Aslında havuz problemlerine alışık bir milletiz. Kendisini dolduran ve boşaltan muslukları olan bir havuzun kaç saatte dolacağına, hatta birbirine bağlı birden fazla havuzdan oluşan bir sistemin ne kadar sürede boşaltılabileceğine ilişkin problem çözmeyenimiz yoktur. Şimdi size 1984’den bu yana binlerce canımızı alan, milyarlarca lira para ve neredeyse 40 yılımızı çalan en önemli havuz problemimizi anlatmak isterim. Amacım bu problemi daha yakından tanıyalım, bir modele oturtalım ve nasıl çözeceğimize dair kafa yoralım. Problemimizi herkes farklı tanımlıyor. Problem;
- Kürt Sorunu (Ben bu tanımı milletin geri kalanının sanki bir Kürt sorunu varmış gibi algısı yarattığından sakıncalı bulanlardanım.)
- Kürt kökenli vatandaşlarımızın sosyo-ekonomik geri kalmışlık sorunu: Bu tanıma göre Kürt kökenli vatandaşlarımızı cebi para görünce, yolu, okulu, hava limanı vb. alt yapılar yapılınca sorun da otomatikman kendiliğinden çözülecektir.
- Kürt kökenli vatandaşlarımızın temel bireysel hak ve özgürlükler sorunu: Bu tanım bireysel düzeyde tüm kültürel uyanmış Kürtlere, hatta bir dereceye kadar siyasal uyanmış Kürtlere hayat hakkı tanıyor. Örneğin Kürtçeyi bu tanım içinde hazmedebilmemiz bile mümkün.
- Kürtlerin kolektif (grup) siyasal hak mücadelesi sorunu: Bu tanım grup düzeyinde kültürel ve siyasal uyanmış Kürtlerin bir araya gelerek grup kimlikleri ve hakları için meşru siyaset içinde ve şiddet içermeyen demokratik mekanizmalarla mücadelesine imkan tanıyor. Yani sorunu böyle tanımlarsak etnik ve siyasal uyanmış Kürtler bir araya gelerek dernek, STK hatta siyasi parti kurabilir ve demokratik mekanizmalarla fikirlerini savunabilir.)
- Kürtlerin PKK sorunu: Son dönemde yükselişte olan bir tanımda; terör de içeren silahlı şiddet yöntemleri ile Kürtlerin kolektif siyasi hakları için mücadele ettiğini iddia eden PKK sorunun kaynağıdır. Kürtler PKK’dan kurtulduğu anda bu problem de kendiliğinden çözülecektir. Ancak şu ana kadar bu tanımı kullanan yazarlardan PKK ‘yok edildikten’ sonra meşru siyaset içinde Kürtlerin siyasi haklarını bireysel hatta grup düzeyinde savunan bir siyasal partinin olup olamayacağı konusunda bir yorum yapmıyorlar. Bir de bu tanımda PKK nedeniyle fikirleri ‘zehirlenmiş’ (veya Kürt etno-milliyetçiliği ile fikirde radikalleşmiş) hatta fikirleri ‘zehirlendikten’ sonra bil fiil eline silah almış veya eli silahlılara yardım ve yataklık yapmış (eylemde de radikalleşmiş) kişilerin tamamı yani PKK ve tüm arka bahçesi çözümün değil sorunun bir parçası. O halde PKK siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel alandaki tüm bileşenleri ile toptan tasfiye edilmelidir.
Şimdi bu tanımlar ışığında problemimizi benim ‘Şelale Modeli’ olarak adlandırdığım bir modele dökmeye çalışalım.
Şimdi Şelale Modelindeki Havuzları size tanıtayım. Bu havuzlar ‘Kürt Etnik Kimliği’ bilinç düzeyine’ göre 6’ya ayrılıyor.
Etnik Uyuyanlar: Modelin en yukarısındaki bu havuzdaki Kürtler için etnik kimlikleri gerek günlük pratiklerinde gerekse sosyo-kültürel ve siyasi anlamda önemli değil. Kısaca bu havuz Kürt olup da ‘Kürt etnik bilinci’ olmadan uyuyanlardan oluşuyor.
