Murat Aksoy

19 Mayıs 2014

Bu korkuyla Türkiye’yi yönetemezsiniz

Soma'da yaşanan faciada meydana gelen ölümleri, iş kazası olarak ele almak mümkün değil

Soma faciasının üzerinden geçen 6 güne rağmen soruların tamamı cevaplanmış değil. Ve toplumun bir kesiminin hükümet/devlete var olan güven sorunu devam ettikçe de, bu sorulara verilen cevaplar da muhtemelen tatmin edici olmayacak.

Facianın 6 gününde, bazı işletme yöneticileri kusurları nedeniyle göz altına alındılar. Muhtemelen bazıları tutuklu yargılanacaklar.

Peki facianın tüm sorumlusu gözaltına alınanlar mı?

Oradaki teknik müdür ve diğer idari sorumlular mı?

Onlar kadar suçlu olan işletme sahibidir de.

 

Mevzuatta ‘yaşam odası’ yazmıyormuş

 

Mevzuat ve yasada lafzi olarak geçmediği için bazı önlemlerin (yaşam odası gibi) alınmamış olması işvereni kurtaramaz.

Çünkü, mevcut yasalar gereği işverenin temel sorumluluğu işçiyi korumaktır. Bunun için en son teknoloji kullanmak zorunda. Bu, 6331 Sayılı İş Sağılığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun da gereğidir.

İlgili kanun, işverene çalışanların işle ilgili her türlü tedbirin alınmasını zorunlu kılmıştır. İlgili yasanın 4. ve 5. Maddelerinde bu sorumluluklar belirlenmiştir.

6631 sayılı yasanın hazırlandığı günlerde medya ve sendikaların gündeme getirdiği ve Türkiye’nin henüz imzalamadığı Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 176 sayılı sözleşmesinin hatırlatılmasını üzerine bakanlık yetkilileri; getirilen yasada ILO’nun 176 sayılı sözleşmesinden daha ileri koruma tedbirleri olduğunu ifade etmişlerdir.

 

Sorun yasa değil zihniyet; kaza değil cinayet

 

Şunu da ekleyelim ki Türkiye 2044 yılında ILO’nun 1981 tarihli 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Sözleşmesi’ni ve 1985 tarihli 161 sayılı İş Sağlığı Hizmetleri Sözleşmesi’ni imzaladı.

Yine 2006 tarihli 187 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini Geliştirme Sözleşmesi’ni de 2009 yılında imzaladı.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de sorun yasal değil zihinsel. Sorun yasaların pragmatik biçimde yorumlanması. Sorun kurulan ekonomik ve sosyal politikaların dayandığı zihniyet.

Bu yüzden Soma’da yaşanan faciada meydana gelen ölümleri, iş kazası olarak ele almak mümkün değil. Bu açık ifade edelim ki, “kâr” motivasyonlu sistemin bir cinayetidir. Ve tedbir alınmadığı sürece Türkiye’nin farklı yerlerinde bulunan madenlerden de acı haberlerin gelmesi an meselesidir. Yani Soma’da karşı karşıya kaldığımız acının bir benzerini Tavşanlı’da, Zonguldak’ta her an alabiliriz.

 

İlk 5 ayda bir Soma yaşadık

 

Ancak kabul edelim bu kâr motivasyonlu sistem, iş sağlığı ve güvenliği, denetim, taşeron sistemi, sosyal güvence gibi maliyet kalemlerinden tasarrufa giderken, sadece insan hayatını tehlikeye atmıyor; bizatihi ekonomik ve sosyal sistemin de kaçınılmaz otoriterleşmesini sağlıyor. Çünkü, kar motivasyonu sadece işverenin değil aynı zamanda devletin de hedefi olduğu için yasalar değil ama uygulamanın denetimi kaçınılmaz olarak bu amaca göre özelleştirilmekte ve piyasaya açılmaktadır. Bu ise, kaçınılmaz olarak bir denetimsizliğe ve keyfiliğe yol açmaktadır.

Nitekim benzer ölümler, Türkiye’nin her tarafında yükselen inşaat sektöründe de yaşanmaktadır. Bundan birkaç yıl önce Beylikdüzü’nde bir AVM’nin inşaatında çıkan yangında 11 işçinin ölmesi bunun bir örneğidir.

Soma’daki faciada resmi rakamlara göre 301 kişi öldü. Daha acı olan şu; Ocak-Mayıs 2014 döneminde iş kazalarında ölenlerin sayısı 300’e yakındır. Yani yılın ilk 5 ayında iş kazalarında ölenlerin sayısı bir Soma kadardır. Bu ölümle, tekil ölümler olduğundan dolayı kamuoyunda yeterince dikkat çekmiyor ne yazık ki.

Önlem alınmadığı, bu alanda demokratik denetim kanalları açılmadığı sürece bu ölümler ne yazık ki devam edecek. Ve biz her seferinde aynı duyguları yeniden yaşayacağız.

 

Devletin nobran yüzü

 

Soma’da ortaya çıkan acı tabloyu karartan bir başka gelişme de devletin Soma ve tüm Türkiye’de vatandaşa gösterdiği sert yüzüdür.

Başbakan Erdoğan’ın Soma’da yapmış olduğu konuşma bu açıdan çok talihsizdir. Faciayı sıradanlaştırıp, önemsizleştiren, ölümü mesleğe ve kadere bağlayan anlayış gerçekten hükümete cephesinde ciddi bir zihinsel yıpranma ve gerginlik olduğunu gösteriyor.

Nitekim kendisine yapılan protestolar sonrası, Başbakan ve yakın korumalarının protestoculara yönelik şiddet kullanımı iddiası, Müşavir Yardımcısı Yusuf Yerkel’in neredeyse etkisiz hale getirilmiş vatandaşa yönelik açık şiddeti ve başta Soma’da olmak üzere Türkiye’nin farklı yerlerinde Somalılara sahip çıkılmasına polisin kullandığı orantısız şiddet de bu ruh halinin yansımasıdır. Ve bunu tamamlayan ise parti sözcüsü Hüseyin Çelik’in açıklamalarıdır.

Son olarak bunca ölüme, bunca şiddete rağmen hiçbir görevden alma ya da her hangi bir istifanın bile olmaması gerçekten insanı düşündürüyor.

Kabul edelim ki, bu kutuplaşma, bu korku, bu ötekileştirme ile ne sistem çalışır ne de Türkiye yönetilir.

@murataksoy