Savile Row Londra’nın merkezinde bir sokağın adıdır.
İngiltere’nin, belki dünyanın, en iyi terzileri bu mahallede mesleklerini icra ederler.
Bir kat elbise bizim paramızla 25-30 bin liraya dikilir. Ya da Savile Row terminolojisiyle “inşa edilir.”
Her bir elbiseyi ustalıkları değişik olan üç kişi diker.
Savile Row’un en ünlü terzilerden biri Gieves & Hawkes’tur.
Dükkana adını veren Bay Gives ve Bay Hawkes on sekizinci yüzyılda yaşamışlar.
Politikadan başlayarak, istisnai kalite adacıkları dışında her şeyin tapon olduğu bu çağa nasıl, hangi yollardan geldik?
Davide Taub, Gieves & Hawkes’un en ünlü terzisidir. Doğru adını vermek gerekirse, terzisi değil cutter’idir: to cut – kesmek; cutter, kesici. Yani kumaşı kesen kişi.
Savile Row terzilerinin diktiği elbiseler o kadar mükemmeldir ki bu işlerden biraz anlıyorsanız birinin sırtında gördüğünüzde tanımamanız mümkün değil.
Kullanılan kumaşlar, astar ipekleri özel fabrikalarda yapılır. Eğer masallardaki kadar zenginseniz kendi renk karışımınızda kumaş bile ısmarlayabilirsiniz.
Elbise sahibine teslim edilmeden 5-7 prova yapılır.
Davide Taub’un adına ilk defa dün bir yazıda rastladım. Yazının konusu şu:
Amerikalı bir yazar bir başka usta terzinin Savile Row kalitesinde iş çıkarıp çıkaramayacağını denemek ister. Vietnamlı bir terziye bir kat diktirir. Katı Taub’a gösterir.
Taub’un yüzünde bir ıstırap ifadesi belirir. Elbisenin hazır alınandan pek farklı olmadığını söyler.
“Evet,” diye cevap verir Taub, “ama insan (ayrıca) şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürüne sahip olmalı.”
Şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürü.
Kafam önce bu sözlere takıldı, sonra bu kültüre sahip olmamamıza ve daha sonra neden sahip olmadığımıza.
Elbise bağlamında devam edecek olursak, Vakko ve Beymen gibi ünlü markalar bile, bırakın ısmarlamayı, fabrikasyonda dahi en iyi kaliteyi yakalayamadılar.
Müzelerde, özel koleksiyonlarda görülen, Osmanlı döneminde dokunan kumaşlar ve dikilen elbiseler, bir zamanlar bizim de ‘Şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürü’ nüne sahip olduğumuzu gösteriyor.
Osmanlı döneminde dokunan kumaşlar ve dikilen elbiseler, bir zamanlar bizim de ‘Şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürü’ nüne sahip olduğumuzu gösteriyor
Ama o hat koptu. Ne İznik’te eski çini var, ne Bursa’da eski ipek, ne de bir zamanlar sayısız yerde yapılan sayısız cins dünya güzeli halı.
Artisanlık, zanaatkârlık, ustalık yok oldu.
Hat nerede koptu?
O bilgi, beceri neden kayboldu?
O zevk?
Politikadan başlayarak, istisnai kalite adacıkları dışında her şeyin tapon olduğu bu çağa nasıl, hangi yollardan geldik?
‘Şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürü’ nerede yol kenarında kaldı?