Metin Münir

09 Şubat 2019

Yaratıcılık yasak sürgün

"Yasaklar belki yaratıcılığı öldürmez ama caydırarak, alan bırakmayarak yaratıcıların sayısını azaltır - ki bu da bir tür yaratıcılığı öldürmektir"

Yasaklar yaratıcılığı öldürür.

Bu sözlerin sahibi, yasakların ülkesi İran’da yaşayan ünlü film yönetmeni Asgar Ferhadi’dir.

Penélope Cruz ve Javier Bardem’in başrollerini paylaştığı  Everybody Knows (Herkes Biliyor) filmini yeni bitiren Ferhadi, New York Times ile filmin çekildiği İspanya’da yaptığı bir söyleşide konuştu bu sözleri.

Söylediği tam olarak şu idi: “Bazıları yasakların yaratıcılığı daha da artırdığını iddia eder. Bunun kısa vadede doğru olduğuna inanıyorum, ama uzun vadede yasaklar yaratıcılığı öldürür.”

Bu ne kadar doğru, emin değilim.

Belki öldürmez ama ağır biçimde yaralar.

Edebiyatın en iyi romanlarından bazıları özgürlük denen şeyi hiç tatmamış olan Rusya’dan çıktı.

Akla ilk, eşsiz “Usta ile Margarita” romanının Stalin tarafından aforoz edilen yazarı Mikhail Bulgakov (1891-1940) geliyor.

Ve tabii Aleksandr Soljenitsin (1918-2008).

Soljenitsin’in, “İvan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün” adlı romanından sonra Rusya’da kitap yayınlaması yasaklandı.  Sonra yazdığı kitaplar Batı’da yayımlandı. 1970 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı, ama geri dönmesine izin verilmez diye Stockholm’a gidemedi. Sonunda 1974’te ülkesinden kovuldu ve Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar 20 yıl sürgünde yaşadı.

Bir başka özgürlük denilen şeyi denememiş ülke olan Türkiye’de yazarların, şairlerin başına gelenlerin listesi Rusya’dakinden bile uzundur.

Nazım Hikmet (1902-1963) yıllarca hapis yattı. Tekrar hapse girmemek için ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Sürgünde, Moskova’da öldü. Sabahattin Ali (1907-1948), başı taşla ezilerek öldürüldü. Çetin Altan (1927-2015) linçten kurtuldu, ama hapisten kurtulamadı ve hayatının son yıllarında bile mahkemelerde süründü.

Kaçmak da kurtuluş değildir.

Yasak yaratıcılığı öldürürse sürgün ağır yaralar.

Türkiye’nin yaşayan belki de en iyi romancısı olan Aslı Erdoğan, sudan bir nedenle hapsedildikten sonra ülkeyi terk etti ve hâlâ yeni bir eser vermedi.

Amir Nadiri, Behram Beyzai, Perviz Kimyavi gibi İranlı film yönetmenleri kaçıp mollaların zindanlarından kurtuldular ama ödedikleri bedel, yaratıcılıklarından kaybetmek oldu.

Ferhadi’nin 2013’te vizyona giren Fransa’da çekilmiş The Past (Geçmiş) filmi olgunluk çağının en zoraki filmidir. İspanya’da çektiği ve bu günlerde vizyona girecek olan yeni filminin, ona Yabancı Film Oscar’ı getiren iki filminden daha zayıf olduğuna eminim.

J. M. Coetzee’nin dediği gibi “İnsan sadece bir ülkeyi sevebilir” ve galiba en yaratıcı olabileceği ülke,o ülkedir.

Ferhadi, belki filmlerinde rejimi açıkça eleştirmekten kaçındığı için, belki çok ünlü olduğu için yakasını rejime kaptırmadı.

Ama yakın arkadaşlarından Cafer Panahi o kadar şanslı çıkmadı. Filmlerinde marjinal İranlıların hayatını anlatan Panahi, 2010’da hükûmet karşıtı propaganda üretmekle suçlandı. Altı yıl hapse mahkûm oldu, ülkeden ayrılmasına izin verilmediği gibi film yapması 20 yıl boyunca yasaklandı.

Panahi’nin hapis cezası uygulanmadı ve el altından film yapmasına da göz yumuluyor. Nitekim çektiği 3 Faces (3 Yüz) adlı film Mart’ta Amerika’da vizyona girecek. Ama rejimin ona toleransı geçici olabilir. Mollalar köşeye sıkıştıklarını hissederlerse ilk hapse gönderecekleri muhalifleri arasında Panahi vardır.

Belki Ferhadi’yi de yanına verirler.

Diktatörlüklerde, diktatörler dâhil, hiç kimse güvende değildir.

 

İnanmayan Türkiye’ye baksın.