Kültürel Uyanmışlar: Bu havuzdakiler için ‘Ben Kürdüm’ bilinci kültürel düzeyde oluşmuş durumdadır. Kürtçe dili, örf ve adetleri, folkloru bu havuzdaki Kürtler için önemli. Kültürel uyanmış bir Kürt için PKK ve uyguladığı silah şiddet olumlu veya olumsuz bir anlam içerebilir. Bu nedenle ‘Kültürel uyanmışlar’ içinde PKK’yı destekleyenler olduğu kadar desteklemeyen de var.
Kültürel ve Siyasal Uyanmışlar: Bu havuzdakilerde hem ‘Kürt etnik bilinci’ kültürel anlamda oluşmuştur hem de bu kimlik kişi için siyasal anlamda (bireysel veya grup hakları açısından) uğruna mücadele edilecek seviyede anlamlı hale gelmiştir.
PKK Sempatizanları: Fikirde radikalleşme süreci yaşayan bu havuzdaki kültürel ve siyasal uyanmış Kürtler için PKK ‘Kolektif Kürt siyasal bilincinin’ bölgesel anlamda lokomotifidir. Henüz ‘silahlı şiddetle tanışmamış’ veya silahlı şiddeti meşru görmeyen bu havuzdakiler için PKK’nın varlığı (ontolojisi) eleştirilemez, ancak uyguladığı silahlı şiddet yöntemleri eleştirilebilir.
PKK milisleri: Fikirde radikalleştikten PKK’nın silahlı şiddetini üreten kadrolarına yakın kent merkezlerinde, kamuda veya özel sektörde çalışan kişilerden oluşan bu havuzdakilerle artık PKK’nın dağ kadroları arasında ‘yardım ve yataklık’ boyutunda somut ve organik bir ilişki vardır.
PKK’lılar: Hem fikirde hem de eylemde radikalleşmiş ve ‘terör eylemleri de dahil her yolu deneyerek bölgesel anlamda PKK’yı ‘Kürt etno-kimliğinin’ lokomotifi haline getirmek için silahlı mücadele edenler havuzu.
Bir de tabi Türkiye içinde olsa da ‘PKK milisleri’ ve ‘PKK’lılar’ havuzlarını besleyen diğer ülkelerden gelen Kürtlerin olduğu bir Irak-Suriye-İran Avrupa vb. yerlerden gelen dış-Kürtlerin oluşturduğu bir havuz da var.
Türkiye’de herkes ‘Kürtler’ adına konuşuyor. Hatta aslında etnik bir bilinç düzeyi çağrıştıran ‘Kürt’ kelimesi en çok genellediğimiz kelimeler arasında. Öncelikle yukarıda sunduğum 6 havuz ışığında herhangi birisi Kürtler adına konuştuğunu iddia ediyorsa ‘Hangi havuzdaki Kürtleri kast ediyor?’ sorusunu sormanız gerekiyor. Ne yazık ki Türkiye’de henüz 6 havuzun tamamını temsil eden bir kişi/zümre yok. Diyeceğim o ki mesela nasıl kültürel ve siyasal uyanmış bir Kürt’ün hala Türkiye’de meşru bir ulusal siyasi parti olan HDP’ye üye olma özgürlüğü varsa, her türlü girişime rağmen bir Kürt ‘etnik olarak’ uyumaya devam etmek istiyorsa onun da ‘uyuma özgürlüğü’ vardır. Veya bir Kürdün tercihi sadece ‘kültürel’ olarak uyanık kalmaksa illa onun etnik bilincini siyasal olarak da uyanacaksın diye zorla dürtmek, ona siyasal bir kimlik dayatmak ne kadar doğrudur? Veya niçin illa Kürt siyasetindeki güç hiyerarşisinde bir kültürel ve siyasal uyanmış Kürt, kültürel uyanmış veya etnik olarak uyumak isteyen bir Kürtten daha üstündür? Bir Kürt etnik olarak uyumaktan yana bir tercih içindeyse illa ki bu tercihi ‘ırkına ihanet’ olarak mı algılanmalıdır? Korucu dostlarımdan bilirim. PKK ile savaşan, ancak söz konusu olan ‘Kürt kimliği’ ise bir PKK’lıdan bile daha kültürel milliyetçi pek çok korucu vardır. 