Bir arkadaşım vardı, eşi ile beraber, evlerini o kadar seviyorlardı ki tatile çıkarken bir ayakları ileri, diğeri geri giderdi.
Daha havaalanına varmadan “Evimiz gibisi yok,” derlerdi.
Cuma akşamı, Antalya’dan, iki saat gecikmeli Pegasus uçağıyla adaya dönerken hatırladım. Galiba ben de onlar gibi olmuştum.
Dinlenmek için değil, adanın insafsız temmuz sıcağından kurtulmak, üşümek için tatile çıkmıştım.
Bir dergide Antalya’nın kuzeyindeki Toroslar'da İbradı ilçesinde, Ormana isimli, eski taş evlerin bulunduğu bir köy ve bu köyde Ormana Active adlı küçük bir otel olduğunu okumuştum.
Hamam suyuna dönen denizde terleyerek yüzerken ağaçların arasında üşüyerek birkaç gün geçirme düşüncesi, gittikçe çekici gelmeye başladı.
Arkadaşım her şeyi organize etti ve havaalanından kiralık bir arabayla oraya gittik. Yolculuk bizim pek Formula One olmayan hızımızla üç saat kadar sürdü. Antalya-Manavgat arasında trafik kâbus gibiydi. Manavgat’tan kuzeye, Konya yönüne dönünce hafifledi. Sedir ve servi ağaçlarının arasındaki dağ yoluna sapınca neredeyse yok oldu. Araç seslerinin yerini, tenha yerlerde yazın melodisi olan ağustosböceklerinin yoğun cırcırları aldı.
Gene de geceleri klimasız uyumak, hatta sabaha karşı hafifçe üşümek, büyük bir rahatlıktı.
Ağaçlı bahçeleriyle Ormana gerçekten güzeldi.
Ermeniler yok olmuştu, ama taş ve sedir ağacı odunundan yapılmış evleri hâlâ duruyordu. Yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen kaldığımız iki katlı yapı sedir kokuyordu. Bana odununun kokusunu içinde saklayan asırlık sandıkları hatırlattı.
Ormana Active, biri lokanta olan birkaç binadan müteşekkil. Kaldığımız yerden lokantaya gitmek için sağında ve solunda birer kahvehane bulunan bir caddeden geçiliyor. Hangi kahvede oturulduğunu güneş tayin ediyor. Sabahları gölgede kalan doğudaki revaçta, öğleden sonraları batıdaki. Akşamleyin müşteriler paylaşılıyor.
Kahvehanelerde kadın olmadığını söylemek gerekmez belki, ama söyleyeyim çünkü Türkiye’nin asık suratlı olmasının en büyük nedeni kadınsız erkekler ve mekânlardır.
Ormana, Eski Yunan’dan kalma Erymna üzerine kurulu bir yerleşim yeri. Eski kentten neredeyse hiçbir şey kalmamış.
Sanırım Ormana’ya tekrar gideceğim.
Bu defa muhtemelen mayısta, ilkbahar çiçeklerini görmek için
Günlerimizi araba ile ormanlık çevreyi dolaşarak geçirdik. Dağlar muhteşemdi. Her gün vadiye indik ve Üzümdere’de yıkanmaya çalıştık. Sakin akan su, donma derecesine yakın olduğu için bir defada içinde on beş-yirmi saniyeden uzun durmak mümkün değildi.
Otelin lokantasında tanıştığımız Ormanalı bir adam, her gün Üzümdere’de yüzdüğünü ve suda altı dakika kaldığını anlattı. Temizlenmek ve arınmak için camiye değil suya gidiyormuş. Dere bir dua imiş.
Su ile maceramızdan sonra dere kenarındaki ilkel bir lokantada, çınar ağaçlarının altında alabalık yedik.
Binanın çevresindeki çınarlar numaralıydı. Lokanta yapılırken duvara değen asırlık bir çınarı kesmişler, Orman İdaresi diğerlerinin kesilmesini önlemek için su kenarındaki yirmiye yakın çınarı numaralamıştı.
Güneşin sıcaklığı ormanın kokusunu azdırıyordu, ağaçlar arasında en güzel kokan çınardı.
Dua olan sadece su değildi. Dağda; görmeyen, duymayan, koku almayan, para karşılığında yapmayacağı hiçbir şey olmayan insan dışında, her şey dua idi.
Sanırım Ormana’ya tekrar gideceğim. Bu defa muhtemelen mayısta, ilkbahar çiçeklerini görmek için.
NOT: Ormana Active (http://www.ormanaactive.com/tr/anasayfa) Türkiye’deki en güzel küçük otellerden biridir. Çift için oda kahvaltı günlük 180 lira. Biz beş gece için, akşam yemekleri dahil, 1400 lira ödedik. Lokantanın kendi ekmek ve pidelerini pişirdiği taş fırını var. Her gün çevrede yetişen sebzelerle sulu yemek pişiriliyor. On iki tabak özenle seçilmiş peynir, zeytin, ev reçeli, bal ve köy yumurtası ile kahvaltı da özellikle övülmeye değer.