Murat Belge

02 Şubat 2020

Bekçiler

"Bekçi örgütü şimdi nereden çıktı?" sorusunu bir kere daha soralım; sanki bu arkaplanla sorulduğunda olayın konturları da değişiyor

Hiç azalma tehlikesi geçirmeyen sorunlarımıza şimdilerde bir de "bekçi" sorunu eklendi. Yasada değişiklik yapılacakmış, bekçilerin yetkileri artırılacakmış, üst baş arayabileceklermiş v.b. Bu yetkilerle "polis" ve "bekçi" arasında ne fark kalıyor; polisten ayrı bir de bekçi örgütü bulundurulmasının esbab-ı mucibesi ne? Biri gece, biri gündüz mü çalışacak, ne olacak?

Konuyla ilgili zihnimde soru işaretleri vardı. Bugün T24 makalelerine baktım ki Aydın Engin'in zihninde de aynı sorular uçuşuyor. Bunların uçuşuyor olması çok normal.

Birdenbire, "çizmeli kedi" gibi, lafa girdiğim yerin çok uzağına zıplayacağım. Ama bu "uzağa sıçrama", aslında soruna "yaklaşmak" için.

Aydın da konuya oradan girmiş: AKP ve Reisi, bundan sonra hangi tarihte olacağını bilmediğimiz bir tarihte seçime girer ve seçimi kaybederse, "Ben kaybettim, arkadaşlar; buyurun, siz geçin" diyecek mi, diyebilir mi? Soru büyük, içeriği ağır mı ağır. "Nereden çıkarıyorsun?" diyebilirler, derler. Reis'in kendi sözlerinden ve davranışlarından çıkarıyorum.

"Demokrasi otobüs gibidir, istediğim yerde biner, istediğim yerde inerim" diyen ben değilim.

Reis'in arkasında politik İslam'ın Batı'dan gelen her şeye (demokrasi hariç değil) duyduğu derin düşmanlık var.

Ve işlenmiş fiiller var: Malum, AKP'nin çoğunluk oluşturamayacağı bir seçim sonrasında Tayyip Erdoğan klasik "vakit doldurma" oyunlarını oynayıp yeni seçime götürmüş ve bu sefer seçimi kazanmak için Kürt hareketinin militan uçlarını yeniden alevlendirmişti.

Şu kadar yıllık iktidara ve bunun kazandırdıklarına iyice (ya da "fena halde") alışmış olan AKP tabanının "Tuh seçimi kaybettik" demesi kolay değil; "seçim de neymiş, yahu!" demesi çok daha kolay. Demokrasisini "yarım yamalak" nitelemesinden ileri götürmeyi başaramamış bir toplumda radikal bir ideolojiyle iktidar olmuş bir partinin tabanından söz ediyoruz.

Olaylara buradan bakmaya başlayınca, "Bekçi örgütü şimdi nereden çıktı?" sorusunu bir kere daha soralım. Sanki bu arkaplanla sorulduğunda olayın konturları da değişiyor.

Radikal ideolojisi olan dindar siyasi partiden söz ettim demin. Bu parti, "laik" seçkinlerin dindar kesimi inciten davranışlarından yararlanmaya çalışan popülist sağ partilere (DP, AP v.b.) benzemiyordu tabii ve laik seçkinler onlardan nefret eiyorsa onlar da laik seçkinlere herhangi bir muhabbet beslemiyorlardı. 12 Eylül rejimi Erbakan hareketinin daha önceki koalisyonlarda oynadığı rolün intikamını milletvekillerini hapiste yatırarak ve dava ederek almıştı. Ama iş bununla bitmemiş, 28 Haziran'a dayanmıştı.

Yani, diyeceğim, bu hareketi devam ettirmeye kararlı olanlar, siyaset yapacaklarsa, kendilerini yalnız yazı çiziyle değil, hukuku yardıma çağırarak değil, fiziksel güç alanında da savunmaya hazırlıklı olmaları gerektiğini düşünmek durumundaydı. 28 Şubat'a giden süreçte, Tansu Çiller başbakan ve Meral Akşener İçişleri Bakanı'yken, ülkenin ikinci silahlı gücü olan polis örgütünden yararlanma fikri üstü örtülü biçimde konuşulmuştu. Türkiye'de geleneksel olarak Ordu siyasi partinin otoritesinin dışında durmuş, Polis ise iktidarın gücü olarak hareket etmiştir. 27 Mayıs bunun bol bol sergilendiği bir süreç içinde gerçekleşti.

Dolayısıyla 28 Şubat'tan oldukça kısa bir sonra AKP kendini yeniden iktidarda bulunca (Türkiye politikası üstüne, hele bu yıllarda olanlar üstüne konuşurken "iktidar" kavramını ihtiyatlı kullanmak gerekiyor) bu konuları nasıl konuştular, bilmiyoruz, ama tahmin edebiliriz.

Polisin eskisine oranla daha canla başla iktidardan yana olması için yapılabileceklerin yapıldığını tahmin etmek güç değil. İzleyen olaylarda polisin davranışları ve iktidarın onları her türlü kucaklayan beyanatları da aynı doğrultuyu gösteriyor.

Ama bunu yeterli bulmadıklarını da tahmin edebiliriz. "Osmanlı Ocakları" adı altında bir "sivil milis" örgütlenmesinin varlığı sır değil.

Aklıma geçmiş örnekler geliyor. Osmanlı'nın başlıca silahlı gücü Yeniçeri Ocağı'ydı. Bunun içinden bir tarihte "Sekbanlar" çıktı. Bunlar, padişahın "avlanma" personeliydi. Av köpeklerine filan bunlar bakardı. "Av". Padişahın "hafta sonu eğlencesi" gibi bir şey. Orada yer almak padişaha daha yakın olmak anlamına geliyor. Ocağın normal "cemaat ortaları"ndaki Yeniçeriler'le Sekbanlar" arasında bundan başka önemli bir fark yoktu. Yani Sekbanlar padişahın "hassa" birlikleriydi. Bu günlerin terminolojisinde onlara "özel kuvvet" gibi adlar bulabiliriz.

Sekbanlar erkenden biçimlenmişti. Fatih Mehmet zamanında yani Osmanlı "imparatorluk" olarak yeniden örgütlenirken, bunlara bir de "Bölük Ortaları" eklendi. Bunlar neci? Bunlar, doğrudan doğruya padişahın hassa kuvvetleri.

Böyle bir süreç, daha güçlü ve ayrıntılı bir devlet yapılanmasıyla birlikte iktidar merkezi olan padişahın çevresindeki koruyucu duvarların da güçlendirilmesine ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Bunlar olurken bir yandan da "bostancı", "baltacı" v.b. çeşitli "kolluk" kuvvetleri oluşuyordu.

Dolayısıyla "Bekçi" örgütlenmesinin de benzer işlevler için düşünülüp düşünülmediğini de

Soruşturmamız normal. Tabii bu soruşturmaya doyurucu bir cevap alamamamız da normal.

Ancak, AKP iktidarının kendini çeşitli "vigilante" gruplar arkasında konuşlandırmayı bir politika haline getirdiği görülüyor. Cumhurbaşkanı bu "güvenlik" işinin eskiden beri bildiğimiz örgütler, güçlerle yürümeyeceğine dair de bir şeyler söylemişti. Cumhurbaşkanı'nın bu gibi konularda uzun boylu gizlisi saklısı olmadığını biliyoruz.