2007 yılında arazide bir ortak operasyonda ‘Kürtçe’yi aşağılıyorsun’ diyerek bir astsubayımıza silah çeken, sonra bizim araya girmemizle yatışan, ancak ortak görev yaptığımız iki ay boyunca astsubayımızla tek kelam etmeyen korucumuzun bu sert-kültürel Kürt milliyetçiliğini nereye koyacaksınız? Veya soru şu: Acaba bir kültürel uyanmış Kürt, PKK’nın önerdiği ‘Siyasal Kürt tipi’ için değil de ileride örneğin Kürtçe yasaklanırsa Kürtçe dilinin özgürlüğü için silahlı şiddete başvurur mu? Veya Kürtçe dili için silah bile çekebilecek düzeyde kültürel uyanmış bu korucumuz niçin siyasal anlamda tasvip etmediği için sırf PKK ile savaştığı için ‘HAİN’ damgası yemektedir? Bence bu sorular şayet PKK ‘temizlenebilirse’ PKK sonrası dönem için önemli bir sorular. Üzerine kafa yorun derim.
Şimdi asıl kritik soruya gelelim. Acaba bu havuzların büyüklüğü ne kadar? Yani acaba Türkiye’de ne kadar etnik uyuyan, kültürel uyanmış, kültürel ve siyasal uyanmış, PKK sempatizanı, PKK milisi ve PKK’lı Kürt var? Aslında bu sorunun cevabı ‘Acaba PKK yok edilebilir mi?’ sorusunun da cevabı. Ne yazık ki ‘Şelale modelindeki’ altı havuzun büyüklüğü konusunda bilimsel bir saha çalışması veya akademik bir yayın yok. Yani daha 40 yıllık bu problemin bileşenleri olan bu havuzların her birinin büyüklüğünü bile tam olarak bilmiyoruz. Tam da bu nedenle Türkiye ‘PKK Kürtlerin tamamını temsil eder’ söylemi ile ‘PKK Kürtleri temsil etmez’ söylemi arasına sıkışmış durumda. Ama ne yazık ki bu argümanların her ikisi de bilimsel verilerle desteklenmiyor. Acaba PKK Türkiye’deki Kürtlerin ne kadarını temsil ediyor?
Şimdi ‘PKK’lı’ havuzundan başlayalım. Bu havuzdakiler ‘PKK üyesi olmak’ suçundan hüküm giyenler ile şu anda örgütün dağ kadrosu mevcudunun toplamı. Ne yazık ki araştırmama rağmen açık kaynaklarda 1984’den bu yana geçen 36 yıl içinde PKK üyeliğinden hüküm giymiş kişilerin toplam sayısına ulaşamadım. Ancak 2000’lerin başlarına kadar 20-30 binli rakamlar, 2000’lerden sonra ise 10 binli rakamlar, 2005’lere kadar 7-8 binli rakamlar, 2010’lardan sonra ise 5-6 binli rakamlar cezaevlerinde hükümlü olarak bulunan PKK’lıların mevcutları. Hal böyle olunca son 36 yılda ‘PKK terör örgütü üyeliği’ suçu ile hüküm giymiş kişilerin sayısının 50-70 bin arasında olduğunu söylemek mümkün. Yine açık kaynaklara yansıyan raporlara göre halen yurt içinde ve yurt dışında yaklaşık silahlı ve eğitimli PKK’lı sayısı 30 bini buluyor (Çoğunluğu Suriye kuzeyine ait olan bu rakamın üçte birinin Türkiye vatandaşı olduğunu düşünsek 10 bin yapar). O halde PKK’lı olduğu hukuken tescillenmiş hükümlülerle PKK’nın mevcut kadrolarındaki Türkiye vatandaşlarının toplam mevcudunu toplasak karşımıza 80 binli rakamlar çıkacak.
