Ağaç tanrısı Dionysos korsanlar tarafından kaçırılınca çok öfkelenmiş.
Gemilerinin tahtalarını hayata döndüreyim de dünyanın kaç bucak olduğunu görsünler, demiş.
Direkten dallar çıkarmış. Dallar yaprak ve meyve vermeye başlamış. Halatları sarmaşıklar sarmış.
Dehşete kapılan korsanlar yeşermeye başlayan tahtaların üzerinden zıplayarak kendilerini denize atmışlar.
Milattan Önce Yedinci Yüzyıl’a kadar antik Yunan’da tapınaklar ahşaptan yapılıyormuş.
Daha sonra, muhtemelen Mısır’ın etkisiyle, mermer ve taş kullanmaya başlanıldığında, sütunlar oluklu ağaç gövdesine benzetilmiş.
Bazı bilim adamları bu sütunları idealize edilmiş ağaçlara, tapınakları ise taşa dönüşmüş orman açıklıklarına benzetiyorlar.
Bunlara göre Eski Yunan mimarisinde az kemer kullanılmasının nedeni, tahta konseptinden uzaklaşmak istenilmemesi idi.
O uygarlıkta ormanların güzel, kuytu yerleri tapınak muamelesi görürdü.
Ama ağaçların da varlıktaki her şey gibi bir ruha sahip olduğu inancı ne onların ne de diğer Akdeniz insanlarının ormanları silip süpürmesine engel olabildi.
Odun yaygın olarak işlenen bir hammaddeydi, yakacak olarak faydalanılması dışında konutlarda ve gemi ve savaş aletleri yapımında kullanılıyordu.
Akdeniz havzası çarçabuk ormanlarından soyuldu.
Milattan Önce Birinci Yüzyıl’a varıldığında gemi yapımında kullanılan çam ağaçları Kafkaslar’dan getirilmeye başlanmıştı.
Ağaçlıkların yok olmasıyla birlikte iklim değişmeye başladı.
Bugün sıcaktan kavrulan Efes, eski günlerde ormanlıktı. Ağaçlar kesildikten sonra, çapasını kaybeden toprakları yağmur suları aşağılara taşıdı. Efes’in limanı silt ile tıkandı. Antik şehir, Milet gibi günümüzde denizden kilometrelerce uzaktadır.
Bugün gölleri ve sulak alanları kurutulmuş, ormanları kelleşmiş Anadolu, bir zamanlar verimli vadilerle dolu, bol yağmur alan bir yerdi.
Ağaçların kesilişi sadece Akdeniz havzasına has değildi, her yerde aynı şey oldu.
İnsanlığın var oluşu ile ormanların yok olmaya başlaması aynı tarihe rastlar.
“Baltalar elimizde, uzun ip belimizde/ Biz gideriz ormana, hey, ormana,” ilk şarkı olabilir.
Saygın bilim dergisi Nature’de yayınlanan bir araştırmaya göre, insanların ağaç devirmeye başlamasından bugüne ağaçların yüzde 46’sı kesildi.
Dünya Bankası, 1990 ile 2016 arasında gezegenin ormanlarının 1,3 milyon kilometrekaresini kaybettiğini kaydediyor. Bu, Türkiye’nin kapladığı alanın neredeyse iki mislidir.
Bir zamanlar dünya yüzeyinin yüzde on dördünü kapsayan yağmur ormanları bugün yüzde altıya büzüşmüş vaziyettedir. Önümüzdeki 40 yıl içinde tamamen yok olmaları bekleniyor.
Bunun ne kadar büyük bir felaket olabileceğini anlamak için içimize çektiğimiz havadaki oksijenin yüzde yirmisini bu ormanların ürettiğini söylemek yeter.
Ormanlarla beraber sayısız canlı da doğadan silinecek.
Birleşmiş Milletler’e göre önümüzdeki yıllar içinde bir milyon canlı türü tamamen yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
İlk tohum veren bitkiler aşağı yukarı 400 milyon yıl önce evrildi. Bugün ağaç olarak tanıyabileceğimiz maymun çıkmaz ağacı, ginkgo, sikas gibi bitkiler ise 290-248 milyon yıl önce var oldular. O zamanlar kıtalar birbirlerinden ayrılmamışlardı ve dinozorlar yeryüzüne daha hâkim değildiler.
Yeşillik yok olursa hayat da yok olur.
Havadaki karbon dioksiti emecek yeşillik kaybolursa ısı hayatı mümkün kılan düzeyin üstüne çıkar. Yeryüzü içinde yaşanılamaz sıcaklıkta bir seraya dönüşür.
Bu nedenle ağaçlar dostunuz olsun.
Dionysos’u kızdırmayın.