Devlet Bahçeli’nin herkesi şaşırtan bir atak yaparak araladığı kapıda bir trafik başladı gibi görünüyor. Kürt kesiminden ilk tepkiler gelmeye başladı. Selahattin Demirtaş bu sürece sonuna kadar destek vereceğini açıkladı. Demirtaş’ın şu andaki konumunu (daha doğrusu on yıla yaklaşan bir süreden beri devam eden konumunu) düşündüğümüzde “bravo!” dedirtecek bir tavırla karşı karşıya olduğumuzu söylemek gerekiyor. Ama onun temsil ettiği değerler çerçevesinde bunu yapması şaşırtıcı değil. Onun bu tavrının DEM çevresinde de yankılanması gene şaşırtıcı değil; partinin ayırt edici özelliği barışçı çözüm konusundaki ısrarlı tavrı. Bu partide üye olan ya da bu partiye oy veren herkes aynı kararlılıkla bu tavrı benimsemiyor olabilir, ama partinin kendisi tutarlı.
Asıl merak konusu olan DEM değil, Kandil. Oradan da gelen tepkilerin olumlu olduğu söyleniyor. Öyle olduğu görülüyor da. Bu herhalde çoğumuz için şaşırtıcı oldu: Öcalan “PKK kendini feshetmelidir” diyor; örgütün sorumlu yöneticileri olarak bildiğimiz kişiler de “Olur, feshedelim” diyorlar. Bu kadar kolay bir biçimde olur muydu böyle bir olay?
Ama bu süreç başlayalı hızlanan hayat içinde her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Öğrenilmesi en önemli konulardan biri, bütün bu olayın çok da kısa sayılmayacak bir süredir görüşülüyor olması. Devlet Bahçeli çıkışını yaptığında ve bizi şaşırttığında “Neye güveniyor da ‘Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun’ diyecek kadar ileri taleplerde bulunabiliyor?” diyorduk. Şimdi Bahçeli’nin bu taleplerle konuyu önümüze koymadığını, konunun bir süreden beri tartışıldığını, Bahçeli’nin çıkışının bu tartışmalarda belirli bir aşamaya gelmesi üzerine yapıldığını anlıyoruz. Bu tartışmanın içeriği, gidişatı v.b. hakkında hiçbir şey bilmiyoruz çünkü gizli tutulmuş. Ama belli ki epey mesafe alınmış.
Ancak elde edilen sonuçların ilgili herkesi mutlu eden şeyler olduğunu sanmıyorum. Böyle durumlarda bu türden geniş anlaşmalar olmaz. Kırk yıldır devam eden bu çatışma ortamında “Artık yeter” diyecekler bulunacaktır elbette. Ama çeşitli şekilde beklentilerine karşılık bulamayanlar muhtemelen daha kalabalık olacaktır. Kırk yıl, dile kolay. Neredeyse bütün bir ömür! Bu süre içinde ve bu ortamın koşulları çerçevesinde insanlar kendilerine bir konum yaratacaklar ve bu konumu terk etmek istemeyeceklerdir. Silahlı mücadele ortamları özellikle “tiryakilik” yaratır. Dolayısıyla, şimdi Abdullah Öcalan’ın çağrısına olumlu cevap verenlerin varlığı aldatıcı olmamalı. Çok da uzun olmayan bir zaman içinde “Öz PKK”, “Hakiki PKK” tarzı adları olan çeşitli örgütler karşımıza çıkarsa çok fazla şaşırmayalım. Hayal kırıklığına da kapılmayalım derim.
Bu sorun yalnız “Kürtler Cephesi”nde olacaklara bağlı değil elbette. Orada “Hayır! Savaşa devam!” diyecekler çıkacaksa burada da böyleleri haydi haydi çıkacaktır—çıkmaya başladı bile.
Ayrıca sürecin mimarları ne tavır alacak, “barış” dedikleri şey ne menem bir “barış”tır (kayyum rejimi midir, sözgelişi?), asıl belirleyici olaylar burada oluşacak. Şu anda iktidarda olan, yani bu görüşmeleri buraya kadar getiren kadrolar “barış”la ne kadar barışıklar? Şimdiye kadarki performansları bu alanda çok başarılı, hatta çok “istekli” oldukları izlenimini vermiyor. Bu konu onların bambaşka gelecek planlarına hizmet edecek bir manevra alanı olmasın sakın!
Karamsar lakırdılar etmeyelim. “Onlar böyle bir şey yapamaz, boşuna umutlanmayalım” havasına girmeyelim. Ama tabii böyle olumsuz tepki göstermeyelim derken olmadık beklentilere de kapılmayalım. Bu konu kendisi öyle kolay tarafından çözülecek bir konu değil. İnişi çıkışı da az değil. Kısa vadede barış taraftarlarının yüzünü güldürecek gelişmeler olmasa da, “barış” üstüne söylenecek bütün olumlayıcı sözler, bir yerlere oturuyor, daha olumlu bir geleceğin mümkün olduğu inancına katkıda bulunuyor.
Bugünlerde yazı yazmaya devam edeceksek, ne yazacağımız belli oldu.