Epey zaman önce bir gün İngiliz bir arkadaşımdan telefon aldım.
Beni köydeki bir lokantada kutlayacağı sekseninci doğum gününün akşam yemeğine davet ediyordu.
"Tabii gelirim," dedim ve kendimi, son yıllarda ilk ve son defa, katılanlar arasında en genç kişi olduğum bir davette buldum.
Konukların iki tanesi tekerlekli sandalye ile gelmişti. Biri yanıma oturan ve çok hoş bir sohbette bulunduğum kültürlü ve esprili dul bir kadındı.
David, köyde küçük ve güzel bir bahçesi olan küçük ve çirkin bir evde yalnız yaşıyordu. Hiç evlenmemişti. İkinci Dünya Savaşı’nda kendisini asker olarak Almanya’da bulmuş, barış gelince orada kalmış, çevirmen olarak çalıştığı radyo istasyonundan erken emeklilik alıp Ozanköy’e taşınmıştı.
Tanışmadan önce onu olağanüstü külüstür bisikleti ile oraya gidip gelirken köyde veya köye gidip gelirken yolda görür, bir gün bu adama çarpacaklar ve öldürecekler veya sakat bırakacaklar diye düşünürdüm.
Her zaman tıraşlı idi. Saçlarında bir tek beyaz yoktu. Bunun boyadan değil genetik piyango sonucu olduğunu söylerdi.
Belli bir yaştan sonra yaşlanması durmuş gibi idi. Salonunun duvarındaki başka genç ve yakışıklı erkek resimleri arasında asılı duran, kara kalemle yapılmış gençlik resmindeki kadar yakışıklı olmasa bile hâlâ diri, göbeksizdi. Ve bundan gurur duyuyordu.
"Kendini beğenmişin tekiyim," demişti bir gün bana.
O yemekte mi yoksa başka bir zaman mı hatırlamıyorum, bisikleti bırakacağını söyledi. Araba trafiği çoğalmıştı ve şoförler bisiklet kullananlara saygısızdı. Artık yürüyüşe ve yüzmeye de gitmeyecekti.
Evini sattı ve Girne’de bir daire satın aldı, ama taşınması da taşındıktan sonra yeni evine yerleşmesi de aylar sürdü.
Öğle yemeklerini yürüyerek gittiği, ev yemeği yapan bir Türk lokantasında yiyordu. Güne ise kendi karışımı olan bir müsli ile başlıyordu.
Bir gün ona sağlığının sırrını sordum. "Altmış yıldan beri her sabah kendi karışımım olan bir müsli yiyorum," dedi bana, "Sağlığımı buna borçluyum."
Bana müslisinin tarifini verdi ve ben o günden beri sabahları kendi karışımım olan bir müsli yiyorum. Onun müslisine ne koyduğunu unuttum ama benimkinin içindekiler, hepsi organik olmak üzere, şöyle:
Ham yulaf, buğday, arpa ve çavdar ezmesi.
Ham kaju, fındık, çam fıstığı, Antep fıstığı, badem, ceviz, Brezilya cevizi.
Kabuğu çıkarılmış kenevir ve keten tohumu.
Kabak ve ayçiçeği çekirdeği.
Susam.
Buğday tohumunun -rüşeym de denilen- embriyo kısmı (wheat germ) ve buğday kepeği.
Girit peksimeti.
Harnıp pekmezi.
Süt. (David kefir koyuyormuş ama ben o kadar cesur değilim.)
Tarçın tozu.
Bazen bir girdiyi bulamayınca boş veririm, bazen içine listede olmayan başka şeyler de katarım, kurutulmuş böğürtlen cinsi meyveler veya kuru incir gibi.
İyi de neden bize bunları anlatıyorsun derseniz... Aklıma bugün bu anım geldi. Belki işinize yarar diye yazayım dedim. Belki siz de David gibi gözleriniz parlak, göbeksiz, hafızanız bomba, yaşam keyfi ile dolu doksana merdiven dayarsınız.