Metin Münir

24 Mayıs 2018

Türkiye gene mi IMF'nin kapısına dayanacak?

Türkiye için bu defa sorun IMF'nin seçenek olması değil, olmamasıdır

Geçen gün çoktan beri Türkiye ile bağlantılı olarak duymadığım bir kelime duydum:

IMF.

“Eğer böyle giderse seçimden sonra IMF’ye gidecekler,” dedi bu işleri yakından izleyen biri.

AKP iktidara gelmeden önce Ankara, IMF’nin - Uluslararası Para Fonu’nun - en iyi müşterilerinden biri idi.

Türkiye, örgüte 1947’de girmiş, bir yıl sonra fondan borçlanmaya başlamış ve borçlanmayı alışkanlık haline getirmişti.

Ankara 47 yılda, 19 defa kurumla anlaşma imzaladı ve kredi aldı.

Türkiye için
bu defa
sorun
IMF’nin seçenek
olması değil, olmamasıdır.

Her borç alındığında hükûmetler, ekonomik reform yapılacağına dair anlaşmalar imzaladılar ama, Özal Dönemi hariç, paralar kasaya girdikten sonra verilen sözler tutulmadı.

1999’da Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükûmetinin nöbetinde topallamaya başlayan ekonomi, 2001’de dev bir krize dönüştü. IMF ve Dünya Bankası devreye girdi ve bir dizi reform karşılığında, 35 milyar dolara yakın kredi sağladı.

AKP, ekonomi bu reformlar sayesinde büyümeye başlarken iktidara geldi.

Parti, seçim kampanyasında, iktidara gelir gelmez IMF ile anlaşmayı sonlandıracağını ilan etmişti.

Ama iktidar koltuğuna oturunca uymanın daha kârlı olacağını anladı ve o zamanların AKP’sine has bir pragmatik 180 derece dönüş ile programı harfiyen uygulamaya başladı.

AKP’nin ikinci şansı, bu dönemde dünyanın ucuz kredi içinde yüzüyor olması idi.

Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine başlayan, Batı’ya dost görünen Türkiye, büyük yatırım çekti. Hızla büyümeye başladı.

Hükûmet 2009 yılında “yürümek için artık bastona gerek duymadığına” karar vererek, bir yorumcunun sözleriyle “IMF’den mezun  oldu.” 

Ekonomik 
kriz yaratan, IMF’yi çağıran hükûmetler 
bir daha 
​seçim kazanamaz

Ancak ülkenin düzlüğe çıkması, hükûmetin reform refleksini dumura uğrattı. Güzel günler hiç bitmeyecek, içeride ne olursa olsun dışarıdan para akmaya devam edecek sanıldı.

Ekonominin iplerini ellerinde tutanlar ya dışarı atıldı (Ali Babacan) ya da kenara itildi (Mehmet Şimşek). 

Aşırı özgüven, yönetimin tek adamlaşması, para politikalarının siyasileşmesi, dış politika maceraları, Batı’dan uzaklaşma ve birçok başka malum nedenlerle aşınma başladı.

*

Türk Lirası, nisan ortasından bu yana dolara karşı yüzde 15 eyakın değer kaybetti.

Bu düşüşün tek nedeni iç sorunlar değildir.

Doların değer kazanması, yatırımcılarda kalkınmakta olan ülkelere karşı alerji yarattı. 

En çok zararı; cari açığı yüksek,  döviz borçları aşırı, ithal petrole bağımlı, döviz rezervleri düşük, siyasi istikrarsızlığa düçar ülkeler gördü.

Bunların baş sıralarında Türkiye de var.

IMF, diğer bütün opsiyonlarını tüketen ülkelerin kredi için başvurabileceği son yerdir.

Orada kredi hazırdır – başta IMF’ye hâkim olan Amerika olmak üzere zengin Batılı ülkeler, hiçbir ülkenin borçlarını ödeyemez duruma düşmesini istemez. Çünkü bu borçların alacaklıları kendi bankaları ve zenginleridir.

Ama ekonomik kriz yaratan, IMF’yi çağıran hükûmetler bir daha seçim kazanamaz: ANAP, DSP, DYP seçim kazanmamak bir yana, sahneden silindiler.

Erdoğan bunu çok iyi biliyor.

Durum ne kadar kötüleşirse kötüleşsin, IMF’nin kapısına dayanacağına cehennemin kapısına dayanmayı yeğler.

Türkiye için bu defa sorun IMF’nin seçenek olması değil, olmamasıdır.