Murat Batı

07 Ekim 2024

SGK, Genel Sağlık Sigortası prim borçlarını yanlış usulle (mi) tebliğ ediyor?

SGK’nin, sosyal devlet ilkesini bir tarafa bırakarak yaklaşık dokuz milyon 400 bin kişiye bu şekilde tebligat çıkarması hakkaniyet açısından pek de doğru olmasa gerek; bu uygulamadan bir an evvel vazgeçilmesi elzemdir

1 Ocak 2012 tarihinden itibaren Türkiye’de ikamet eden Türk vatandaşları zorunlu olarak genel sağlık sigortası (GSS) kapsamına alınmıştır. Koşulları sağlamak ve talep etmeleri halinde yabancı uyruklular da GSS kapsamına girebilmektedir.

Emekli olmamış ve çalışmayan kişiler genel sağlık sigortası kapsamına girince sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedirler. Bunun için de brüt asgari ücretin yüzde 3’üne karşılık gelen tutarda yani 2024 yılı için aylık 600,08 TL GSS priminin ödenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla brüt asgari ücret değiştiğinde aylık prim tutarı da otomatikman değişecektir.

Ödenen bu prim, sadece sağlık hizmetlerinden yararlanılmasını sağlamaktadır. Diğer hizmetlerden yararlanmak için değildir.

Ancak 2013 döneminde ödenmeyen GSS prim borçları affedilmişti. Bu nedenle 1 Ocak 2014’ten sonrasına ait GSS prim borçlarına ilişkin telefon mesajı (SMS) gönderilmektedir. Basında yer alan haberlere göre yaklaşık 9 milyon 400 bin kişiye bu yolla mesaj gönderilmiş.

Yani bir kişi işsiz iken yararlanmayacağı/ya da yararlanacağı bir sisteme zorla dahil edilip borçlandırıp ardından da gecikme zammıyla tahsil edilmeye çalışılıyor. Ne güzel iş…

GSS borcu olanlar sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek mi?

Genel Sağlık Sigortası borcu olanlar normal koşullarda sağlık hizmetlerinden yararlanamaz. Ancak 7977 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 31.12.2024’e kadar sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek. Yeni bir Cumhurbaşkanı Kararı yayımlanmazsa 2025 yılında GSS borcu olanlar sağlık hizmetlerinden yararlanamayacak.

SMS mesajı sonrası ödeme emri gönderiliyor

Gelen telefon mesajları bir hatırlatma mahiyetindedir yani bu mesaj dolayısıyla ödenmedi diye hakkınızda haciz vs gibi bir işlem yapılmayacaktır. Haciz yapılabilmesi için bir ödeme emri tebliğ edilecek ödeme emri tebliğinden itibaren de 15 gün içinde borcun ödenmemesi gerekmektedir. Şayet borç 15 gün içinde ödenmezse o zaman haciz uygulamasına başlanacaktır.

Gelen mesaj ya da tebliğde hatalı bir husus/miktar vs varsa tebliğde belirtilen yere süresinde mutlaka itiraz ediniz.

Borç, gecikme zammıyla birlikte tebliğ edilmekte

6183 sayılı Yasa m.51 uyarınca süresi içinde ödenmeyen amme alacaklarına yasal sürenin son gününü takip eden günden itibaren aylık yüzde 4,5 gecikme zammı uygulanır. Televizyonlarda, basında ve sosyal medyada gecikme faizi denilse de doğrusu gecikme zammıdır. İkisi teknik ve hukuken farklı kavramlardır.

Gecikme zammı günlük hesaplanacağından size gelen ödeme emrinde yazan borç tutarı ödenme aşamasındaki tutardan daha düşük olacaktır. Daha basit bir ifadeyle size gelen ödeme emrinde yazan borcu ödemeye gittiğinizde daha yüksek bir borçla karşılaşacaksınız. Bunun nedeni ise ödenmeyen her gün için (aylık yüzde 4,5) borcun aslına gecikme zammı işlemesidir.

Borcu ödemeyenlere hapis cezası olacak mı?

Ödeme emrini alan kişi ya bu borcu öder ya da bunu dava eder. Borcu ödemezse 15 günlük süre içerisinde mal bildiriminde bulunması gerekir. Hiç mal varlığım yok demek de mal bildirimi sayılır.

GSS prim borcuna ilişkin gelen ödeme emrinin arka sayfasında bu yönde açıklamalar bulunmaktadır zaten.

Buna göre kendisine ödeme emri tebliğ edilen mükellef 15 gün içerisinde 6183 sayılı Kanun m.59’da belirtilen usule göre borcunu ödemek veya mal bildiriminde bulunmak zorundadır.

Borcun ödenmemesi ve mal bildiriminde bulunulmaması durumunda borçlu hakkında bir defaya mahsus olmak üzere derhal hapsen tazyik kararı uygulanacaktır.

