Bir taraftan yazı yazarken bir taraftan da Twitter’ı hem cep telefonundan hem de bilgisayardan takip ediyorum. VPN, DNS değişiklikleri, uzantı eklentileri kurarak yapıyorum bunu. Her an kapanabilir.
Her tweet'i son tweet olarak atıyoruz neredeyse.
Türkiye bunu hak etmiyor. Hem de hiç.
Türkiye, ülkeyi bu duruma düşürenleri de hak etmiyor.
Vicdanlar kör olmuş
AB üyelik müzakerelerini sürdüren, ABD’nin stratejik ortağı olduğunu ifade eden Türkiye’nin sosyal medyayı yasaklama konusunda gösterdiği irade; ileri demokrasi hayali kuran bir ülkeden çok, 3. dünya ülkesini andırıyor.
Acı olan ise ülkeyi yönetenlerin bundan rahatsız olmaması.
Eğer rahatsız olan varsa da, sessiz.
Hem kulaklar hem de vicdanlar sağır olmuş durumda.
Kral kadar kralcılar da tehlikeli
Twitter’ın kapatılma sinyali Başbakan Erdoğan Bursa mitinginde geldi. Partisine karşı yapılanları komplo olarak niteledikten sonra şu açıklamayı yaptı; “Şimdi bakın uluslararası komplolar bu işin içinde. Çok ilginç. Bu Twitter'lar falan var ya şimdi mahkeme kararı çıktı, Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız. Efendim işte uluslararası camia şöyle der, böyle der, hiç beni ilgilendirmiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü görecekler”.
Bu açıklamadan saatler sonra Twitter kapandı.
Kapatma ile ilgili olarak yapılan açıklamada mahkeme kararı olduğu ifade edildi.
Ortaya çıktı ki, mahkeme kararları erişimi engellemek için değil, şikayet edilen kullanıcı sayfalarının engellenmesiyle ilgili.
Bir kez daha gördük ki, Türkiye’de sorun “kral” kadar, “kralcıların” gözü karalığında.
Başbakan’ın asıl söylediği
Başbakan, Bursa mitinginde Twitter'ın kökünü kazımak kadar tehlikeli olan başka şeyler de söyledi; “Efendim işte uluslararası camia şöyle der, böyle der, hiç beni ilgilendirmiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü görecekler”.
Bu açıklamalar, doğrudan Twitter'ın kapatılması üzerinden ifade edildiği için muhatabı belli. Muhatap parçası olmak istediğimiz Batı. Nitekim Twitter'ın kapatılmasından sonra yapılan eleştiriler çoğunlukla oradan geldi. Üyesi olmak istediğimiz AB kurumlarından, stratejik ortağımız ABD’den.
Batı’dan gelen eleştiriler bizi ilgilendirmiyor olabilir mi sahiden?
Başbakan’ı ilgilendirmediği açık. Başbakan hamaset yüklü bir söylem ile Batı’ya karşı Türkiye’nin “gücüne” vurgu yapıyor.
Gerçekten Türkiye hangi gücüyle bu eleştirilere karşı koyacak?
Stratejik konumu ve gücüyle mi, yumuşak gücüyle mi?
Yoksa kendini “mezhep” kardeşliği üzerinden konumlandırdığı karşılığı olmayan Ortadoğu liderliği ile mi?
Gerçekten bu eleştirilere karşı koymak için ya Batı dünyası ile tüm ilişkileri zihnen koparmış olmak ya da pazarlık durumunda elinizde çok şeyinizin olması gerekiyor.
Eğer ilki geçerli değilse, Batı’ya karşı gücünüz, güçlü bir toplumsal meşruiyete ve bu meşruiyetten güç alan siyasi risktir.
Adım adım azalan meşruiyet
AK Parti hükümeti güçlü bir toplumsal meşruiyete sahip midir?
2011’de yapılan seçimleri referans aldığınızda yüzde 50 oy almış bir iktidar partisinden söz ediyor olabiliriz. Ama bugün hükümetten bahsederken; ülkenin temel sorunlarını çözme, ülkeyi demokratikleştirme, çoğulcu toplum hedefi yerine kendi tabanı dışında toplumun geniş toplumsal kesimleri ile kavgalı, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile yıpranmış bir iktidardan bahsediyoruz.
Bugün sadece laikleri değil, cemaati de ötekileştirmiş, kendi tabanına hapsolmuş, toplumsal kutuplaşmayı siyaseten derinleştiren ve bunu yaparken de hamaset kokan dil kullanan bir hükümet var karşımızda.
Başbakan’ın bu söylem ile aldığı siyasi riskleri, “millilik” ile “vatan, bayrak, milli marş” görselleri ile pazarlamak, iyi bir iletişim stratejisi olabilir ama siyaseten sorunludur.
İşte bu yüzden Türkiye’nin temel sorunu kendi varlık ve iktidarını sürdürmeyi merkeze almış bir liderlik anlayışı, ona siyaseten mesafe alamayan AK Partili yöneticilerdir.
Yaşanan her şeyi komplo, dış güçler, onların içerdeki uzantıları, Erdoğan karşıtlığı gibi abartılı savunma refleksleri ile açıklama gayreti, hükümeti hem zihnen hem siyaseten yalnızlaştırıp değersizleştiriyor.
Tabii ona destek verenleri de.
30 Mart’ın önemi
Bu yüzden 30 Mart seçimi sadece yerel seçim değildir.
30 Mart Türkiye’nin eksik de olsa var olan demokrasisini koruma ve geliştirme şansının varlığı ile tek adamlığa giden rejim arasındaki yol ayrımıdır.
Twitter mı?
Şimdilik arka kapılar sayesinde açık.
twitter.com:@murataksoy