Metin Münir

16 Ocak 2016

Aşk ölümlüdür, seks bitmez

Erkek yaraysa kadın merhemdir – o yarayı daha büyük bir yara yapan değilse...

Ozanköy

Yağmur çiseliyor, ağaçlardan meyve topluyorum ve kadınları düşünüyorum.

Sarı limon. Turuncu Mandalina. Yafa Portakalı. Tatlı portakal.

Bu sene yafa portakalları yumurta kadar. Onları yazın iyi sulayamamışım demek. Ya da bilmediğim bir başka neden var. Ufak mufak ama tatları büyükler kadar, belki daha fazla, nefis.

Otlar ayakkabılarımı aşıp çoraplarımı ve pantolonumun paçalarını ıslatıyor, ıslaklığı soğuk soğuk tenimde hissediyorum.

Ceplerim içlerine tıktığım meyvelerden sarktı.

Yürüyünce ayağım damla sulamanın yeşillikler altında kalan borusuna takılıyor. Sendeliyorum ve düşecek gibi oluyorum. Bahçe böyle tuzaklarla dolu. Büyüyen otların altında kalan borular, dallar, taşlar. Hatta kürek falan. Bir gün ayağım bunlardan birine takılacak ve düşüp bir veya iki tarafımı kıracağım. Kesin.

Birkaç gün sonra 72 yaşına basacağım ve hala bahçede meyve toplarken kadınları düşünüyorum. Bahçede meyve toplamazken de.

Ne zaman bitecek bu?

Hiçbir zaman?

Üff. Erkek olmak zor bir şey.

Ölürken - üzerindeki her şey kaldırıldıktan sonra masada kalan örtü gibi - son düşüncem kadınlara veya bir kadına mı ait olacak?

Ölmek, aniden ölmemişsen tabii, konsantrasyon isteyen bir şey, aslında. Başka bir şeyi pek düşünemez insan.

Neden ölümden korkulduğunu anlamıyorum. Belki bir defa öldüğüm,  ölmenin korkulacak bir şey olmadığını anladığım, hayattan ölüme geçiş sürecinin kişinin tadabileceği en büyük haz olduğunu tecrübe ettiğim için.*

Bunları bahçede düşünmemiştim. Şimdi, bu satırları yazarken aklıma geldiler. Bahçede aklımda meyveler – günün soğukluğu, yağmurun ıslaklığı ile bir olmuş meyveler – bahçede olmanın hazzı ve kadınlar vardı.

Aşk ölümlüdür. Seks bitmez. Nerede okumuştum bunu? Yoksa uydurup unuttuğum şeylerden biri midir? Olabilir çünkü hafızam kevgire dönmeye başladı.

Yıllar geçtikçe dünyada kadın diye bir varlığın bulunmasını gittikçe daha  esrarengiz ve harika buluyorum.

Kalabalıkların içindeki yumuşaklık ve güzellik.

Karnında insan yapan bir insan. Emziren ve doyuran. Büyüten.

Yumuşak ve kıvrımlı. Uzun saçlı.

Hep bir şey gizler gibi.

Sende olmayan şeylere, becerilere sahip.

Sadece gözleri görünecek kadar kapalı giyinse bile devamlı güzel görünme çabasında ve ihtiyacında.

Sende olmayan şeyler onda, onda olmayan şeyler sende var ve bu eksik olma durumu ... Bu eksiklik ... Bütün olması ender zamanlara ait olan bu eksiklik yönetiyor insan hayatını.

Erkek yaraysa kadın merhemdir – o yarayı daha büyük bir yara yapan değilse.

Aşk ölümlüdür. Seks ise bitmez. Galiba doğrusu ikisinin de bitmediğidir. Eğer insan o havalarda ise, teslim olmamışsa, monotonluğa yenilmemişse, korkmuyorsa, aramaya devam ediyorsa. Ve büyümemişse, çocukluğunu koruyorsa.

*

Bulutlar dağıldı ve güneş açıldı. Gölgede kış, güneşte yaz. Bu anları çok seviyorum. Her yer ıslak. Yağmur damlaları yer çekimine kafa tutarak yapraklardan sarkıyor. Akdeniz’den başka bir yerde bulunmayan bir renk ve ışığın içindeyim. Ölümle de hayatla da barışık, gökyüzüne bir “Şükür” yolluyorum. Tırnaklarımı içine geçirip bir portakal daha soymaya başlıyorum.

Bu konuda yazdığım kitap burada okunabilir.