığı sahnesi vardır. Toplumun sınıfsal kompozisyonunda da ayrım çizgileri kolayca görünebilir. Örneğin gün gelir, “TÜSİAD/MÜSİAD” olarak karşımıza çıkar. Böyle olunca o gerilimin alanını da alabildiğine genişletmek mümkündür.

Tayyip Erdoğan, Ernesto Laclau’nun yazdığını okumadığı gibi adını da duymamıştır herhalde. Ama her popülist gibi o da, Ernesto Laclau’nun popülizmin nasıl işlediğine dair kitaplarında anlattığı yöntemleri harfiyen uyguluyor. Toplumun bir kesiminin mazlum olduğunu ilan edeceksin. Bir kesim asalak (ve “yerli ve milli” olmayan) tabakanın onların haklarını çiğneyip kendine bir “seçkin” konumu sağladığını iddia edeceksin. Sonra da o mazlum kesimin haklarını koruma mücadelesinin bayrağını açacaksın. O mazlumların intikamını alacaksın. Bütün bu işler çatışmaya bağlanıyor. Derecesi konjonktüre göre değişen, gereğinde “düşmanı imha etmeye” vardırılabilen çatışmalar.

Bizim tarihimizin özelliklerinden ötürü, “bölücü” kelimesi de fazla elektrik yüklü bir kelimedir. Ne garip tecellidir ki bütün bu yakın tarih boyunca Tayyip Erdoğan ölçüsünde “bölünme” yaratan bir siyaset adamı görmemiştik (aynı zamanda yoğun bir “bölücülüğe ölüm!” yaygarasıyla.)

Ama şimdi Tayyip Erdoğan bu toplumun başlıca “bütünleştirme” simgesi haline gelmeye başlıyor. Nasıl mı? Şöyle:

Kendi aralarındaki pek çok farklı fikir ve eğilime rağmen, asgari bir demokrasi temelinde buluşabilenler, Tayyip Erdoğan’ın ve onun bu topluma getirdiği siyaset üslubunun memleketin en büyük, en vahim sorunu olduğu kanısında birleşiyorlar. Bu bütünleşmeyi yaratan da işte Erdoğan.

Bayramda boşalmış İstanbul’da bir pastaneye girdim geçen gün, müşteri yok gibi. Beni tanıyan bir garson yanıma yaklaştı, seçim beklentilerimi sordu. Beklentim yok, ama bu da tuhaf; ne sonuç çıksa şaşırmayacağımı sanıyorum. Neyse, böyle konuştuk. Delikanlı, sanırım Kürt’tü. HDP’yi konuştuk. “Burada garson arkadaşlar arasında Kürt yok” dedi; “eğilim olarak da hep MHP’den yanalar. Ama Meclis seçimlerinde oylarını HDP’ye vereceklerini söylüyorlar.”

Demek ki, MHP eğilimlilerin HDP’ye oy vermesi gibi bir mucize ile karşı karşıyayız. Bu mucizeyi armağan eden Tayyip Erdoğan’dan başka kimse değil ve zaten olamazdı.

Bir yanda oldukça belirsiz çizgileriyle tanıyabildiğimiz demokrasi var, hayal mayal seçiliyor. Cumhuriyet tarihi boyunca onun ete kemiğe bürünmesini engellemişler. Bir takım güçler, bir takım yöntemler uygulayarak engellemiş. Şimdi onların bir kısmı başka bir tarihi çizgiden gelen, başka bir tarihi misyonun sözünü eden Tayyip Erdoğan’la yan yana gelmiş durumdalar; onlar onunla, o da onlarla barışma sürecinde. Sorun gene demokrasinin engellenmesi.

Dolayısıyla demokrasiyi daha iyi tanımak isteyenlerin duracağı yer de belli.