Çocuğunun bakımından ve yetiştirilmesinden sorumlu olan babalar dijital dünyada da boy göstermeye başlamış. Bu ne demek? Çocuk bakan babalar, bu konudaki tecrübelerini dijital alemde paylaşıyor demek
PAZARTESİ
Gülriz Sururi’nin sessiz vedası
Gülriz Sururi geçen hafta yaşayanların arasından ayrıldı ve vasiyeti gereği törensiz, sessiz sedasız toprağa verildi. Sururi, hayatın ünlü ünsüz herkese tanıdığı, bu dünyadan giderken kalabalıkların son kez ilgi odağı olma hakkından feragat etti.
Yaşamı boyunca karakteriyle, performansıyla, çekiciliğiyle hatırladığımız bir sahne yıldızından pekâlâ diğer türlü veda etmesi beklenirdi. Cenazesi sahneye çıkartılır, hakkında güzel ve samimi konuşmalar yapılır, anılar anlatılabilirdi. Kişiliği, sanatçılığı, özgünlüğü gereğince vurgulanırdı. Sahneden alkışlarla indirilir ve uğurlanırdı.
Ama Sururi, “Ne güzelsin ne güzel oynadın ne doğru söyledin” övgülerinden yaşarken hoşlanmıştı ve hayattayken gördüğü ilgiden, aldığı alkıştan, dinlediği övgüden tatmin olmuştu. Bu yüzden de hayat muhasebesine, cenaze töreniyle alacağı hakkını katma gereği duymadı.
Galiba en çok da yönetemeyeceği, müdahale edemeyeceği, itiraz edemeyeceği bir performansın başrolündeki figüran olmak istemedi. Sadece çok küskünlerden ve çok memnunlardan beklenecek bir tavırla kapıyı sessizce ardından çekti.
Gülriz Sururi, uzun yaşayanların bile “üstü kalsın” deyip havalı bir jestle hayattan çekilebileceklerini gösterdi bize.
SALI
Bizi beğenmediniz, MHP’li verelim
Partilerin seçim ittifakları zor da olsa rayına girdi. İte kaka uzlaştılar, AKP MHP ile CHP de İYİ Parti ile saf tutmayı başardı. Parti teşkilatlarından gelen itirazlar da derdest etme yoluyla çözülüyor.
Henüz her yerde aday isimleri açıklanmasa da büyük ortakların müttefiklerine nereleri bırakacağı ortaya çıktı. CHP ile İYİ Parti’nin birbirlerine bıraktıkları seçim çevreleri az çok anlaşılır. Muhafazakâr yerlerde sağcı parti, merkez ve solundaki yerlerde CHP aday çıkaracak.
AKP’nin MHP’ye bıraktığı yerlerde ise iş birliğinin dinamiği daha ilginç. Ortaklık aynı profildeki iki parti arasında, daha zorlama bir mantıkla işliyor. Büyük parti metropolleri almak için, aslında kendisinin de kazanabileceği küçük seçim çevrelerinden küçük parti lehine feragat ediyor.
Bunun kime ne getireceğini herkes gibi merak ediyorum. Ama en çok da İstanbul’da CHP’nin son seçimlerde yüzde 49 oy aldığı Maltepe ve Silivri ile yüzde 76 oy aldığı Beşiktaş’ı MHP’ye bırakmalarının getireceği sonucu görmek istiyorum. Benzer taktiği Ankara’da uyguladılar. AKP’nin buralarda CHP ağırlığını MHP’li bir adayla kıracağını düşünmesi, buna da MHP’yi inandırması da ilginç. Seçmene bizi beğenmediniz alın size MHP’li aday mı diyorlar, MHP’nin CHP seçmenine AKP’den daha yakın olduğunu mu düşünüyorlar, seçimin ardından göreceğiz.
ÇARŞAMBA
Çocuk bakan babalar
Geçen gün sahnede, sosyal medya fenomenliğiyle dalga geçen stand up’çı Kaan Sekban’ı dinledim. Ne iş yaparsın diye sorup da “Ben fenomenim” yanıtını verenlere, “Neyin fenomenisin? Fiziğin mi, matematiğin mi, iş insanlığının mı öğretmenliğin mi?” diyordu. Geçen hafta okuduğum bir haberde, başka tür fenomenlerle karşılaşmak hoşuma gitti, kendimi de ucundan aralarına kattığım için herhalde…
Haber “fenomen babalar”la ilgiliydi. Çocuğunun bakımından ve yetiştirilmesinden sorumlu olan babalar dijital dünyada da boy göstermeye başlamış. Bu ne demek? Çocuk bakan babalar, bu konudaki tecrübelerini dijital alemde paylaşıyor demek. Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi, bu tanıma uyan yeni nesil babaları incelemeye almış. Beş fenomen babanın toplam üç bin 50 mesajı incelenmiş. Ortaya çok doğru mesajlar veren baba profili çıkmış. Bu babalar, çocukla ilgilenmenin yalnızca anneliğin değil babalığın da doğal bir görevi olduğunu kanıtlıyormuş. Kız çocukları olanların anneden yükü alma, kızına ve eşine değer verme, empati kurabilme gibi özellikleri paylaşımlarında öne çıkıyormuş. Bir de bu mesajları veren babalar sıklıkla mizah unsurundan da yararlanıyormuş.
