İktidara geldiği 3 Kasım 2002'den itibaren AK Parti'yi, Başbakan Erdoğan'ı siyaset dışı yollarla devre dışı bırakmak isteyen kesimler oldu.
Bu kesimlerin başarılı olma şansı yoktu. Çünkü bunu meşru bir siyaset zemininde, sandıkla değil siyaset dışı operasyonel yollarla yapmak istiyorlardı. Siyasetsizliği referans alan hiçbir pozisyonun, siyasal partinin meşru siyaset karşısında şansı olmayacaktır.
Varlıklarını bu karşıtlığa dayandıranlar için, Türkiye’nin içine düşeceği her “kriz anı” fırsattı ve kullanılmalıydı.
Yeni Türkiye’yi Gezi ruhu kurabilir
Bu kesimler için Gezi protestoları, bu tip bir kriz anı idi ve kullanılmaya çalışıldı. Hükümetin önce yönetemediği sonra da bilinçli olarak yönetmediği, zamana yaydığı, manipüle ettiği krizdi Gezi protestoları.
İstanbul ve Ankara'da aşırı şiddet görüntüleri siyaset dışı olan bu aklın yansımalarıdır.
İktidar, yönetemediği/yönetmediği krizi, Gezi’yi bu görüntüler üzerinden kriminalize etti. Camide içki içildi, Kabataş’ta Başörtülü kadına yönelik saldırı gibi gerçek olmayan söylemler bilinçli olarak kullanıldı.
Bu söylemler, AK Parti’nin Gezi’yi bu gruplara indirgeme açısından başarılı oldu ve tabanını konsolide etti. Bir yıl sonra bile “Gezi zekalılar” vurgusu aynı amacı taşımaktadır.
Laik kesimin siyasetle tanışması
Gezi protestolarının özü tabi ki bu değildi. Kimileri tarafından küçümsenen ve asla bir araya gelmeyecek denen insanların, kurumların Gezi’de bir araya getiren tek ve en önemli güç; “iktidarın, devletin özel hayatlarına, yaşam tarzlarına, inançlarına” açık müdahalesidir. Bu açıdan Gezi, laik kesimin, kendi hak ve özgülüklerine sahip çıkma ve bu anlamda belki de ilk defa siyasetle tanışmasıydı. (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MuratAksoy/laik-kesim-siyasetle-tanisirken/38120 ve http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MuratAksoy/laik-kesim-sekulerlesirken/38525 )
Muhafazakâr kesimin 1970’lerden başlayıp 1980’lerden itibaren kamusallaştırdığı siyasallaşmayı laik kesim partisiz, örgütsüz ve kendiliğinden ilk defa yaşıyordu. Gezi’yi özgün kılan da buydu. Bu yüzden tekrarı olmadı ve belki de olmayacak.
Bugün Gezi ruhu olarak ifade edebileceğimiz bu özgünlüğün en büyük zaafı, ortaya çıkan bu enerjinin kısa vadede bir siyasallaşmaya dönüşmezse işlevsiz kalacak olmasıdır.
Ak Parti de muhalafet de Gezi’yi anlamadı
Aradan geçen bir yıla rağmen muhalefet, bu enerjiyi siyasallaştırma konusunda ne yazık ki başarılı olamadı. Bugün muhalefetin en önemli siyasallaşma, etkili muhalefet araçlarından birisi Gezi’dir, Gezi ruhudur.
AK Parti ve Erdoğan, Gezi’yi anlama çabası olmadığı gibi bunu açıklama gayetine girdiler. Açıklama kolaydı; Dış güçler, onların uzantıları, faiz lobisi, Türkiye’nin büyümesini istemeyenlerdi.
Tabi bu süreçte AK Parti ve Başbakan Erdoğan yalnız değildi. Her dönem olduğu gibi “kraldan çok kralcılar” devrede oldu. Gezi’yi AK Parti/Erdoğan ve çözüm süreci karşıtlığı ile yaftaladılar.
Varlık ve meşruiyetlerini AK Parti/Erdoğan karşıtlığına indirgeyenlerin hedefi bu olabilir. Ama Gezi’ye temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkanlardan hareketle çözüm süreci karşıtı ilan etme tezi hayli ironiktir.