Buna göre hapis cezası ödeme emri tebliğ edilmiş ve borcu ödememiş olan kişilere ve mal bildiriminde bulunulmamış kişilere uygulanır. Ödeme emri tebliğ edilmiş, borç ödenmemiş ama tam/eksiksiz/doğru mal bildiriminde bulunanlara uygulanmaz. Hapis cezası “borcu ödememekle” alakalı değil “mal bildiriminde bulunmamayla” alakalıdır. Çünkü İdare bu aşamadan sonra rahatça haciz uygulasın diye bizden malvarlığımızı bildirmemizi ister.

  Hapis kararı 15 günlük sürenin dolmasından sonra tahsil dairesinin talebi üzerine icra hâkimi tarafından verilir. İcra mahkemesi hâkimi tarafından verilen üç aylık hapis cezası, kamu borçlusu mal bildiriminde bulunduğu anda sonlandırılır.

Ancak uygulamada bu yönde bir hapis cezasına ben pek rastlamadım. Zaten İdarenin amacı da bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olduğundan hemen haciz aşamasına geçerek borcu tahsil etme yoluna gidecektir.

Borcu ödemeyenlere haciz uygulanacak mı?

GSS prim borcu ödenmediği için 6183 sayılı Yasa m.55 gereğince kendisine ödeme emri tebliğ edilen borçlunun 15 gün içerisinde borcunu ödememesi halinde, 6183 sayılı Yasanın muhtelif maddeleri uyarınca hakkında haciz uygulanır. Bankadaki parasına, maaşının belli bir oranına vs haciz gelebilir. Hatta asgari ücretli iseniz asgari ücretinize de haciz gelebilir. Ancak emekli, dul, yetim aylıklarına haciz uygulanmaz. 

Daha da önemlisi GSS prim borcu olan kişiye ait banka hesaplarına vs.’ye haciz gelir. Borçluya ait olmayan banka hesaplarına vs.’ye ya da akrabalık ilişkisinden dolayı anaya/babaya bu borçtan dolayı haciz uygulanmaz. Örneğin GSS prim borcu olan bir kişiye ait haczedilecek para, mal vs bulunamazsa eşine, kardeşine, annesine, babasına vs.’ye ait banka hesaplarına, mallarına haciz uygulanmaz.

Haciz işlemine başlanabilmesi için öncelikle amme borcunun ödeme emri ile takip edilmesi ve ödeme emrine ilişkin Yasada belirtilen sürecin tamamlanması gerekmektedir.

Yani İdarenin hacze girişebilmesi için ödeme emrinin usule uygun tebliğ edilmiş olması ve bu sürede borcun tamamının ödenmemesi gerekmektedir. Olası bir durumda ödeme emri ile tebliğ edilen borcun bir kısmı ödenmişse ödenmeyen kısım hacze konu olur.

SGK’nin hacze gidebilmesi için usulüne uygun tebliğ yapması lazım

Yukarıda bahsettiğim şekilde SGK’nin ödeme emri sonrası hacze gidebilmesi için ödeme emrinin usulüne uygun yapılması gerekmektedir. Yani SGK’nin haciz aşamasına geçebilmesi için ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ edilmesi önemli bir koşuldur.

Buna göre SGK’nin prim borçlarıyla alakalı cebri icra yoluyla takip ve tahsil işlemleri 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık sigortası Kanunu m.88 ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a yapılan atıf nedeniyle 6183 sayılı Kanun’a göre yapılmaktadır. Daha basit bir ifadeyle genel sağlık sigortası prim borçlarıyla alakalı ödeme emri ve akabinde yapılacak haciz işlemleri 6183 sayılı Kanun’a göre yapılacaktır.

6183 sayılı Kanun’a göre yapılacak tebliğ işlemlerine ilişkin

Tebligatla alakalı 6183 sayılı AATUHK m.8’de Hilafına bir hüküm bulunmadıkça bu kanunda yazılı müddetlerin hesaplanmasında ve tebliğlerin yapılmasında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” hükmü ile 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılacak tebliğlerde VUK’ta belirtilen tebliğ hükümlerinin geçerli olacağı hükmedilmiştir. Bu nedenle 6183 sayılı Kanun’a tabi işlemlerin tebliği Tebligat Kanunu’na göre değil, VUK’un tebliğ hükümleri uyarınca yapılacaktır.

İyi de bu bilgi ne işimize yarayacak dediğinizi duyar gibiyim, şöyle ki…

Aynı usûl 5510 sayılı Kanun için de geçerli

5510 sayılı Kanun m.99 uyarınca 5510 sayılı Kanun gereğince yapılacak bildirimler hakkında, Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır hükmü geçerlidir. Yani 5510 sayılı Kanun gereğince yapılacak bildirimler Tebligat Kanunu uyarınca yapılacak. Buraya kadar bir beis bulunmamaktadır.

Ancak 5510 sayılı Kanun’a tabi alacakların 5510 sayılı Kanun’un 88’inci maddesi ile 6183 sayılı Kanun’a yapılan atıf nedeniyle ödeme emri gibi işlemlerin tebligatının 6183’e göre ve dolayısıyla da 6183 sayılı Kanun m.8 nedeniyle de Vergi Usul Kanunu’na (VUK) göre yapılması gerekmektedir.

