Metin Münir

28 Aralık 2017

Leonardo: Çeşmeye giden adam

Atatürk ile bu yöne doğru bir kıpırtı başladı ise de uzun ömürlü olmadı

Dünyanın en tanınmış tablosunun ressamı olan Leonardo da Vinci hayatının son üç yılını Kral I. Francis’in konuğu olarak Fransa’da geçirdi. 

Francis ona dolgun bir maaş bağladı. Loire Vadisi’ndeki kalesinin yanında, büyük bir bahçe içinde, üç katlı bir ev tahsis etti. “Kralın Birinci Ressam, Mimar ve Mühendisi,” unvanını verdi. 

Leonardo Rönesans’ın en ünlü ressamı idi. Ama resim yapmayı sevmiyordu. Başladığı birçok tabloyu yarım bıraktı. Arkasında bıraktığı tablo sayısı bir düzineden fazla değildir.

Atatürk ile bu yöne doğru bir kıpırtı başladı ise de uzun ömürlü olmadı

Nedeni, belki de gelmiş geçmiş en meraklı insan olması, sayısız konuyla ilgilenmesidir. Bilinebilecek her şeyi bilmek, araştırılabilecek her şeyi araştırmak istiyordu. Tam bir polymath, çok yönlü kişi ve “Rönesans Adamı” idi. 

Arkasında bıraktığı binlerce sayfa not ve çizimde anatomi, fosiller,  kuşlar, uçan makineler, optik, botanik, jeoloji, suyun akışı, silahlar konusunda, çoğu orijinal  çalışmalar var. 

Leonardo’nun hayatı belki de tarihteki en büyük merak macerasısıdır. 

Notları sorularla doludur. Gök neden mavidir? Kare nasıl üçgen olur? Suyun havadan ağır ve kalın olmasına rağmen, neden, tersi olacağına, denizdeki balıklar havadaki kuşlardan daha hızlıdır? Ağaçkakanın dili nasıldır? İnsan vücudu nasıl çalışır?

Evlilik dışı doğmuş, solak, eşcinsel, çarpıcı derecede yakışıklı ve resmi eğitimden yoksun büyüyen Leonardo kitaplardan değil kaynaktan öğrenme, deneyimleme meraklısıydı. 

“Çeşmeye gidebilen su testisine gitmez,” diye yazdı notlarında.

O yılarda, krallar ve prensler için ünlü ressamları, heykeltıraşları, mimarları yanlarında bulundurmak, eserleriyle saraylarını, kentlerini süslemek büyük prestij kaynağı idi. 

Her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği Floransa, Venedik, Roma gibi kentler, Louvre, Prado gibi müzeler Rönesans eserleriyle doludur.

On Dördüncü ve On Yedinci yüz yıllar arasındaki çağı kapsayan ve Yeniden Doğuş anlamına gelen Rönesans İtalya’da bir kültür hareketi olarak başladı ve Avrupa’ya yayıldı. 

Orta Çağ ile modern çağlar arasında köprü oldu. 

Rönesans’ta,  Kilise karanlığının yerini, yavaş yavaş, Progatoras’ın (MÖ 481-411) “İnsan her şeyin ölçüsüdür” cümlesiyle özetlediği hümanizm aldı. Bu yeni düşünce tarzı sanata, mimariye, politikaya ve edebiyata hakim oldu. 

Eski Yunan ve Roma düşünürlerinin eserleri hatırlandı ve yeni keşfedilen matbaa aracılığıyla yayıldı. Birçok entelektüel sahada devrim yaşandı. 

Bunun en belirgin olduğu alan sanattır ve bu sahanın tartışmasız en önemli siması Leonardo’dur.

Fransız kralı, Leonardo’nun fırçaya olan alerjisini biliyordu. Ama, onun çağın en usta ressam olma dışında en ilginç, en kültürlü kişi olduğunu da biliyordu. Onda resim değil arkadaşlık, sohbet aradı.

Rönesans’ta, fetih ile İstanbul’dan kaçan bilim adamlarının, kaçırılan kitapların önemli katkısı vardır.

Ne yazık ki bu kaçış hiçbir zaman ters döndürülemedi ve Türk Rönesans’ı diye bir şey olmadı. 

Atatürk ile bu yöne doğru bir kıpırtı başladı ise de uzun ömürlü olmadı. 

Orhan Pamuk’un Erdoğan’ın kollarında öldüğünü düşünebiliyor musunuz?

Her şeyin ölçüsünün insan değil Erdoğan olduğu AKP çağında ise, yaşanmakta olan Yeniden Doğuş’tan çok Yeniden Ölüm’ü andırıyor. 

“Nasıl iyi harcanmış bir gün mutlu bir uyku getirirse, iyi harcanmış bir hayat da mutlu bir ölüm getirir,” diye yazmıştı Leonardo. 

Ölümü ona 2 Mayıs 1519’da, altmış yedi yaşına bastıktan üç hafta kadar sonra geldi. 

Leonardo, onu sık sık ziyaret eden Kral I. Francis’in kollarında öldü.

Sormadan edemeyeceğim: Orhan Pamuk’un Erdoğan’ın kollarında öldüğünü düşünebiliyor musunuz?


İngilizce bilenler için, yazıda yararlandığım, okunması kolay, yeni bir kitap: Leonardo Da Vinci/ Walter Isaacson