Bağımlılık en sinsi hastalıklardan biridir. Kişinin keyif için başladığı herhangi bir şey, içeriden onu ele geçirmeye başlar, her gün daha fazlasına ihtiyaç duyar. Bir gün uyandığında artık o şeyin hayatının merkezi bir parçası olduğunu fark eder, reddeder, fakat artık çok şey değişmiştir. Sadece normal hissedebilmek, yoksunluk krizi yaşamamak için ihtiyaç duyar. ABD'de Cumhuriyetçi Parti de aynı bu şekilde bağlandı Donald Trump'a.
16 Haziran 2015'te Donald Trump ilk kez başkanlık kampanyasını açıkladığında 9 yıl sonra işlerin bu noktaya geleceğini ondan başka hayal eden kimse var mıydı, bilmiyorum. Ön seçim günlerine gidene kadar Trump bir espri konusuydu. Mavi yakayı temsil etmeye çalışan, "bataklığı kurutacağını" söyleyen bir milyarderden fazlası değildi. Hayatının bir günü geçinme endişesi yaşamamış, fakat ortalama Amerikalıyı en iyi anladığını söyleyen bir adam... Trump ön seçimleri teker teker kazanmaya başlayınca durumun gerçekliği herkesin suratına soğuk su gibi vurmaya başladı. "Make America Great Again (Amerika'yı Tekrar Müthiş Yap)" fark edilenden çok daha fazla momentum toplamıştı.
Trump'ın Washington dışından bir isim olması, ortalama bir muhafazakâr ABD'linin rahatsızlıklarını çok iyi anlaması, "kısık seslerin sesi" olma iddiası, artan yabancı nefretine ustalıkla dokunması dip dalga yarattı. 2016 seçimlerinin yapıldığı güne kadar bile Trump ciddiye alınmadı, Demokrat Hillary Clinton hep favoriydi. Ertesi sabah ABD, daha önce hiç görmediği türde bir başkana uyandı.
Trump, ilk yıllarında Cumhuriyetçi Parti içinde de direnç gördü. Ancak 8 yıllık Demokrat Barack Obama'nın iktidarından sonra bir 4 senelik Hillary Clinton iktidarını engellediği için Cumhuriyetçi elitler de onu isteksizce kabullendi. Fakat Trump'ın çekim gücü günden güne arttı ve en sonunda Cumhuriyetçi Parti'nin dönüşümü başladı. Cumhuriyetçi Parti'de ona karşı olan isimler, yıllar geçtikçe teker teker onun safına geçmeye başladı. Partinin içindeki muhalifler, onunla mücadele edebilmek için onun çizgisine yaklaştı. Ancak Trump'ın kısa sürede gelişen siyasi ustalığı onları da yuttu, muhalifleri, ettiği hakaretleri yutup onun saflarında yer almaya başladılar.
Cumhuriyetçi Parti son 8 sene içinde 3 kez başkan adayı seçti Trump'ı. Girdiği ikinci başkanlık seçimini kaybetmesine rağmen hiçbir şekilde popülerliğini yitirmemesi, ön seçimlerde yine tulum çıkarması ABD için emsalsiz bir durum. Trump, 2020'de görev süresi dolduğunda artık partinin özellikle daha radikalize olmuş tabanında o kadar popülerdi ki, ciddi bir kitleyi seçimi kaybetmediğine ikna etti, hatta 6 Ocak Kongre baskınıyla bir darbe girişiminde bulundu.
Özetle, Cumhuriyetçi Parti'nin 2016'da "kazanmak için" kabullendiği Trump, partinin "kazanmak için tek şansı" haline geldi, 1854'te kurulan dünyanın en eski partilerinden birinin kodlarını değiştirdi. Özünde iki partili bir sisteme sahip olan ABD'nin partilerinden birini radikal, daha sağ, daha şovenist ve totaliter hale getirdi.
