Ha bire aynı şeyi yapıyorlar. Yaptıkça kendileri de alıştığı için, bir daha ki sefere daha “şeddetli”sini yapıyorlar. Osman Kavala durumunda bu kendilerinin de kolay “egale” edemeyeceği derecelere ulaştı.
“Suç yaratmak”tan söz ediyorum; daha doğrusu, dili, en normal davranışları “suç” gibi gösterecek bir şekilde kullanmaktan. Osman Kavala’nın gözaltına alınması gibi kabul edilemez bir iş yaparken, bir yandan da toplumda o kişinin suçlu olduğu izlenimi yaratacak bir yayın yapma yöntemini epeydir uyguluyorlar. Bu yayında örneğin, “İletişim Yayınları’nı kurdu” diye görünüşte sıradan bir cümle geçiyor. Ama öyle bir biçim alarak geçiyor ki, bu konuları iyi bilmeyen bir kişinin (yani AKP’ye oy veren insanların çoğunun) zihninde bu da bir “suç”, Osman Kavala’nın işlediği çok sayıda suçtan biri olarak kaydoluyor.
Özellikle gazetecilikte öteden beri bilinir: Sözle söyleyemeyeceğiniz şeyi mizanpajla söyleyebilirsiniz. Sayfada üretilen özel bağlamda, kullandığınız fotoğrafla v.b. bunu yaparsınız. Bu hep yapıldı Türkiye’de: Söz gelişi bir yazı makinasının bir suç kanıtı olarak poz verdiği gazete sayfaları ya da televizyon görüntülerini iyi biliriz.
Gene tekrar edeceğim: Bu iktidar yeni bir şey icat etmiyor; şimdiye kadar yapılanları kendi üslûbuna uydurarak yeniden yapıyor. Ama olayın niceliğini büyütüyor; genişletiyor, yaygınlaştırıyor v.b. Abarttığı için aynı zamanda abesleştiriyor iyice. Ama bu, o iş daha önce yapıldığında abes değildi demek değil.
Her zaman “abes”ti ve her zaman “marazi”ydi. Her şeyden kuşku duyulan, her şeye “suç” gözüyle bakılan bir siyasi-ideolojik atmosfer, hastalıklı bir toplum yaratmak için birebirdir.
Teknolojiyi kurdular; yayın başlıyor derken birileri gözaltına alınıyor. Yayın yoğunlaşırken Cumhurbaşkanı da işin içine karışıyor, aynı doğrultuda suçlamalarda bulunuyor. Bunun tamamen hukuk dışı bir davranış olduğunu o da biliyor. Ama aldırmıyor.
Sonra, o kişinin, kişilerin gözaltına alınması için “ele geçirilmiş” kanıtlar yayımlanmaya başlıyor. Tragedya komedyaya dönüşüyor. Osman Kavala filanca lokantada Henri Barkey ile karşılaşmış! El sıkışmışlar! Tamam işte daha ne istiyorsun? Henri Barkey’in darbe yapmak için buraya geldiği zaten belli.
Şimdi bu zırvalar böyle sıralanırken, bunu yapanlardan bazıları kendilerine bu rol bir görev olarak verildiği için rollerini oynuyorlar; bazıları ise daha bir “duyarak oynuyor”, çünkü son analizde suçlamaların doğru ve haklı olduğuna inanıyorlar. Çünkü onların bu “marazi” ortamdan beslenmiş zihinlerinde böyle suçlamalar haklı; Henri Barkey ile el sıkışmak suç olduğu için değil, AKP’nin ve Reis’in temsil ettiklerine muhalif olmak suç olduğu için.
Dünyada kabul edilmiş, demokrasi ilkelerine göre, böyle bir “suç” olamaz. Böyle bir suçluluk olamaz.
Olamaz da, AKP militanları ve Reis’leri dünyada kabul edilmiş demokrasi ilkelerini kabul etmiyorlar.
Dahası, Cumhuriyet tarihinden intikam almak isteyenlerin, bunun için “elli yıl önce bunu da yapmışlardı” edebiyatını sürekli gündemde tutanların, bu şekilde hedef aldıkları kesim de onlar hakkında tam da böyle düşünmüştü.
Dünyada kabul edilmiş demokrasi ilkeleri onlara göre de şüpheli şeylerdi. “Batılı olmalıyız” diyorlardı ama bunu derken Batı’nın demokrasisine değil, tankına topuna sahip olmak istiyorlardı. Demokrasi en azından “erken”di. Hem de ortada bu “gericiler” varken, toplum demokrasiye hazır olamazdı.
Bu iki kesim dogmatik düşmanlıklarıyla aslında birbirlerini meşrulaştırıyorlar.
Demokrasinin dünyada kabul edilmiş ilkeleri burada da yerleşmiş ve sindirilmiş olsaydı, herkesin, her görüş ya da hayat tarzının eşit yaşama hakkı olduğu anlayışı da yerleşmiş ve sindirilmiş olurdu. Oysa hali hazırda “olması gereken toplum” hakkında kesin görüşü ve kararı olan kesimler var ve bunlar kendileri gibi düşünmeyenleri, tasfiye edilmesi gereken zararlı ögeler olarak görüyorlar. Bunlara göre, “iyi toplum” bu zararlı ögelerinden arınmış toplum.
Bugünkü gidişiyle AKP iktidarı bu anlayışını gün geçtikçe sivriltiyor. Gün geçtikçe olan başka şeyler de var; bu gerilime dayalı yönetim üslûbundan yılanlar, endişe duyanlar ve böylece iktidarın desteğini kaybetmeye başlaması. Bunun yarattığı sinirlilik bunun kabahatini ya bir takım belediye başkanlarına (bu genişler; “il başkanları”, “ilçe başkanları” v.b. ile devam eder) ya da muhaliflere (Osman Kavala’lara) yüklemek ve onlara düşmanlığı körüklemek politikası.
Evet, dünyada kabul edilmiş (“daha iyi”si henüz icat olunmamış) demokrasi ilkelerine göre asıl “suç” sayılması gereken bu tahammülsüzlüktür. AKP iktidarı, yönetmeyi hükmetme olarak anlama ısrarıyla bu “suç”u gün geçtikçe büyütüyor. Osman Kavala’nın gözaltına alınıp ardından tutuklanması bunun son net kanıtı oldu.