Dış politikada kendi kalesine gol atmaya doymayan bir hükümet var.
En son hata ateşkese uymama tehdidiyle Rojava adını alan Suriye Kürdistanı’nın Suriye Barış Konferansı’na katılmasını önlemek oldu.
Suriye Kürdistanı’nı yöneten PYD adlı kuruluş fazla bağırıp çağırmadan bu dışlanmaya rıza gösterdi.
Ama kapının önünde bırakılmasını cevapsız bırakmadı.
Denetimi altında tuttuğu bölgeleri otonom bir yönetim altında birleştireceğini açıkladı.
Bu AKP’nin kırmızı çizgilerinden biridir. Ama biz de, bütün dünya da artık biliyor ki AKP’nin dış politikadaki kırmızı çizgileri ne kırmızıdır, ne de çizgidir. Hatta ne de dış politikası politikadır.
AKP Suriye Kürtlerinin barış görüşmelerine davet edilmesini önleyerek engellemek istediği şeyin gerçekleşmesine vesile oldu. PYD’ye, denetimi altındaki bölgeleri otonom bir yapı altında birleştirme planını açıklama fırsatı verdi.
Dış politikada kendi kalesine gol atmaya doymayan bir hükümet var
Suriye Kürtlerinin büyük bir bölümü cumhuriyetin kuruluşunun ardından baş gösteren Kürt isyanlarında Suriye’ye kaçan Türk Kürtleridir.
PYD ile PKK kardeştirler. Ama aralarında büyük bir fark var: PKK Türkiye ile mücadele ederken PYD IŞİD ile savaşıyor. Ve bu savaşta Batı’nın (ve Rusya’nın) en etkin müttefikidir.
PKK, ABD ve Avrupa’nın terör listesindedir.
Ankara PYD’nin PKK’nın bir uzantısı olduğunu savunarak onun da bu listeye dahil edilmesini istiyor. Ama ne müttefiklerini ne dünyayı ikna edebiliyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü defalarca “PYD’nin PKK ile bağlantılı olduğuna inanmıyoruz” dedi.
Bu konuda Türkiye onlara köstek olurken Kürtler destek oluyorlar, hatta bu uğurda canlarını veriyorlar.
ABD Suriye’nin bölünmesine karşı. Ama Suriye halklarının bir federasyon kurması halinde bunu kabul edeceğini söylüyor.
Rusya da federasyondan yana.
Zaten gidişat da bu yöne doğru.
Suriye fiilen üçe bölünmüş durumda. Batı Esad’ın Alevilerinin, Kuzey Kürtlerin, geriye kalan bölgeler IŞİD’in elinde. Suriye, savaş bittiğinde, şu veya bu şekilde bu üçlü şekli alacak.
Hükümetin bu oluşumu önleyecek gücü yok.
Müttefikleri için Türkiye’nin Kürt terörü ile mücadelesi ikincil bir konu
Bunu idrak edecek akla sahip mi, ona da emin değilim.
*
Devletler bazen şu veya bu nedenle yanlış bir yola girerler ve bir türlü çıkamazlar.
İspanya 1936 ile 1939 arasında vahşi, korkunç bir iç savaş yaşadı. Cumhuriyetçiler veya demokratlar ile falanjistler veya faşistleri karşı karşıya getiren savaşta 200 binden fazla insan öldü. Savaşı faşistler kazandı ve General Franco İspanya’yı 36 yıl bir diktatörlük olarak yönetti.
Franco’nun 1975’te ölümünden sonra siyasi partiler bir araya geldiler ve bölgelere geniş otonomi sağlayan liberal bir anayasa hazırladılar. İspanya 1985’te Avrupa Birliği’ne girdi ve olağanüstü bir zenginleşme yaşadı.
İspanya, demokrasi olmadan önce, neredeyse 40 yıl süren bu kanlı ve zalim ara dönemi yaşamak zorunda mıydı?
*
Ne diyeyim?
Tanrı Türkü korusun.
NOT: Çocuklarımla birlikte olmak için yazılarıma birkaç gün ara vereceğim. Bundan sonraki yazım 5 Nisanda yayınlanacak. Görüşmek üzere :-)