Murat Belge

02 Şubat 2017

Bir "dış politika" başarısı

İslâm adına Batı'yla bozuşup İslâm dünyasında da şu noktaya gelmiş olmak, büyük bir "dış politika" başarısı olsa gerek

 Bir şeyi bozmak, bir şeyi yapmaktan, kıyas kabul etmez derecede daha kolaydır. AKP on yıl kadar süreyle, Batı dünyasıyla çok olumlu ilişkiler kurdu ve sürdürdü. Batı dünyasının "İslâmiyet'le ilişkiler" dağarcığına, daha önce orada bulunmayan ögeler kattığını dahi söyleyebiliriz. Sonra "Reis" bu politikadan vazgeçti ve bu olumlu ilişkiler güneşin altında unutulmuş bir dondurma kovası gibi erdi gitti.

Ancak bu, "Yanlışlıkla elde edilmiş bir sonuç" değildi. Örneğin Suriye politikası gibi, yanlış hesaplara dayanarak atılmış yanlış adımların sonucu değildi. Böyle istenmiş ve böyle olmuştu. Tayyip Erdoğan Batı dünyasını terbiye etmeye karar vermişti. Ne var ki, Batı dünyası, terbiye olmaya ikna edilmiş gibi görünmüyor.

Ortada özel bir durum var: Suriye felâketi ve bunun yol açtığı göç. Bu olağanüstü durumdan ötürü Türkiye'nin özellikle Avrupa ile ilişkileri de olağandışı bir arazide cereyan ediyor. "Açarım kapıları ha!" politikasının bir "sürdürülebilirlik" potansiyeli var. 

Batı'ya, bu "Ey..." diye başlayan suçlamaların "haklı" denecek bir dayanağı yok mu? Bence var. Her zaman vardı, ama şu son on yıllarda, kabaran "popülist faşizm" dalgalarıyla, iyice geçerlilik kazandı. İşte Trump, işte Trump'ı hararetle destekleyen Avrupalı siyasetçiler.

Ama Batı'nın medeniyet, demokrasi, özgürlük alanındaki şimdiki bu yönsemleriyle yüzyılların "müktesebat"ını yan yana koyduğumuzda, arada büyük bir fark görüyoruz. Ayrıca, tarihe ve topluma analitik bakmayı bilen bir göz şimdiki eğilimlerin geçiciliği ile bu "kazanım" yığınının kalıcılığını ayırt edebilir. Batı'ya karşı AKP cephesinden gelen salvoların da, güncel eğilimlerden çok o "kazanımlar"ı hedef aldığını kavrayabilir. Avrupa Birliği'ni reddedip Şangay'da yer aramanın başka ne anlamı olabilir?

Nitekim Trump koltuğuna oturup gün sektirmeden icraatına başlayınca ABD'de milyonlar sokağa döküldü. Kanada onun bu politikaları üzerine ne düşündüğünü belli etti. Britanya'da "Bu adam buraya gelmesin" imzaları spektaküler boyutlara ulaştı. Batı'da bunlar olurken Reis'in toz kondurmadığı Suudi Arabistan ve benzeri "İslâm" ülkelerinden çıt çıkmıyor. Türkiye'den de, şimdilik, yalnız "çıt" çıktı. 

Erdoğan, Suriye göçmenlerini sınırları dışında tutmak isteyen Batı'ya karşı "Ey"li nutuklarını atarken de, AKP Türkiyesi'nin Orta Doğu'da güvenli müttefik seçtiği bu ülkelerden gelen farklı bir davranış görünmüyordu. 

Batı, modern dünyanın, bu dünyanın siyasetinin, daha pek çok şeyin ilk biçimlendiği yer; onun için "demokrasi" ne, "faşizm" ne, birinden öbürüne nasıl geçilir, bütün bunları çok iyi bilir. Dediğim "Suriyeli göçmenler" engebesinden ötürü hoş tutmaya, iyi geçinmeye dikkat ediyorlar ama Türkiye'den olumlu bir şey gelmesinden hiçbir beklentileri kalmadı (bu da, onları zaten düşman ilân etmiş AKP cephesini ırgalamıyor; bundan da yeni bir "dünya bize düşman" ajitasyonu çıkarmaya bakıyorlar). Medyada Türkiye yalnız yeni bir faşizan gelişmeye konu oluyor (işte, "Trump'ın ABD'yi nereye götüreceğini merak ediyorsanız, Erdoğan'ın Türkiye'ye nereye götürdüğüne bakın" yazısı)

Çok zaman da bir "siyasî mizah" konusuyuz. İşte "Hitler olarak Erdoğan" klipleri, işte "en iyi temizleyen deterjan olarak Erdoğan" klipleri ve daha birçokları. 

