Bu iki ülkenin arasının bir türlü düzelmemesi çok kötü bir şey. Türkiye Cumhuriyeti açısından da -hele varolan siyasi tercihlerle- hiç iyi değil. Şimdiki gerilimin daha büyük silahlı çatışmalara varmamasını birçoklarımız gibi ben de diliyorum ama silahlı çatışmanın eşiğine gelmeden de yeterince olumsuz bir durum var Kafkasya'nın bu yöresinde. Ben bu ülkelerin ikisini de seviyorum -siyasi rejimlerini değil, halklarını.
Bu halkların birbirinden hoşlanmamasının tek nedeni Stalin değil herhalde. Ona varıncaya kadar din farkı, dil farkı, kültür farkı, bir sürü "fark" arayı açmaya yetiyordur. Ama bu arada Stalin'in de önemli bir katkısı oldu. Stalin, Nagorno Karabağ diye bilinen bölgenin Azerbaycan'a bağlanmasına karar verdi. Neden? Bu bölgenin Azerbaycan'la uzun boylu bir ilintisi yoktu. Yeni terminolojimizle "iltisak" bile yoktu. Bölge nüfusu ağırlıkla Ermeni'ydi. Herhalde bu olay olduğunda Azeriler de şaşmış, "Bizim patron niye böyle yaptı?" diye kendilerine sormuşlardır. Ben kendi tanıdığım Azeriler'den hep "Karabağ Ermeni'dir" diye duymuşumdur.
Tabii bir de Nahçıvan var. Ora nüfusu da Azeri ama bölge Ermenistan'da, Azerbaycan'la sınırdaş değil! Eh, o zaman anlaşılır gibi oluyor. Stalin, bu iki ülkeye, "Birbirinize düşman olacaksınız," diyor. "Sizin birbirinizle ilişkilerinizi ben düzenleyeceğim. Ben yoksam, siz ancak birbirinizi yemeyi becerebilirsiniz. İlişki medeni olacaksa, bunu ben yapacağım."
Stalin'in uygun gördüğü ilişki Stalin'in kendisinden daha uzun ömürlü çıktı. Stalin öleli yarım yüzyıldan epey daha uzun bir zaman oldu ama Putin Rusyası da Kafkaslar'da benzer bir yöntem uyguluyor. Üç devlet var. Birbirleriyle ilişkileri limoni ya da daha kötü. Gürcistan'ın içsel sorunu da var: Abhazya sorunu, Osetya sorunu. Bir dönem belirli zamanlarda bir olay, bir şiddet olayı patlak veriyor, bölge şöyle bir sarsılıyordu. Bu olmadan biraz önce bir "Kızıl Ordu" silah deposu soyulmuş oluyordu. "Kızıl Ordu" denince de bundan anlaşılacak şey Rusya idi. Bütün bunlardan, "Rusya olmadıkça burada barış, huzur olmaz" sonucundan başka bir ders çıkarmak mümkün olmuyordu.
"Sovyetler Birliği" denen çadır bezi adamakıllı yıpranmış, eprimiş, daha dayanamayacağı anlaşılmışken, bir "Karabağ" komitesi peyda olmuştu. Geleceğin hayli liberal başkanı Petrosyan da bunun içindeydi. Ermeniler, "Sovyet" çadırının fazla ömrünün kalmadığını sezinlemiş, bunun yıkıldığı güne hazırlanıyorlardı. Yalnız onlar değil, o koca ülkedeki bütün halklar beklenen bu olay gerçekleştiğinde ne yapacaklarının planlarını kurmaya başlamışlardı. Ermeniler, kendi "malları" olduğuna inandıkları Karabağ'ı kaptırmamaya kararlıydılar.
Ve harekete geçtiler: Hocalı kıyımı. Ben orada nasıl bir şey olduğunu dostum Amerikalı gazeteci Thomas Goltz'dan öğrenmiştim. Yani, alanda nasıl beter bir olay olduğunu. Yoksa zaten diplomasi alanında da olmayacak bir şeydi. Yazının başında iki halkı da sevdiğimi söylemiştim. Öyle, ama Ermeniler'e daha da yakın olduğumu söyleyebilirim. Bu yalnızca aramızdaki tarihi sorunlardan ötürü değil; İstanbul'da birçok Ermeni arkadaşımla yaşadım, yaşıyorum. Böyle yakınlıklar Azeriler'le söz konusu olmadı. Kaç tane Azeri arkadaşım oldu ki? Tektaş ve Mustafa Kemal Ağaoğlu dışında? Onların da Azeri oldukları insanın aklına gelmezdi.
Ama bu Karabağ sorunu çıkıp Hocalı olayı gerçekleşince bu sempatiye dayanarak Ermeni tarafını haklı bulmadım. Tamam, peki, net bir Ermeni çoğunluğunun bulunduğu bir bölgenin başkasının yönetimine verilmesi haksızlıktır. Ama haksızlığı onarmanın dünya çapında kabul edilen yöntemleri, kuralları olmalı. Eline silahı alıp sınırları çizemezsin -yani, çizmemelisin.
Ermeniler geçmişte süreli haksızlıklara uğramış olabilirler, öyledir de. Ama bu, böyle bir davranışı meşru göstermez. "Kanun benim" diyerek ortaya atılmak, istediğini silahlı bir oldubittiyle elde etmek kurmak istediğimiz dünyaya uyan bir eylem biçimi değil.
Dolayısıyla onaylanacak bir şey de değil. Önce müzakere!
Bu durum karşısında Türkiye'nin şu anda aldığı tavrı da doğru bulmuyorum. Türkiye'nin kendini Azerbaycan'a yakın hissetmesinin birçok nedeni olabilir -hukuken haklı bulmanın dışında. Ama Türkiye'nin Ermenistan'la kendi geçmişi, kendi sorunu var. Çözmesi gereken çok önemli sorunu var. Karabağ olayında Ermenistan'ın yanlış davranışını 1915'te de olmuş gibi göstermeye çalışarak örtülemeyecek bir sorun bu.
Olaya müdahale etme biçimi de yanlış çünkü başından beri bir "kandaşlık" edebiyatı yapılıyor. Ermenistan'ın Karabağ konusunda davranışının yanlışlığı bir "akrabalık" sorunsalı içinde ele alınacak bir şey değil: Bu yanlışlık, uluslararası hukuku zedelediği için kınanması gereken bir şey. Lafı ısrarla "kandaşlık" bağına getirmek, aslında hukuku reddetme ihtimalini de içeriyor. Azerbaycan'ın yanındayız, çünkü "tek millet, iki devlet" diyorsak (Makedonya sorununda Bulgar çözümünden aşıramento), Azerbaycan uluslararası hukuka aykırı bir şey yapsa da onun yanında duracağımızı ilan etmek oluyor.
Ermenistan - Azerbaycan çatışması çıktığında Türkiye Cumhuriyeti'nin (bütün bu tarihi belirleyiciler arasında) yapması gereken böyle sloganlarla, "ırk" diyerek, "din" diyerek taraf tutmak değil, bu iki ülke arasında aklı başında bir "arabuluculuk" işlevini üstlenmektir. Bu arada, Ermenistan'la kendi ilişkisini de sağlıklı bir zemine oturtmaktır.