Muhafazakâr kesimin AK Parti ile sınavını ele aldığım son iki yazıya gelen tepkiler, bu tartışmanın muhafazakâr kesim içinde zaten bir süredir var olduğunu ve halen sürdüğünü gösterdi.
Bu tartışmanın, sadece AK Parti-cemaat gerilim bağlamında değil, farklı cemaatlerin, devlet ve AK Parti ile ilişkilerinde var olması önemli. Çünkü, karşı karşıya olduğumuz durumun iki yüzü var.
Bir yüzünde sosyolojik olarak muhafazakâr kesimin dönüşmesi yani geleneksel değerleri modernlik içinde sentezlemeleri yani bir tür sekülerleşme süreci var.
Diğer yüzünde ise siyasal olarak, AK Parti iktidarının sunduğu maddi olanaklar, elde ettikleri statüleri koruma, geliştirme, birinci sınıf vatandaş olma, iktidarın parçası olma hissinin devamı için sunulan AK Partililik kimliğini sahiplenme var.
Sosyoloji mi, siyaset mi?
Sosyolojik olan ne kadar toplumsal olarak doğal bir süreçse; siyasal olanda o kadar üretilmiş bir kimlikleşme sürecidir. İlki muhafazakârların bu kimlik ve varoluşları ile bireyselleşmesi; ikincisi muhafazakârların siyaseten militanlaşması, siyasal olan AK Partililiğin bireysel olan muhafazakârlığı bastırması var.
Bu yüzden hangi siyasal görüşte olursa olsun muhafazakâr kesimin AK Partililikle sınavı olduğunu yazdım, tartıştım.
Kürtlerin de sınavı var
Cumhurbaşkanlığı seçimi bağlamında sadece muhafazakâr kesimi değil Kürtleri de büyük bir sınav bekliyor.
AK Parti’ye oy veren muhafazakâr Kürtlerin sınavını yukarıda andığım tartışmanın içinde değerlendirdiğim için, seküler/laik Kürtlerin sınavını tartışacağım.
Kürtlerin sınavı; eğer cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa Kürt siyasi hareketinin alacağı tavır bağlamında; Öcalan ve Kandil’le nasıl ilişki kuracakları yani siyasal özne olup olmama tartışmasıdır.
Kuşkusuz gerek Öcalan gerekse Kandil Kürt siyasi hareketi için vazgeçilmez iki etkili güçtür. Bu yönüyle Kürt siyasi hareketinin, bu güçlerin başlattığı mücadelenin sonucu olduğu da söylenip, Kürt siyasi hareketi bağımlı bir güç olarak da ifade edilebilir. Bu bağımlılık, özerk siyasete hatta fikir ayrılıklarına engel olmamalıdır.
Demirtaş’la yakalanan şans
Her şeye rağmen Kürt siyasi hareketi, Kürtlerin kimlik, temel hak ve özgürlükleri konusunda Meclis’te olan, kamuoyunda meşru en güçlü siyasi öznedir Bu yüzden pasif siyaset değil, varlığının doğal sonucu olarak aktif siyaset yapması gerekmektedir.
Kürt siyasi hareketinin temel sorunu budur. Güçlü, özerk, siyasi özne olamama. Her zaman ve durumda Kandil ve/ya Öcalan’ın gölgesinde kalma.
HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın adaylığı tam da bu tartışma bağlamında önemlidir.
Çünkü Demirtaş’ın adaylık süreci ve adaylık sürecindeki söylemleri/dili bu yönüyle Kürt siyasi hareketine ilk defa siyasal özne olma imkanı vermiştir. Bunda HDP’nin Türkiyelileşme kararı kadar Demirtaş’ın bireysel özelliklerinin etkisini de kabul etmek gerekiyor.
Ancak Demirtaş, HDP ve Kürtler için asıl sınav, cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda değil şayet olursa ikinci turunda alacakları pozisyon ile olacaktır.