Üç çocuklu bir geniş ailenin babası olarak ortaya çıkan sonucu çok beğendim. Zira çocuk yetiştirmek, yalnızca annelere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.
Anlamadığım tek şey, o babaların o kadar sosyal medya paylaşımını yapacak fırsatı nasıl buldukları… Ben geçen hafta jimnastik dersi, hamburgerci, dans dersi, alışveriş ve dişçi ziyareti arasında bir kare aile fotosu çekmek için neredeyse belimi kırarken, baba başına ortalama 600 mesaj bana fazla iyi geldi.
Demek ki olabiliyormuş, gerçek bir “feno” olabilmek için benim daha fazla çalışmam gerekiyormuş!..
PERŞEMBE
Türkçe’nin gücü
Dünyanın en güçlü dilleri listesi açıklanmış. Türkçe beklendiğinin aksine en üst sıralarda değil. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” konuşulan bir lisanın nasıl olup da 18’inci sırada yer aldığını anlamak da kolay değil.
Başlığa ilgi duyup haberin devamını okuyunca isyanım yükseldi. Zira habere bakılırsa, dilin etkinliğine karar verirken şu kriterlere bakılıyormuş:
1. Coğrafya: Seyahat yeteneği
2. Ekonomi: Ekonomiye katılma yeteneği
3. İletişim: Diyaloğa girme yeteneği
4. Bilgi ve medya: Bilgi ve medyayı kullanabilme yeteneği
5. Diplomasi: Uluslararası ilişkilere dahil olma yeteneği
Sıralamayı yapanlar Türkçeyi bu kriterlere göre 18. sıraya yerleştirmişler. Oysa dilimizi, ülke liderinin bu kriterleri karşılama performansı üzerinden değerlendirseler ilk beşe girerdik. Ama yapmazlar. Kaçırılmış bir fırsat daha…
Hayıflanmamak elde değil.
CUMA
Mısır kokulu filmler
Hafta film yapımcılarıyla bir sinema salonu işletmesinin kavgasını izlemekle geçti. Olay, yapımcıların Mars şirketi salonlarının gişelerinden az pay almaktan yakınmalarıyla başladı. Sonra yapımcıları gişede çırak çıkaracak birtakım hesap oyunları yapıldığı ortaya çıktı, yapımcılar buna hırsızlık dedi, arada haddini bilmezlikler oldu, en iyi komedyenlerimizin yerine yeni komedyenler çıkaracağını iddia eden şirket sözcüsüne haddi bildirildi.
Bu arada konuyu gündeme taşıyan Cengiz Semercioğlu da, gazeteye basılan fotoğrafta mısır yediği için dayak yedi.
Sinema salonlarımızın giderek nezihleştiği çok açık. Hemen hepsinin AVM içine taşınmış olmasına da mukadderat diye bakıyorum bir yerden sonra. Şehirli nüfusun tamamı alışverişten yemeğe, jimnastikten çocuk eğlencesine tüm hayatını AVM’ye sıkıştırmışken sinemalar da elbet oraya girecekti. (Gömüldükten sonra para kazandıracak olsak, mezarlıklar bile AVM içine girebilir sanki!)
Tabii AVM’ye taşınan sinemalar da AVM gibi oldu. Perdeler küçüldükçe koltuklar genişledi. Kafeteryalar büyüdü, renklendi. İçecekler, mısırlar, kahveler, çikolatalar çeşitlendi. Bu kadar cafcaf, sinemaları sinema olmaktan çıkarıp büyük yatırımlı mısır satma tesisine dönüştürdü.
Bu kavga vesilesiyle ben de sesimi duyurma fırsatı bulurum belki diyerek filmleri 2D, 3D, altyazılı, orijinal dilde, IMAX ekranda, düz perdede izletme gibi seçenekler sunan sinema salonlarına bir teklifte bulunmak istiyorum.
Ben bilet alırken, mısır ve kolayı almadan parasını ödemeye hazırım. Küçük bir şişe suyu 5 buçuk liraya satıyorsunuz, hadi onu da filmden çıkarken alayım… Ama karşılığında da filmi ara vermeden gösterdiğiniz seanslar koyun. Mısır sevmezlere de mısır fiyatına, filmi kesintisiz izleme hakkı satmış olursunuz.
Siz saloncu olarak yeni Cem Yılmaz çıkarabiliyorsanız, ben müşteri olarak işletmecilik konusunda haydi haydi talepte bulunabilirim… (Ayrıca kırmızı koltuklar epey kirlenmiş, bilginize!..)