Bunun en büyük kanıtlarından biri başkan yardımcısı adayı tercihi. 2016'da Trump, Cumhuriyetçi statükoyu ürkütmemek için daha geleneksel bir muhafazakâr olan Mike Pence'i seçti. Pence, 2020 seçimlerinden sonra Trump'ın seçimi zorla alma girişimini kabullenemeyip ona sırt çevirdi. Trump, Pence'i "hain" ilan ettiğinde 6 Ocak'ta Kongre'ye giren destekçileri onu "idam etmeye" hazırdı. Trump, 2024 seçimlerine aylar kala ise bu sefer çizgisine daha yakın bir isim olan Ohio Senatörü JD Vance'i seçti. Henüz 2023'te Trump'ın desteğiyle Senato'ya giren Vance, bir dönem Trump'a muhalif olsa da sonra onu sahiplenen Cumhuriyetçilerdendi. Vance, Trump hareketini tamamen benimsedi ve onun bayraktarlarından biri haline geldi.
JD Vance ve Trump
Trump'ı budala ya da sadece günü düşünen bir siyasetçi olarak düşünmek çok büyük bir hata olur. Demokratlar ve Cumhuriyetçi Parti'nin kibirli elitleri Trump'ın yükselişini böyle düşündükleri için önleyemediler. Trump, 2016'dan bu yana siyasette ölümden sonra bile kalıcı olmanın ağlarını adım adım ördü. Hatta 13 Temmuz'da kendisine düzenlenen suikast girişiminden sağ kurtulması, Trump'ın yaratmaya çalıştığı 'seçilmiş kişi' imajını güçlendirdi. Sürekli ''Ölmeliydim, ama Tanrı sayesinde hayattayım'' demesi de bundan.
Cumhuriyetçi Parti'yi kendi imajında yontmak bunun ilk adımıydı. JD Vance'in başkan yardımcısı adaylığı ise bunun ikinci önemli adımı oldu.
Vance, "Make America Great Again" veya "MAGA" hareketinin mirasçısı. Trump, 2024 seçimlerini kazanırsa tekrar aday olamayacak ve yüksek ihtimalle 2028'de bayrağı Vance'e devredecek. Vance, Trump'ın partideki devrimini kalıcı kılacak. İdeal senaryoda Vance de bayrağı MAGA hareketinin başka bir temsilcisine bırakacak. Trump'ın hayalinde ABD'nin geleceğinde Demokrat Parti'nin rakibi Cumhuriyetçiler değil MAGA partisi olacak.
Vance'in kariyeri dikkatle inşa edilmiş. Kendisinin 2016'da yazdığı anı kitabı Hillbilly Elegy 2020'de Oscar adayı bir film oldu. Vance henüz ulusal siyasete atılmadan çekilen film, başkan yardımcısı adayını oldukça sempatik gösteriyor. Uyuşturucu bağımlısı bir annenin çocuğu, Kentuckyli bir ailenin Rust Belt'teki Ohio'nun yoksul bir kentinde büyümüş oğlu, babası hayatında yok, o yokluklardan çıkıp ABD'nin en iyi okullarından Yale'e gitmiş. Film, Vance'in adaylığı açıklandıktan sonra sadece ABD'de değil dünyada da daha fazla izlenmeye başlandı. Dünyanın ve ABD'li gençlerin çoğu Vance'i usta gazetecilerin kalemlerinden çıkan portrelerden değil, onu sempatik gösteren bu filmden tanıyacak.
Peki Trump'ın bu devrim hayali ABD ile mi sınırlı? Bolşevik Devrimi'nin öncülerinden Lev Troçki'nin "sürekli devrim/permanent revolution" teorisiyle Trump'ın ismini yan yana koymak birçok sosyalistin yüreğine indirebilir, ama temelde ufak bir inceleme yapalım. Sürekli devrim teorisinin en önemli özelliklerinden biri Josef Stalin'in "tek sosyalist devlet" tezine karşı çıkmaktı. Troçki'ye göre kapitalist hegemonyanın yıkılması için sosyalist devrimler farklı ülkelerde yaşanmalı ve bu ülkeler kendi bayrağı altında yapılanmalıydı. Sosyalist ülke sayısı artarsa kapitalist yapıların daha fazla köşeye sıkışacağına inanıyordu.
Trump'ın da tekrar seçilirse ana hedeflerinden biri Trumpist görüşe yakın iktidarların yaygınlaşması olacağını düşünüyorum. Trump, 2016'da siyasi karakterini inşa ederken Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Macar lider Viktor Orban gibi otoriter figürlerden etkilendi.