Bu konuyu tartıştığım üç yazıda esas olarak, Demirtaş’ın bu aşmada en büyük zaafının Öcalan olduğunu ifade edip (http://t24.com.tr/yazarlar/murat-aksoy/demirtasin-adayligi-ve-demokles-kilici-olarak-ocalan,9759), Kürt siyasi hareketinin “normal şartlara” göre değil, “mevcut şartlara” göre karar vereceğini yazdım (http://t24.com.tr/yazarlar/murat-aksoy/demirtasin-sansizligi-normal-degil-mevcut-sartlar,9723).
O yazılarda ve CNN Türk ekranlarında katıldığım programda sorduğum soruyu Ahmet Hakan önceki gece Selahattin Demirtaş’a sordu; Seçim ikinci tura kalırsa Kürtler kime oy verecek?
Öcalan, Erdoğan derse Demirtaş ne diyecek?
Ben bu soruya ek olarak şu soruyu da sormuştum; Öcalan’dan çözüm sürecinin geleceği için açık ya da örtük biçimde de olsa Erdoğan’ı destekleyin telkini gelirse Kürt siyasi hareketinin tavrı ne olacak?
Ben bu sorulara yeterince cevap alamasam da bol hakaret aldığımı ifade etmeliyim.
Bu sorunun kulislerdeki cevabının “boykot” olduğunu da biliyorum. Bu, Demirtaş’ın adaylığı sürecinde Öcalan –ve Kandil- ile yapılan görüşmelerde alınan bir karar.
Demirtaş, Hakan’ın sorusuna mealen şu cevabı verdi; biz halkımızdan ilkelere oy istedik. İkinci turda bizim bu ilkelerimizi temsil eden aday olmadığı için seçmenlerimizi herhangi bir adaya yönlendirmeyeceğiz oldu.
Bugünün koşullarında, Demirtaş’ın cevabının apolitik, bu yönü ile pasif siyaset olduğu açık değil midir?
Gerçekten kendisi dışında kana iki adayın temsil ettiği değerler, söylemler, Türkiye tasavvurları, özgürlüklere ve Kürt sorununa bakışları arasında Demirtaş’ın mealen söylediği gibi hiç mi fark yok?
Demirtaş’a oy verenler Erdoğan’ın mı yoksa İhsanoğlu’nun mu Cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede yaşamak ister?
Demirtaş’ın steril siyaseti
İki aday arasında gerçekten hiç mi fark yok?
Bir tarafta ülkeyi etnik, kültürel, dinsel olarak ayrıştıran ve bunun üzerinden AK Partililik kimliğini konsolide eden, çoğulcu değil çoğunlukçu, siyasal alanı daraltmaya, hak ve özgürlükleri daha da kısmaya aday Erdoğan; diğer tarafta parlamenter sistemin ve siyasetin devamından yana, toplumu kucaklamaya aday, Kürt sorununu Meclis’te toplumsallaştırarak çözülmesinden yana İhsanoğlu var.
Sahiden iki lider arasında Demirtaş’ın ifade ettiği ilkeler açsından hiç mi fark yok?
Kürtler ya da Demirtaş’a oy verenler için Erdoğan ile İhsanoğlu gerçekten aynı mı?
Bu soruların cevabı gerçekten “evet” mi?
Şimdi değilse de yakında
Bu yüzden muhafazakâr kesimin önünde olduğu sınavın bir benzerini Kürt siyasi hareketi de verecek.
Seçim ikinci tura kalmazsa bu sınav bir süre ertelenmiş olacak. Ama elinde sonunda Kürt siyasi hareketi de Demirtaş’ta bu sınavla karşı karşıya kalacak.
11 Ağustos’tan itibaren Demirtaş’ın HDP Eşgenel Başkanı olarak izleyeceği siyaset, yola siyasal özne mi yoksa siyasal nesne olarak mı devam edeceklerini gösterecek.
İlk turda alabilecekleri yüzde 10 civarında oy, çözüm sürecinde pazarlığın mı yoksa siyasetin alanını genişletmenin aracımı olarak kullanılacak?
İzleyip göreceğiz.
@murataksoy