Kürt siyasi hareketinin kötü sınavı
Bir muhalefet partisi üstelik Türkiyelileşme hedefi olan Kürt siyasi hareketi de ne yazık ki, Gezi’de ortaya çıkan bu enerjiye yeterince sahip çıkmadı. 28 Mayıs’ta iş makinasını durduran Sırrı Süreyya Önder bir süre sonra sırra kadem bastı.
Hükümetin yürüttüğü çözüm süreci Kürt siyasi hareketine geri adım attırmıştır.
Kürt siyasi hareketi Gezi’ye sahip çıkmadı ama Gezi ruhu, 28 Haziran’da Lice’de Kalecik Jandarma Karakolu yanındaki kalekol inşaatının yapımını protesto ederken karakoldan açılan ateşle 19 yaşındaki Medeni Yıldırım’a sahip çıktı. Medeni Yıldırım’a da Ethem Sarısülük gibi, Abdullah Cömert gibi, Ali İsmail Korkmaz gibi, Mehmet Ayvalıtaş gibi, Ahmet Atakan gibi, Hasan Ferit Gedik gibi Berkin Elvan gibi sahiplenmiştir.
Gezi’den Lice’ye bağ kurmalı
Gezi’de birbirinden farklı kesimleri birleştiren, hayat tarzlarına, kimliklerine, özel hayatlarına sahip çıkmasıydı.
Son günlerde Lice’de olanlar ne?
Lice’de olanlar Kürtlerin hak ve özgürlüklerine sahip çıkması, eşit vatandaşlık talepleri ve bunun için çözüm sürecinde somut adımlar atılması isteği değil mi?
Kürt siyasi hareketi Gezi’ye çözüm sürecini bahane ederek sahip çıkmadı. Ama bugün Gezi ruhu, Kürtlerin hak ve özgürlüklerine, eşit vatandaşlık haklarına sahip çıkmak durumdadır. Çünkü Kürtlerin hak ve özgülüklerine eşit vatandaşlık hakkına sahip çıkmak, Gezidekilerin kendi hakların sahip çıkmasıdır.
Batı’dan bakınca Lice’yi, Kürtleri yeterince tanımadığımız, sorunları yeterince bilmediğimiz için farklı bir fotoğraf görüyor olabiliriz. Hatta son bayrak provakasyonu Kürtlere bakışımızı değiştirmiş bile olabilir.
Ancak Gezi ile Lice’nin ortaklığı devletin, iktidarın kimlik ve hayat tarzı dayatmasına, özel hayatımıza müdahale etmesine karşı çıkmak, eşit vatandaşlık talebidir. Şiddete karşı çıkarak, şiddet kullanmayarak hak, özgürlük ve eşitlik talep etmek.
Milliyetçiliğe savrulmayalım
Beyaz yakalı olsak da, iyi okullarda okumuş, iyi işlere sahip olsak da, başka bir yaşam tarzına sahip olsak da; hak ve özgürlükler noktasında, eşit vatandaş olma, hayat tarzımıza, kimliğimize sahip çıkma noktasında Kürtlerle aynı durumdayız. Vatandaş olarak hepimizin karşısında otoriter öze sahip bir devlet var.
Bu yüzden Gezi’den Lice’ye bir temel hak ve özgürlük, eşit vatandaşlık hattı kurmadan, bunların siyasetini savunanların işbirliği olmadan, demokrasi koalisyonu kurmadan devletin ve PKK’nın otoritesine karşı durmak mümkün değildir.
Evet bayrak provakasyonunu kabul etmek mümkün değil. Ama tek başına provakasyon da sorunun temelini gözden kaçırılmasına hizmet etmesin, bizi demokratlıktan milliyetçiliğin sularına savurmasın.
Unutmayalım; vatandaş olarak Türkler ve Kürtlerin ortak keseni eşit vatandaşlık talebiyken; devletle PKK’nın ortak keseni de otoriter öze sahip şiddet tekelini elinde tutan yapılar olmalıdır. Gezi’den Lice’ye ortak mücadelemiz demokratik siyaset zemininde ikisine de karşı olmak zorundadır.
@murataksoy