Metin Münir

10 Şubat 2018

Surat asma uzmanıyım. İş arıyorum. Bayanım

Neden surat astığını biliyorum, aslında. Benden, vermem mümkün olmayan şeyler istediği ve alamadığı için...

Birkaç ayda bir gelip hafta sonunu benimle geçiriyor.

Gelmesine bir itirazım yok.

Yok da, her geldiğinde muhakkak surat asacak bir şey buluyor. 

Çok sıkıcı. 

Kızmamaya çalışıyorum, ama kızıyorum.

Kardeşim, surat asacaksan niye geldin!

 “Gel ama surat asmak yok,” diyorum, arayınca.

“Söz,” diyor. “Hiç surat asmayacağım.”

Hikâye.

Yirmi dört saat geçmiyor.

Bu defa surat asma eylemi, sahilde yürürken meydana geliyor. Kim bilir canını sıkacak ne yaptım.  Farkında değilim.  Ne yapmış olabilirim (veya yapmamış, ki daha zor bir sual)?

Oysa küçük koylar, volkanik taşlar, yassı kayalıklar ve kum adacıklarının şenlendirdiği sahil, insanı yaşadığına şükrettirecek güzellikte ve güneş de bulutların arasından çıktı.

Kim bilir canını sıkacak ne yaptım. Farkında değilim. Ne yapmış olabilirim?

İşi dalgaya almaya karar veriyorum.

“Surat asmanın tanımını yapar mısın?” diyorum.

“Kavga çıkmasını engellemek için sessiz kalmayı tercih etmek,” diyor.

 “Ekşi Sözlük ne diyor bu konuda?” diyorum.

 “Ben bu konunun kitabını yazmışım, Ekşi Sözlük’e ne ihtiyacım var,” diyor.

Vaay. Mizah! 

 “Evet,” diyorum, “sen bu işte bilirkişi olacak kadar uzmanlaştın."

İşinden memnun değil, biliyorum.

“Oldu olacak, bu uzmanlığı paraya tahvil et,” diyorum, yatırım bankacısı tonumla. “Zengin olursun. Surat asmayı meslek edin. Gazetelere ilan ver: ‘Surat asma uzmanıyım. İş arıyorum. Bayanım.’ ”

Bu arada yürümeye devam ediyoruz.

Küçük bir su birikintisinde ölü taklidi yapan irice bir yengeç var. Geniş alnında gözleri birbirinden epeyce uzak.

“Endişelenme,” diye sesleniyorum en yumuşak sesimle.  Son zamanlarda, herhangi bir bilimsel nedene dayanmaksızın, hayvanların insanları duyduklarını ve anladıklarını düşünmeye başladım. “Bir şey yapacak değiliz.”

Yengeç geri geri yürüyerek bir kayanın altına sığınıyor.

Yürümeye devam ediyoruz. 

“Veya şöyle bir ilan verebilirsin,” diyorum, konuya ısınarak.  “ ‘Oxford’dan doktoralı, surat asma uzmanıyım. Surat asma, somurtkanlık, suratsızlık, tatsızlık, dargınlık, kırgınlık, küslük, güceniklik dersleri veriyorum. Grup halinde veya tête-à-têt. Meraklılara butik somurtkanlık dizayn edilir.’ ”

Sessiz beni dinliyor ama somurtuşunda bir gevşeme gözlemiyorum.

“Gayretliyim ama çuvallamada hep daha iyiyim,” diyor

“Hallelujah,” diyorum.

“Melek gibi bir adama böyle davranmak haksızlık değil mi?” diye soruyorum.

 “Şeytan da bir melektir,” diyor.

Neden surat astığını biliyorum, aslında. Benden, vermem mümkün olmayan şeyler istediği ve alamadığı için

Yukarıdan gelen kuş ötüşleri duyuyorum. Başımı kaldırıyorum ve bir göçmen kuş sürüsü görüyorum. Yüksekte olduğu için cinsleri ayırt edilmiyor. Kırlangıca benziyorlar.

Şubat ayında burada olmamaları lâzım, ama havalar söz konusu olunca artık “o lâzım, bu lâzım,” eskilerde kaldı.

Konuşmadan yürüyoruz.

Karnım acıktı.

Neden surat astığını biliyorum, aslında. Benden, vermem mümkün olmayan şeyler istediği ve alamadığı için.

Bu akşam dönecek ve dönmek istemiyor.

Havası değişir belki diye onu seveceğini bildiğim bir yerde yemeğe götürüyorum, ama sarhoş oluyor ve surat asması kriz boyutuna ulaşıyor.

Püff.

Surat asma uzmanı işte!