‘PKK milisi’ havuzunun büyüklüğünü de ne yazık ki bu konuda veri olmadığını için bilemiyoruz. Ama PKK ile bağlantıları nedeniyle tutuklananları ve yine PKK’lı havuzundakilerin aile yakınlarını ve arkadaşlarını hesaba katarsak kabaca 100-120 binli rakamlara ulaşıyoruz (Bu sayıların bir veriye dayanmadığını sadece benim açık kaynak bilgilerinden yola çıkarak sunduğum tahminlerim olduğunu bir kez daha hatırlatırım).
‘PKK sempatizanı’ havuzunun büyüklüğü hakkında da elimizde veri-tabanlı bir bilgi, akademik bir yayın yok ne yazık ki. Ama‘Fikirde Radikalleşme’ sürecinde olan bu havuz grubunun Türkiye genelinde yaklaşık mevcudunun 200 binli rakamlar boyutunda olduğunu söylemek mümkün.
‘Kültürel ve Siyasal Uyanmış’ havuzundaki Kürtlerin mevcutları dar yorumla sadece PKK’lı (80 bin)+Milis (100 bin)+Sempatizan (200 bin) rakamlarının toplamı olan 380 binin dörtle çarpımı olsa karşımıza 1.5 milyonluk bir kitle çıkıyor. Ama geniş yorumlamak isterseniz 1 Kasım seçimlerinde Türkiye genelinde HDP’ye oy veren yaklaşık 4.9 milyon Kürdü de ‘kültürel ve siyasal uyanmış’ havuzu olarak düşünebilirsiniz.
‘Kültürel uyanmış’ havuzu hakkında da ne yazık ki veri-tabanlı bilimsel bir çalışma hala yok. Ama bu havuzun da 3-5 milyon civarında olduğunu tahmin etmek zor değil. Ama bir de unutmayın yukarıdaki örnekteki korucumuz gibi PKK’yı desteklemeyen, ama söz konusu olan şey ‘Kürtçe’ olunca arazide silah arkadaşına silah çekebilecek kadar gözü kara ‘kültürel uyanmış’ Kürtlerimiz de bu havuzun içinde.
‘Etnik uyuyanlar’ havuzu yukarıdaki 5 havuzun mevcudunun Türkiye’deki toplam 15 milyon civarı olan Kürt nüfusundan çıkarılması ile elde edilecek. Gene bu konuda elde veri-tabanlı bilimsel bir çalışma yok ama siz bu havuza 5-8 milyon kişiyi ayırın.
Şimdi size önemli bir tespit. Bilkent Üniversitesinden akademisyenler tarafından 2011 (Çözüm Süreci öncesi) ve 2013’de (Çözüm Süreci esnasında) Türkiye genelindeki temsili bir örneklem üzerinde yapılan bir anket Kürt kökenli vatandaşlarımızın özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi vb. konulardaki siyasi taleplerinin 2011 yılına nazaran neredeyse yarı yarıya artarak 2013 yılında %40’lara çıktığını gösteriyor. Bu şu demek: Çözüm Süreci kızsak da kızmasak da, beğensek de beğenmesek de ‘etnik uyuyan’ ve ‘kültürel uyanmış’ havuzlarından aşağıdaki diğer havuzlara büyük bir akışa neden olmuş. Yani Çözüm Süreci etnik uyuyan ve kültürel uyanmış binlerce Kürdü siyasal fikirlerle ve PKK ideolojisi ile tanıştırmış, yine sadece PKK’nın tek muhatap alınması ‘PKK’nın önerdiği Kürt tipini’ alternatifsiz şekilde ‘etnik ve siyasal uyanmış Kürt’ tipine eşitlemiş. Su biliyorsunuz tabiatı gereği aşağıya akar. Kısaca Çözüm Süreci ile etnik uyuyan ve Kültürel uyanmış havuzu boşalırken, aşağıdaki kültürel ve siyasal uyanmış havuzu başta olmak üzere diğer havuzları doldurmuş.
