Misal Adnan Yıldız sergisinin açılışından hemen önce Erdağ Aksel ile söyleşti: “H harfinin altına heykeltraş, Y harfinin altına Yetmez ama Evetçi’leri yerleştirmek, herhalde insanları rahatlatıyor.”
EA: Tabii ki her sergi gibi acılı bir süreç olarak başladı. Bazı eski çalışmaların tekrar toparlanması gerekti. Bu kendi başına her zaman acı verici bir iştir. Ama bilirsin hafif acı bazı yemeğe yakışır. Son olarak yaptığım “Aile Benzerlikleri” sergisinde de bazı eski işlerime geri dönüp, deyim yerindeyse onları tekrar ziyaret ederek, bazılarını farklı biçimde yeniden üretme pratiğim olduğundan, bu sergideki monografik özellik beni kavramsal olarak çok zorlamadı. Herhalde insan yaşlanınca, geriye dönüp eskiden yaptıklarına şöyle bir bakıp, kendine şimdiki aklımla nasıl yapardım sorusunu soruyor. Şikayet etmiyorum ama, her zamanki gibi sen benim çekmecelerimi karıştırıp, ortaya çıkarmadığım bazı çalışmalarımı sergilenebilir hale getirmeye zorladın. Bunun sonucunda “yeni” denilebilecek bazı işler ortaya çıktı. Eh, sadece bu bile belki de çekilen acıya değer. Ancak dört günlük enstelasyon süreci sonunda bir bel ağrısı başladı ki, o acının keyfinden pek bahsedemeyeceğim.
Yani heykeltraşa heykelci de deniliyordu?
Sergide, daha önceki çalışmalardan ‘Bu sergi’ ya da ‘Öyle bir şey’ gibi örnekler de var, ama bunlar yeniden üretildi, adapte edildi ve ‘Öyle bir şey’ varyasyonlarıyla birlikte sergileniyor... Varyasyon ve seri halinde üretmek zaten sizin pratiğinizin içinden gelen eğilimler...
EA: Atölyede yüzlerce, binlerce fikirle oynaşıyorsun. Bazılarını çiziyorsun, bazılarını yapıyorsun, bir sürüsünü çekmeceye kaldırıyorsun, bir çoğunu da çöpe atıyorsun. Sergi, yani gösterme eylemi ise yapmaktan farklı bir iş. Sergilemede sonunda göstermeyi seçtiğin, söylemeye değer bulduğun sözün etrafında bir takım işleri sonlandırıyorsun ve ortaya çıkıyorsun. Bir dizi söze konsantre olup, onların etrafında dolaşmak, seriler, varyasyonlar bu nedenle oluşuyor. Aslında gösterdiğim her serinin arkasında göstermediğim onlarca, abartmıyorum yüzlerce başka seriler var.
Şu meşhur cetvellere gelelim. Paris’te gerçekleşen ‘A History of Inspiration’ (Palais de Tokyo, 2013) sergisinde, en çok fotoğrafı çekilen işlerden biri idi. Neden cetvellere karşı konamıyor?
Çalışmalar taranınca, elbette militarizm, iktidar algısı, üniforma, bürokrasi ve siyasi semboller, motifler ve temalarda hemen öne çıkıyor. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, herkes zoraki tercihler arasında sıkıştığını söylüyor; kimse kendini siyaseten temsil edilmiş hissetmiyor. Böyle bir siyasi düzlemde, semboller, kodlar ve anlamlar nasıl kayıyor, sanki işlere bakınca, miğderden kravata, daha net okunuyor... Pratiğiniz siyaset tarihimizle paralel okununca, ortaya şu da çıkıyor: Sanki her şey ‘Retour de Force’dan mı ibaret?
