Kıbrıs’ın Türk tarafı, bir bakanın metresine Girne’de butik açtığı, bir başka bakanın o bakanın metresinin kız kardeşi ile aşk yaşadığı dedikoduları ile çalkalanırken Rum tarafında başka bir dünya var.
Rum Hükûmeti salgının ekonomi üzerindeki yıkıcı baskısına karşı kullanılmak üzere 1,75 milyar Euro’luk bono ihraç etme kararı aldı.
Bu nakit, Avrupa Birliği üyesi olarak adanın Brüksel’den çekebileceği fonlara ek olarak kullanılacak.
Avrupa Yatırım Bankası’nın şirketleri desteklemek amacıyla kurduğu 200 milyar Euro’luk fondan Kıbrıs’ın payına 400 milyon Euro düşecek.
Avrupa Komisyonu’nun işçileri korumak amacıyla kurduğu 100 milyarlık fondan Rumlar 160 milyon Euro çekebilecek.
Rum Hükûmeti’nin garantisi ile şirketlerin bankalardan kullanabileceği 2,6 milyar Euro’luk düşük faizli bir kolaylık da planlanıyor.
Listeyi uzatabilirim ama gerek yok, çünkü bu bilgiler derdimi anlatmaya kâfidir.
O da şudur:
Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, fazla zorlanmadan kaynak bularak salgınının ekonomisine vurduğu darbeyi hafifletebilecek.
Onlara bu şansı veren tanınmış, mali kredibiliteye sahip bir devlet olmalarıdır. Sağlam kurumları ve bürokratik yapıları var ve Avrupa Birliği üyesidirler.
Salgın ve eve kapanmalar Rumlara bu özelliklere sahip olmanın rahatlığını sunarken Türklere hayalet bir devletin vatandaşı olmanın kâbusunu yaşatıyor.
Koronavirüs krizi Kıbrıslı Türklere bir defa daha ne kadar güçsüz olduklarını ve artık Türkiye’nin yardımına da pek fazla güvenemeyeceklerini gösterdi.
KKTC şirketleri ve halkı, salgının ekonomide açtığı yarayı kapatacak mali güce sahip değildir. Salgının yarattığı durgunluk, vergi toplama gücünü zayıflattığı gibi herhangi iç veya dış bir kaynaktan borçlanması da mümkün değildir.
Halk hastalık ve gelecek korkusuyla yaşıyor. Salgın tehlikesi uzaklaştırılınca bunun yönetime karşı sert bir tepkiye dönüşmesi muhtemeldir.
Kıbrıslı Türkler bu ara dönemden yararlanarak ülkenin geleceği hakkındaki düşüncelerini ve siyasi tercihlerini köklü bir biçimde gözden geçirmelidirler.
Neredeyse yarım yüzyıldır döne döne ülkeyi yöneten Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) aynı kalp paranın iki yüzüdür. Sorun çözmekte ikisi de eşit derecede başarısızdır.
Ekonomiyi güçlendirmek için ne yapılması gerektiği konusunda bir fikirleri yoktur. Her ikisi de "Türkiye parayı versin biz yiyelim," zihniyetindedirler.
Kıbrıs sorununu çözme konusunda modası geçmiş, geçersizliği defaatle kanıtlanmış tezlere sahiptirler.
Aynı şey KKTC ile TC arasına kara kedi sokmuş olan Cumhurbaşkanı Akıncı için de geçerlidir.
Bu toplum için Türkiye destekli KKTC, dar bir elbise hâline gelmiştir.
KKTC’nin bir şekilde Rumlarla uzlaşmaya varıp kendine uluslararası arenada tanınmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bir yer açması lazımdır.
Başka kurtuluş yolu yoktur.
Bunun için yeni formüller, yaklaşımlar geliştirmek, 1960’lardan kalan şüpheci ve korkak tavırlardan kurtulmak gerek.
KKTC’nin buna muktedir olan politikacıları vardır.