"Batı ile ilişkiler" manzumesine son birkaç gündür "Yunanistan'la ilişkiler" faslı eklendi: Gene Kardak vb.

Genelkurmay Başkanı'nın Kardak'ı merak etmesinin ve kendi gözüyle görmek istemesinin temelinde herhalde Yunanistan'a kaçan ve Yunan mahkemesinin de iade etmeyi reddettiği "darbeci askerler" konusu yatıyor. Mahkemenin bu kararı üzerine Yunan hükümetinin söylediği söz, "Mahkeme bağımsızdır. Biz karışmayız" oldu. Türklerin kulağına aşina gelecek bir söz. Çünkü, eski günleri bir yana bırakalım, şu günlerde, AKP hükümeti bütün dünyayı rahatsız eden tutuklamalar üstüne bunu söylüyor. Başbakan, "Tutuklama olmasa daha iyi ama mahkeme öyle karar verdiyse ne yapalım. Mahkeme bağımsızdır" anlamında bir şeyler söylemiyor mu?

"Suçluların iadesi" anlaşmaları var tabii, ama başka koşullar da var. İki günde bir insanlara "İdam isteriz!" diye bağırtılan, Cumhurbaşkanı'nın da "kâğıt önüme gelsin, saniye sektirmeden imzalarım," diye teminat verdiği bir ülke burası. Böyle şeyler dünyada "makable şamil" olmaz ama AKP iktidarının uluslararası hukuka nasıl bağlı olduğunun yığınla örneği var, görüldü. Bu durumda da, "makable şamil olmaz" ilkesinin ayaklar altına alınmayacağının garantisi var mı? Cumhurbaşkanı, "Bu hukuka aykırı" diyenlere-hele bunlar Batılıysa- iki "ey" çeker, hadlerini bildirir. 

Ancak tek sorun "makable şamil idam"dan ibaret değil. Bir de "kötü muamele" sorunu var. Yunanistan o adamları iade ederse burada nasıl karşılanacaklarını biliyor muyuz?

Tahmin edebiliriz. Yani "olmuşlar"a bakarak, "olacaklar"a dair fikir yürütebiliriz. "Olmuşlar" deyince, 15 Temmuz'dan beri televizyona çıkarılan darbecilerin görüntüleri ortada. Bu insanlara gözaltında ya da hapishanede yapılanlara dair birçok söylenti ve tanık ifadesi var.

 En son da şu "Reina katili." Adamın kendi "selfi"leri yayımlanmıştı. Sonra yakalandığı zaman fotoğrafları çıktı. Ne kadar değişmiş!

Böyle bir adama sempati duymak için bayağı geniş bir mide gerek. Tamam, ama ilke de ilkedir. "Kimseye işkence yapılamaz" denmişse, bunun anlamı kimseye işkence yapılmayacağıdır. "Kimseye yapılmaz, ama filancaya, falancaya yapılır" diye ilke ya da kural olmaz.

O suratı fotoğrafta görünce de, "Bu memlekette birilerine kural dışı kötü muamele yapılıyor mu?" diye uzun boylu düşünmenin gereği kalmıyor (15 Temmuz sonrasının fotoğraflarıyla birlikte).

Tabii o cephe, bu söylenene karşı da, "Yerli ve milli" vaveylalarını devreye sokacaktır. 

Bu biçimde "yerli ve milli" olmaya karar vermiş bir iktidarla, dış politikada varılacak yer de burasıdır. Başka gidecek yer yok. 

İslâm adına Batı'yla bozuşup İslâm dünyasında da şu noktaya gelmiş olmak, büyük bir "dış politika" başarısı olsa gerek.