Gezi’den ders almayan hükümet, 17 Aralık’tan sonra benzer hataları tekrarlamaya ısrarla devam ediyor. Gerçeklikten kopmuş bu hal, açık bir akıl tutulması örneği olarak tarihe geçmeye aday.
Gezi’deki barışçıl talepler karşısında Başbakan Erdoğan ve hükümetin tavrı, yeni bir dönemin ilk işareti oldu. Verilen ilk işaret ise, artık demokratikleşen değil içe kapanan, içe kapandıkça otoriterleşen, kendi kültürel kimliğini siyasal kutuplaşma aracı olarak kullanılacağı bir anlayışın hayata geçeceği yönünde oldu. O günden bu yana bu anlayış, şiddetlenerek devam ediyor. 17 Aralık’ın bu anlayışın sertleşmesinde hızlandırıcı bir rol oynadığı açık.
Gezi’de AK Parti’ye bir biçimde destek olmuş küçük bir azınlığı gözden çıkaran AK Parti, 17 Aralık’la birlikte yakın geçmişte AK Parti’ye oy vermiş büyük bir kitleyi siyaseten dışlamış oluyor.
Bu tercih sıradan bir tercih değil. Bu, Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin değil, kendi tabanının başbakanı olması tercihidir. Onun için bilinçlidir, onun için çatışmacıdır. Onun için bölücüdür.
Siyaset alan yok olurken
Bu gerilim nedeniyle demokratik bir ülkede asla kabul edilmeyecek şeyler, sıradanlaşıp, olağanlaşıyor. Hukuksuzluk bizatihi bir yönetim tarzı oluyor; hamaset siyaset sanılıyor. Meydanlardaki kalabalıklarla iddialar itibarsızlaştırmaya çalışılıyor.
Ama şu var ki, hükümet 17 Aralık’ı kendisine yönelik “darbe” olarak görürken; bu tarihten itibaren hükümetin tasarrufları, geride bıraktığı 10 yılda demokrasi adına elde edilen kazanımlara bir derbe olarak karşımıza çıkıyor. Son olarak youtube, facebook gbi sosyal iletişim kanallarını kapatabileceğini ifade eden Erdoğan, kontrolü kaybeden bir iktidara dönüşüyor. Son iki ayda olan siyasi alanın bizatihi hükümet tarafından adım adım yok edilmesidir.
Kısaca Türkiye’de 17 Aralık’tan sonra biten sadece hukuk devleti değil, siyaset de bitti. AK Parti elindeki imkan ve güçle devleti AK Partilileştirdikçe, siyaset de işlevsizleşiyor. Ve sandıktan alacağı meşruiyeti de tüm bunları haklı göstereceği bir plebisite dönüştürüyor.
Ve biz, tüm bu yaşadıklarımızı hala demokrasi içinde analiz etmeye çalışıyoruz.
Çok zor.
Gözler CHP’de
Siyasi alanın adım adım daraldığı, siyasetin zemin kaybettiği, iktidarın her şeyi kontrol etmeye çalıştığı bir sistemde gözler siyasi muhalefete çevriliyor.
Çünkü içinde olduğumuz siyasi krizin çözümü yine var olan siyasi aktörlerin devreye girmesi ile aşılacak. O yüzden muhalefet her zamankinden daha önemli hale geliyor.
Bu ortamda kuşkusuz en çok merak edilen parti ana muhalefet partisi CHP.
CHP, Gezi sürecinden yeterince gösteremediği siyasal muhalefeti, 17 Aralık ile birlikte gösteriyor. Bunda -yerel de olsa- seçim süreci içinde olmanın payı büyük.
CHP'nin 17 Aralık'tan itibaren yaptığı en etkili muhalefet ortaya çıkan bilgi ve belgeleri Meclis çatısı altında kamusallaştırarak onları toplumla paylaşmak. Tapelerin grup toplantılarında yayınlanması, fezlekelerin ısrarlı takip edilmesi, bunların izinin sürülmesi de bir o kadar önemli.
Yine meydanlarda Kılıçdaroğlu’nın konuşmalarını “yolsuzluk” iddiaları üzerine inşa etmesi önemli. Ama bu seçimler az bir zaman kalan ters tepebilir.
Çünkü, meydanlarda tüm partilerin “yolsuzluk” iddialarını dillendirmesi bizatihi bu iddlaraı “apolitikleştirir” ve sıradanlaştırır.
Şu anda olan budur.
Toplumu iktidar adaylığına ikna etmek
Seçimlere çok az zaman kala CHP’nin topluma şu mesajı güçlü biçimde vermelidir; CHP, güçlü bir iktidar adayıdır. Projeleri ile Türkiye vizyonu ile AK Parti’den farkını ortaya koymalıdır.
Seçimler çok az zaman kaldı.
Bu kısa sürede CHP'nin yapacağı en önemli çıkış, salt yerel yönetim projeleri değil, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin temel meselelerine bakışını ortaya koyan bir “Türkiye Vizyonu” açıklamak olmalıdır.
Bu strateji, sadece tabanı kemikleştirme değil, tabanını genişletmeyi hedeflemelidir. Bu ise hem karasız seçmenleri hem de AK Parti iktidarının tek parti özleminden rahatsızlık duyan kesimleri hedeflemelidir. Bu da ancak yeni bir laiklik söylemi ile mümkündür.
Unutmayalım Başbakan Erdoğan, 1994’de İstanbul’u sadece kendi projeleriyle değil, RP’nin 24 Aralık 1995’de birinci parti olmasını sağlayan bir “adil düzen” söylemi ile vardı. Bu söylemin içi boş olsa bile, bizatihi söylem toplumu ikna etmeye yetmişti.
CHP’nin önünde tarihi bir fırsat var. Bu fırsatı kullanılması sadece AK Parti’nin kötü olmasından değil, kendisinin iyi olduğunu topluma anlatması ve ikna etmesi ile mümkün.