Murat Aksoy

25 Şubat 2014

Demokratikleşmenin yerini İslami Kemalizm mi alıyor?

...

Hükümetin,17 Aralık’la başlayan süreci kendisine yönelik bir ‘darbe girişimi’ olarak okuyup; buna karşı attığı her siyasi adım ne yazık ki, Türkiye demokrasisine mevzi kaybettirip siyasal alanı daraltıyor. Emniyetteki yer değişiklerinden hakim savcıların görevden alınmalarına, HSYK’nın Adalet Bakanlığı’na bağlayan yasadan internete gelen sansüre hiçbir girişim Türkiye’yi demokratikleştirmiyor. Son olarak Meclis’e sevk edilen MİT yasasının demokratik bir hukuk devletindeki yerini açıklamak için başka bir demokrasi tanımı yapmak zorundayız.

 

Arap uyanışı MİT'i de vurdu

 

Meclis’te tartışılan MİT yasası ile ilgili tartışmalar, hükümetin MİT’e biçtiği yeni misyonun ipuçlarını veriyor. AK Parti’nin askeri vesayeti geriletmesi ile birlikte MİT öne çıkan bir kurum oldu. 2007 ile birlikte MİT’te hedeflenen yeni misyon, kurumun sadece ülke içinde değil ülke dışında da güçlü olması oldu. Bu Türkiye’nin bölgede etkili bir aktör olma hedefine uyumlu bir tercihti. Bu süreçte MİT’in başta bütçesi olmak ciddi bir büyüme yaşadı.

Doğal olarak hedef de oldu. Bu süreçte 7 Şubat krizi, hükümet politikasını icra eden kurumun başkanına açılan bir soruşturma olarak sadece MİT Müsteşarını değil Başbakan’ı da hedef aldı.

MİT ne yazık ki, kendisine biçilen misyona uygun esnekliği gösteremedi. Arap uyanışı sonrası bölgede yaşanan gelişmelerle bu misyon ne yazık ki sekteye uğradı. Arap uyanışının Suriye’de başarısız olması, Türk dış politikasına ilk darbeyi vurdu. 2013’de Gezi sürecinde yaşananlarla aynı günlerde Mısır’da başlayan protestolar sonucunda 3 Temmuz’da seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın darbe ile tutuklaması; Türkiye’nin bölgede etkili ve lider ülke hedefinin de sonu oldu. Bu aynı zamanda  MİT’e biçilen yeni misyonun da darbe almasına yol açtı.

Gezi süreci ve Mısır’daki darbe, AK Parti’nin hızla içe kapanmasına ve dinsel sembollerin ve dilin  yoğun biçimde kullanıldığı ve hedefinde tabanı din üzerinden konsolide etmek olan bir süreç başladı.

 

17 Aralık'tan sonra MİT'e biçilen rol

 

Meclis’te tartışılan yasadan anlaşılan o ki, hükümet MİT’e yeni bir misyon biçiyor. Bu yeni misyonun ise 17 Aralık’tan sonra oluştuğuna kuşku yok.

Var olan yetkileri daha da genişletilen, özel hayatı neredeyse hiçbir yasal gerekçe olmadan izleyebilen, istediği her operasyonu yapabilen, yaptıkları ile ilgili olarak hesap sorulamayan bir kuruma dönüşüyor MİT. Bu haliyle MİT, sadece istihbarat örgütü değil, yürütmenin özel bir kurumuna dönüşmüş oluyor. MİT artık devletin değil, hükümetin istihbarat örgütüdür.

Hedef gerçekten MİT’in sürdürdüğü İmralı görüşmelerini yasal bir zemin sağlamaksa; kuruma bu kadar yetki verilmesi açıklanmaya muhtaçtır. Aslında MİT’le ilgi önerilerin yasa tasarısı olarak değil de teklif olarak gelmesi, görüşmelerde yasaya imza atanların teklif için  kendilerine “iletilen” metne “devletin ali menfaatleri için imza attık” ifadeleri yeterince düşündürücüdür. Bu yeni dönemde MİT’in esas işlevi dışarıdaki rutin işler dışında içerde olacak görünüyor.

 

Devletçiliğin dayanılmaz gücü

 

Gezi’de başlayan söylem ve 17 Aralık’ta eyleme dönen siyasal tasarruflar ne yazık ki demokratik alanı genişleten değil daraltan adımlardır. Bu süreç yeni bir devlet inşasıdır. Bu adımların her biri, yıllardır şikayet ettiğimiz ‘devlet’i daha güçlü biçimde siyasal sistemin merkezine oturtacak adımlardır. Kısaca bu adımlar bizzat AK Parti’nin devletleşmesidir. 

AK Parti bu adımlarla toplumun sahipleneceği bir devleti değil kendi devletini inşa ediyor. Bunu, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, azınlık haklarının korunması, laiklik temelinde değil sahip olduğu kültürel kimliği temel alan, temel referansı çoğulculuk değil çoğunlukçuluk olan dinsel bir yorumun kamusallaştırıldığı bir zemin üzerine inşa ediyor.

Bu yönüyle AK Parti’nin “devlet”i,  Kemalizm’in devletinden farklı değildir. Devletin sahip olduğu imkanlarla yaratılan “rant”ı, kendi siyasal meşruiyetini sürdürmesine katkı sunan “grup/lar/a, topluluk/lara/a dağıtma” işlevi bugün de devam etmesi istenmektedir. Bu yaklaşım özünde "devlet iyiydi ama bugüne kadar yöneticiler yanlış insanlardı. Biz bu devleti yönetecek doğru insanlarız" mantığına dayanmaktadır. Kısaca devlet laikçi Kemalistlerden İslamcı Kemalistlere geçiyor.

 

Güçlü devlet suç üretir

 

İddia ettiği gibi tüm yapılanlar paralel devletle mücadele etme amacından çok; çevresine bir koruma zırhı örme uğruna temel hak ve özgürlüleri kısıtlanarak olağanüstü hal ilan ediyor. AK Parti giderek yalnızlaşıyor ve bu yalnızlığını dinsel söylem üzerinden konsolide etmeye çalışıyor. Bu çaba belki seçimi kazanmasını, oyunu korumasına yetebilir. Ama Türkiye’yi zihnen bölünmesini engellemeye yeter mi emin değilim.

Bu yazı bittikten sonra önce 7 bin kişinin dinlendiği haberi geldi. Akşam saatlerinde de Başbakan Erdoğan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen bir konuşma düştü internete. Devletin bu kadar güçlü olduğu yerde “gizlilik” kaçınılmaz olarak suç üretir. Bunun önlemenin yolu yine demokrasi ve şeffaflıktır.

 

twitter: @murataksoy