Metin Münir

21 Mart 2020

Kudüs yıldızı

Koronavirüs’ün bize anlattığı gerçek, burun buruna yaşadığımız veya avlayarak yediğimiz yabani hayvanlarda yuvalanan virüslerin hâlâ insan cinsinin kökünü kazıyacak güçte varlığını sürdürdüğüdür

Ozanköy

Bugün acelem yok.

Başka günlerde de yoktu, ama bugün, hiç ama hiç yok.

Duruyorum, duraklayan hayatın sessizliğinde, zaman yavaş bir nehir gibi bacaklarımın arasından akıp gidiyor.

Haftada iki gün gelen bahçıvan uğruyor. Şöminenin küllerini alıyor, kazanı odunla, sepeti tutuşturucu ile dolduruyor.

"Başka bir şey var mı?"

"Başka bir şey yok."

Kapıyı çekip gidiyor.

Artık Pazartesi gelinceye kadar kimse uğramaz.

Derin düşünceler mi düşünmem gerek bahçede yürürken?

Bunlar neden başımıza geliyor? Bunlar başımıza geldiğinde ne düşünmeli, hayatımızı nasıl düzenlemeliyiz?

Bu soruların cevabı yok. Daha doğrusu o kadar çok cevabı var ki -manzara herkesin durduğu yerden değişik görünür- yok gibi.

Ama gene de... 

Her şey her an değişiyor ve nasıl değişeceğini öngörmek mümkün değil.

Çiçeğinden kopan tohumun rüzgârın onu nereye götüreceğini bilmediği gibi, insan da bir sonraki ânın ne getireceğini bilemez.

Ama bilirmiş gibi yaşar.

Geceleyin yatıp sabahleyin uyanamayacağını düşünen kaç kişi var?

Ufuk hiç görünmez ama yolun oraya varacağına eminiz.

Yollar yapıldıkları yerlerde duracak, okula yolladığımız çocuk dönecek, raflar hep dolu olacak, kar çığ olmayacak.

Bugünden yarına, yarından öbür güne yürümekle eskittiğimiz aynı hayat yollarından yürümeye devam edeceğimizden emin olarak geçeriz.

Oysa her şey bir olasılıklar yelpazesidir.

Bir hesaplamaya göre Milat'tan 10 bin 000 yıl önce dünyada dört milyon insan vardı.

Bu toplam nüfus beş bin yıl sonra, MÖ 5 binde, sadece bir milyon artıp beş milyona yükseldi. İnsanın avlanma ve toplama ile yaşamayı bırakıp yerleşik hayata ve ziraata geçişinin meydana geldiği bu dönemde, bir nüfus patlaması olması beklenirdi ama olmadı.

Bunun tersine, bu tenha yılları izleyen beş bin yıl içinde nüfus yirmi misli artarak 100 milyona ulaştı.

Artışın neredeyse statik olduğu o beş bin yılın, insanın var olduğundan beri yaşadığı en ölüm dolu yıl olduğu sanılıyor.

Yerleşik düzene sadece insan geçmedi. Ehlileştirdiği hayvanlar da insanlarla dip dibe yaşamaya başladılar. Ve bu ikisinin meydana getirdiği kalabalık; virüslerin, bakterilerin ve diğer hastalık taşıyan mikroorganizmalarının orada koloni kurması için ideal bir ortam yarattı.

Bilimsel hesaplamalara göre, insanlarda hastalığa neden olan bin 400 organizmanın 700 ila 800’ü hayvan kaynaklıdır.

Nüfusları tekrar ve tekrar yok eden, bugün arkeologların ilgiyle incelediği Neolitik yerleşim yerlerini terk ettiren salgınlar o çağlarda baş gösterdi. 

Daha sonra nüfusun patlamalarla artmasının nedeni insanın zaman içinde birçok salgın hastalığa karşı bağışıklık kazanmasıdır. 

Koronavirüs’ün bize anlattığı gerçek, burun buruna yaşadığımız veya avlayarak yediğimiz yabani hayvanlarda yuvalanan virüslerin hâlâ insan cinsinin kökünü kazıyacak güçte varlığını sürdürdüğüdür.

* * *

Bunları düşünürken bahçenin birkaç günden beri yürümediğim bir yerinde çok sevdiğim bir kır çiçeğine rastladım – Jerusalem star/Kudüs yıldızı/Teke sakalı.

Virüsten falan korkusu yok. Benim de.