T24 yazarı Murat Sabuncu, geçen günkü yazısında Harvard Üniversitesi'nden Prof. Dr. Cemal Kafadar'ın kendisine söylediği şu cümleye atıfta bulundu:
"Trump'ın çevresinde bulunan birilerinden meslektaşlarıma, meslektaşlardan meslektaşlara, oradan bana gelen aramızda konuştuğumuz bir konu var. Trump şu anda 2024 seçimlerini kazandığı takdirde üniversiteler ve medyada acil ne yapabilirim diye Erdoğan'ı, Modi'yi, Orban'ı çalışıyormuş.''
Trump hâlâ güçlenmek için ülkesinde kendisine karşı muhalefeti büyük oranda konsolide etmeyi başarmış liderleri çalışıyor. Ancak bu liderler de kendisinden etkileniyor.
Trump, tekrar seçildiği takdirde yine dünyanın en etkili ülkesinin başına geçecek. Avrupa'da "Trumpist" görüşe yakın diye niteleyebileceğimiz Orban gibi isimler dünya siyasetini ciddi anlamda etkileyebilecek ülkelerin başında değil. Trump ise kendisi arkasında birleşmiş bir partinin desteğiyle Beyaz Saray'a yürümeyi planlıyor.
Dünyada şartlar aynı değil, Ukrayna'da ve Gazze'de tüm dünyanın kilitlendiği iki savaş var. Trump kazanırsa Ukrayna'ya desteği kesmesi büyük bir sürpriz olmaz; bu daha güçlü bir Putin anlamına geliyor. Trump, kampanya sürecinde "Putin'in bir vatansever" olduğunu söylemekten kaçınmadı. Trump ayrıca Avrupa Birliği'nin karşısında cephe aldığı Orban'a açık destek verdi.
Trump'ın kazandığı takdirde otoriterlere verdiği desteğin artması sürpriz olmaz. Hatta ve hatta dünya genelindeki seçimlerde kendi görüşlerine destek veren adaylara avantaj sağlaması da olasılık dışı olmayacaktır. Farklı ülkelerde ne kadar "küçük Trump'lar" ortaya çıkarsa, Trump'ın dünya görüşü için daha iyi olacaktır. Her şeyden öte, Trump'ın bu türde isimleri etkilemesi çok daha kolay olur.
2024 ABD seçimlerini yakından izlemek zorundayız. 2020 seçimlerinden daha kritik bir seçim yapacak ABD. Trump'ın sloganı "Önce Amerika" idi, ancak bu sloganın "Önce Trumpizm" olarak değişmeye başladığını görmek gerekir. Trump, kendi iktidarını ve sonrasını güçlendirmek için bu yönde adımlar atacaktır. ABD'nin Suriye'de alacağı kararlar bile önce Trump'ın çıkarlarına göre şekillenecektir. Trump'ın NATO'ya ve Avrupa müesses nizamına karşı olumsuz duruşu da unutulmamalı. Dünyayı oldukça komplike bir süreç bekliyor.
Metin Kaan Kurtuluş kimdir?Metin Kaan Kurtuluş 1996 yılında İstanbul’da doğdu. Yükseköğrenimi ABD’nin Michigan eyaletindeki Hope College’da Siyaset Bilimi üzerine tamamlarken, Almanya’da Avrupa Birliği üzerine uzmanlaştı ve Kıbrıs sorunu hakkında çalışmalar yaptı. Gazeteciliğe ABD’de başladıktan sonra 2018 yılında Türkiye’ye dönerek T24’te Dış Haberler ve Dış Politika Editörlüğünü üstlendi. Dış politika üzerine haberleri, dosyaları, makaleleri ve söyleşileri yerli ve uluslararası çeşitli basılı ve dijital yayınlarda yer aldı. Halen T24’ün Haber Koordinatörlüğünü yürütmektedir. Uluslararası Basın Enstitüsü Türkiye Komitesi üyesi olan Kurtuluş’un Prof. Dr. Sencer Ayata ile yaptığı söyleşiler, ‘Arayan Toplum, Ayrışan Siyaset’ ismiyle Doğan Kitap tarafından kitaplaştırıldı. Kurtuluş, T24 ekranında da her perşembe günü Barçın Yinanç'la birlikte 'Dış Politikayla İçli Dışlı' programını yapıyor. |