Öbür dünyaya götüreceğim tek pişmanlık, okumak istediğim bütün kitapları okuyamamak olacak.
Bazen her şeyi bırakıp vaktimi sadece kitap okumakla geçirdiğimi hayal ederim, bunun mümkün olmayacağını bile bile.
Sabahleyin kahvaltımı yaparım, kitabımı koltuğumun altına koyarım. Dağda gölge bir yer bulurum ve güneş yükselip alçaldıkça bir gölgeden başka bir gölgeye yürüyerek akşama kadar orada kitap okurum.
Eskiden böyle yaptığım günler vardı.
Bir ara, hatta, hamak götürüp iki çam arasına asmış ve içine kurulup hafif hafif sallanarak okumuştum kitabımı.
Zaman azaldıkça okumak istediğim kitap sayısı çoğalıyor.
Merak işte.
Zaman azaldıkça okumak istediğim kitap sayısı çoğalıyor
Nereden edindim bu merakı, bu ayrıntılara sapma huyuna sahip nehir deltasına benzeyen kafayı, bilmiyorum.
Dün pastanede bir arkadaşımı beklerken Lord Byron’un (1788-1824) İtalya yıllarına dair bir yazı okudum.
Büyük şair ve çapkın Lord Byron (eski bir sevgilisi onu “çılgın, melun ve tanınması tehlikeli” olarak tarif etmiş) cinsel maceralardan yorgun ve bıkkın İtalya’ya yerleştiğinde, arkadaşlarına “Beni güzel kadınlarla tanıştırmayın, güzel olmayanlarla da,” demiş.
Ama bir tesadüf onu Kontes Teresa Gamba Guiccioli (1799 –1873) ile bir araya getirmiş.
İlk karşılaştıklarında on dokuz yaşındaki kontes, kendisinden neredeyse üç misli yaşlı olan bir asilzade ile evli idi.
Byron, kontese âşık oldu, kontes de ona. Şair onun peşinden Ravenna’ya gitti.
Guiccioli, Byron’un yaşlı kanını ateşe verdi. En güzel şiirlerinden bazılarını onun yatağını paylaştığı günlerde yazdı.
Bu kadına dair daha fazla ayrıntıyı nereden öğrenebilirim?
Ya Voltaire’nin (1694-1778)metresi, deniz yeşili gözlerinin zekâ ile parladığı söylenen Châtelet Markizi Emilie (1706-1749)?
O kadar güzel değildi belki bu soylu kadın, ama o yüzyılda çok az kadının sahip olduğu bir şeye, eğitime, sahipti. Kimilerine göre Voltaire’den bile zeki idi.
Babası, kızının akıllı olduğunu küçük yaşta keşfetmiş, özel öğretmenler tutup eğitmişti. Latince, İtalyanca, İngilizce ve – o çağlarda duyulmamış bir şey –matematik öğrendi. Newton’u Fransızcaya çevirdi.
Emilie cazibesi ve zekâsıyla Voltaire’yi esir aldı.
Emilie asilzade bir asker ile evli idi, ama o yıllarda asil sınıfına mensup evli erkek ve kadınlar sakınımlı olmak koşuluyla evlilik dışı ilişkide aşağı yukarı hürdüler.
Voltaire, Emilie’nin kocası görev yaptığı hudut karargâhından döndüğünde, o gidinceye kadar evlerinin başka bir bölümüne taşınıyordu.
Voltaire’nin hayatının aşkı oldu, ama onlarınki kıskançlıksız bir aşktı.
Voltaire sekse pek meraklı değildi, sevgilisinin başkaları ile yatmasını umursamıyordu. Emilie seviştiği genç ve yakışıklı bir subaydan hamile kaldı ve çocuğunu doğurduktan birkaç gün sonra Voltaire’nin evinde öldü.
Voltaire ölüm haberini alınca kendini yere atıp başını taşlara vurdu.
“O ölünce yarım kaldım,” dedi bir arkadaşına, “hayatımın geri kalanını yarım bir adam olarak geçireceğim
“O ölünce yarım kaldım,” dedi bir arkadaşına, “hayatımın geri kalanını yarım bir adam olarak geçireceğim.”
Emilie hakkında da daha çok şey öğrenmek istiyorum.
Ona dair bir kitap bulup okursam karşıma muhakkak hakkında kitap okumak istediğim başka bir kişi veya olay çıkacaktır.
Merakı tatmin etmek ile merakı körüklemek bazen aynı şeydir.
Bu arada Voltaire’ye atfedilen “Söylediğinizi onaylamıyorum ama söyleme hakkınızı canım pahasına bile olsa savunacağım,” sözünün Voltaire değil, Stephen G.
Tallentyre imzasıyla yazan Evelyn Beatrice Hall ( 1868- 1956) isimli bir İngiliz kadına ait olduğunu öğrendim.
Belki bir konuda uzmanlaşmadığım, okuma vakitlerimin tümünü ona ayırmadığım için hata yaptım. Belki yapmadım.
Belki birçok şey hakkında az şeyler bilmek, tek şey hakkında çok şey bilmekten ilginçtir. Ormanda hep aynı yerde dolaşmak yerine birçok ormanda birçok patikada yürümek gibi.
Merak sahibiyim diye düşünürsünüz, ama bir zaman sonra anlarsınız ki merak sizin sahibinizdir.