Daha basit bir ifadeyle cebri icra yoluyla takip ve tahsil işlemlerinden olan ödeme emrine ilişkin 5510 sayılı Kanun’da herhangi bir hüküm olmadığından ve 88’inci madde ile 6183’e yapılan atıf nedeniyle ödeme emrinin icrai bir sonuç doğurabilmesi için bunun VUK’a göre usulüne uygun tebliğ edilmesi gerekmektedir.

Her ne kadar gelen ödeme emri üzerinde bu belgenin Vergi Usul Kanununa göre tebliği gerekmektedir ifadesi yazsa bile bu evrak ya kapıya bırakılmakta ya da buldukları alt komşuya, dükkâna, bakkala vs’ye bırakılıp gidilmektedir. Yani SGK, diğer evraklara uyguladığı tebliğ usulünü ödeme emri için de uygulamaktadır.

Bu nedenle şu ana kadar SGK’nin ödeme emirlerini bu şekilde tebliğ etmesinin bu uygulamanın doğru olduğu sonucunu çıkarmamaktadır. Galatı meşhur olan bu uygulamanın haciz gibi bir sonuç doğurabilmesi için usulüne uygun yani VUK’a göre tebliğ edilmesi gerekmektedir. Daha basit bir ifadeyle ya muhataba ya ikametgah adresinde yetişkin birine vs’ye imza karşılığı tebliğ edilmesi gerekmektedir.   

Ezcümle

Her ne kadar konu hakkında Yargıtay bazı kararlarında[1] bizden farklı düşünse de 5510 sayılı Kanun’un 99’uncu maddesinde “Bu Kanun (5510 sayılı) gereğince yapılacak bildirimler…” cümlesinde geçen bu kanun gereğince ifadesinden 5510 sayılı Kanun uyarınca düzenlenmiş bildirimlerin ancak Tebligat Kanunu uyarınca tebliğ edileceği sonucu çıkmaktadır. Zira ödeme emri, 5510 sayılı Kanun’da düzenlenmemiş olup 5510 sayılı Kanun m.88’deki açık atfı ile 6183’ün ödeme emri hükümlerinin dolayısıyla da ödeme emrine ilişkin tebliğ usullerinin geçerli olacağı sonucu çıkmaktadır.

Bu nedenle yapılacak ödeme emri tebligatların genel olarak usulsüz olmasından dolayı -her ne kadar tebliğ evrakının üstünde VUK’a göre tebliğ edildiği yazsa da- sonrasında yapılacak hacizlerin de yapılamaması gerekmektedir.

En nihayetinde işin özü itibariyle ödeme emri usulü doğru yapılmış olsa dahi bir sosyal güvenlik kurumunun özellikle ülkenin genç nüfusunu oluşturan kitlenin önemli bir bölümüne haciz işlemi uygulamasının sosyolojik ve psikolojik olarak da olumsuz sonuçlar doğuracağı kaçınılmazdır. Devletin sadece gelir hedefi amacıyla ve sosyolojik/psikolojik sonuçları düşünmeden bu yola girişmesi de önemli bir tahribat yaratacaktır.

SGK’nin, sosyal devlet ilkesini bir tarafa bırakarak yaklaşık dokuz milyon 400 bin kişiye bu şekilde tebligat çıkarması hakkaniyet açısından pek de doğru olmasa gerek.

Bu nedenle bu uygulamadan bir an evvel vazgeçilmesi elzemdir.   


[1] Yargıtay, 15.10.2019 tarih ve E. 2017/21-243, K. 2019/1061 sayılı Kararı

 

Murat Batı kimdir? 

Prof. Dr. Murat Batı, 14 Aralık 1974 tarihinde Diyarbakır'da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Diyarbakır'da tamamladı. Lisansını Ankara Gazi Üniversitesi'nden, yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi'nden, doktora derecesini "Türev Araçların Vergilendirilmesi" teziyle 2012 yılında İstanbul Üniversitesinden aldı.

Mali hukuk alanında 2016 yılında doçent, 2022 yılında profesör kadrosuna (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi) atandı. 

Çok sayıda üniversite, banka, belediye ve profesyonel şirkete, özellikle vergi hukuku alanında eğitimler verdi; hukuk ofisleri ile YMM ofislerine danışmanlık yaptı.

"Vergi Hukuku (Genel Hükümler)", "Muhasebe Hileleri ve Vergiden Kaçınmanın Türk Vergi Mevzuatındaki Yasallığı", "Türk Vergi Sistemi" kitapları yayımlandı; 60'tan fazla ulusal ve uluslararası akademik yayında makale ve kitap bölümü yazdı.

Kısa bir süre Cumhuriyet, Dünya ve BirGün gazetelerinde konuk yazarlık yaptı. Eylül 2020'den itibaren T24'te yazmaya başlayan Murat Batı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mali Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevini halen sürdürmektedir.