EA: Görüntüyle söz söylemek zorunlu olarak kodların, sembollerin kullanımını gündeme getiriyor. İçinde yaşadığımız orttama yönelik olarak “site specific” iş yapınca militarizm, bürokrasi, iktidar algısı ile halleşmek zorunda kalıyor insan. Ancak bu biraz da algı ile ilgili bir şey. Yani ben kendimce bunlar da dahil bir sürü kodlar, semboller, göndermelerle çalıştığımı düşünüyorum. Ama insanlar bunları daha önce, belki de daha kolay algılıyorlar. Farkındayım, diğer sözler, diğer sembol ve göndermeler biraz daha zor algılanıyorlar ama oradalar ve sayıları da hiç az değil. Bence...
Anayasal özgürlüğün genişletilmesi için verdiğimiz oylardan dolayı, sanki demokrasi talep eden biz değilmişiz gibi, ulusalcıların lanetine uğradık... Herhalde yaşadığımız siyasi tıkanıklığın müsebbibi 5000 kişi olmasa gerek... Bugün, denize düşünce sarıldığımız “Yetmez ama Evet” demokrasisinin yerine öyle bir “İleri Demokrasi” ile sınanıyoruz ama tarihsel olarak da ortaya koymak şart: Tercih yapmak, pozisyon almak ve karar vermek gündelik hayatımızda her gün var olan bir matematik, siyaset gündelik hayatın kendisi... Bana bir kere dediğiniz gibi, ’siyaset toplumun mutluluğu için var ama tersine çalışıyor...’
EA: Mealen söylüyorum ama hatırladığım kadarıyla Edward Said’in entellektüel tanımı içinde bir “ait olamama” durumu vardır. Siyasette de sanatta da bu durumu bir mücevher gibi muhafaza etmek önemli. Her iki alanda da, etiketleyip, arşivleyip çekmecelere yerleştirme eğilimi çok fazla. H harfinin altına heykeltraş, Y harfinin altına Yetmez ama Evetçi’leri yerleştirmek, kategorizasyonlar yapmak her halde insanları rahatlatıyor. Tabi ki senin deyiminle 5000 “Yetmez ama Evet”çi, ya da alfabetik olarak düzenlenmiş çekmeceler tıkanmış bir muhalefetin anlamsızlığını açıklayamaz. Gerçeğin açıklanması ise çok daha kompleks. Sanırım bu kategorizasyonları meraklılarının ciddi açıklamalara ya da analizlere yönelik pek bir talepleri yok.. Belki de analiz 140 karakterle yapılamadığı içindir.
İşlerinizi bir araya getiren bir monografi hazırlıyoruz, ama son dönemde basılan, siyaset ve sıcak politika tartışmaları içeren birçok kitabın kapağında işleriniz var. Neden siyaset üzerine düşünenler kapakları için sizin işlerinizi seçiyor?
EA: Arkadaşlarım oldukları için herhalde. Belki de beraber yemekler yediğimiz ve bir şeyler paylaşabildiğimiz içindir.
Sergi ile ilgili metin: http://www.kuenstlerhaus.de/wp-content/uploads/2014/04/life-of-objects_Plakat.pdf
Erdağ Aksel’in solo sergisi “Life of Objects” 1 Haziran 2014 tarihine kadar Künstlerhaus Stuttgart’ta http://www.kuenstlerhaus.de görülebilir.
Görsel Dizin
1. Erdağ Aksel, Misal Adnan Yıldız ile beraber Künstlerhaus Stuttgart'ta.
2. Erdağ Aksel, Hesaplanmış Bir Hafıza Kaybı -Stuttgart versiyonu, 1999-..., 30 cm standart cetvel.
3. Erdağ Aksel, Alis Alis'e karşı, 2005-..., karışık teknik.
4. Sergi posteri.
5. Fuat Keyman ve Şebnem Gümüşçü'nün yakınlarda yayınlanan kitaplarının kapağında Erdağ Aksel'in "Retour de Force" serisinden, ''Cihat'ın Şikayeti'' (1995) var.