Şimdi Ankara ne yapmaya çalışıyor? Tekrar modelin yukarıdaki şemasına bir bakın. Orada bir pompa göreceksiniz. Ankara şimdi bu pompa ile aşağıdaki havuzlara inen suyu yukarıdaki havuzlara pompalamak istiyor. Bu çabada suyun bir kısmı ‘hapishane’ ve ‘mezarlık’ gibi iki havuza da gidiyor. İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun kayyum atamalarından sonra belediye binalarındaki Kürtçe tabelaların indirilmemesi konusundaki ikazından sonra biz Ankara’nın alt havuzlardaki suyu ‘Etnik Uyuyan’ havuzuna değil ‘Kültürel Uyanmış’ havuzuna çekmeye çalıştığını anlıyoruz. Bu sayede pompa çok zorlanmamış olacak. Zaten literatür bir defa etnik kimliği bilinci açısından kültürel ve siyasal uyanmış bir bireyi kafasına zorla vurup bayıltmadıktan sonra ne kadar ninni söylerseniz söyleyin uyutabilmenin çok zor olduğunun altını çiziyor. O zaman Ankara’nın amacı aşağıdaki havuzlardaki suyu ‘kültürel uyanmış’ havuzuna tahliye etmek. Peki Ankara bunu nasıl yapmayı düşünüyor?
Öncelikle Ankara FETÖ’ye yönelik mücadelesinin başarılı olduğu düşüncesi ile bu mücadelede uyguladığı yöntemlerin aynısını PKK’ya da uygulamak istiyor. ‘PKK’yı sadece askeri anlamda değil tüm bileşenleri ise siyasi, sosyo-kültürel ve ekonomik alandan tasfiye etme ve toptan çökertme’ olarak tanımlanacak bu yeni stratejinin detayları aşağıda.
Yeni stratejide pompanın askeri mücadele ve sivil mücadele olarak iki bölümünün olduğu görülüyor.
Askeri mücadeleyi kırsalda ve şehirlerde olarak ikiye ayırmak gerekiyor.
Kırsaldaki askeri mücadelenin temelini Başbakan Sayın Binali Yıldırım’ın da vurguladığı gibi “Bundan böyle güvenlik güçleri savunmada olmayacak, taarruza geçecekler” ifadesi oluşturuyor Kırsalda askeri mücadele artık statik ve sabit üs bölgelerini/karakolları tutarak değil taaruzi bir mantıkla ve hareketli yapılacak. Ankara bu konuda en çok hedef tespiti ve hassas vuruş alanlarında edindiği askeri teknolojiye güveniyor. En son sınır hattındaki Çukurca ilçesi kırsalında Eylül başından beri devam eden operasyonlarda kullanılan ve 5 PKK militanını etkisiz hale getiren, daha sonra 9 Eylül’de Hakkari de 4 PKK militanını etkisiz hale getiren TB2 Bayraktar silahlı İHA ‘nın ‘çok başarılı sonuçlar’ aldığı Ankara’da sık sık dile getiriliyor. Yine Ankara’da Özel Kuvvet unsurları-İHA- F16 üçlemesi olarak tanımlanabilecek ‘ara-bul-yok et’ şeklindeki teknoloji yoğun konsepte geçildiği ve bu konseptin her hava şartında ve 24/7 şeklinde yüksek tempolu olarak uygulanmaya devam edileceği konusunda yüksek kararlılık olduğu vurgulanıyor. Ankara’nın yeni dönemde kırsaldaki teknoloji-yoğun askeri mücadelesinin bir önemli ayağı da eskiden tugay düzeyinde koordine edilen yakın hava desteğinin koordinesini arazide tim düzeyine kadar indirme çabası. Son olarak Ankara 14’ncüsü geçen hafta Türk ordusuna teslim edilen T129 ATAK taaruz helikopterlerinin de PKK ile kırsalda askeri mücadelede önemli fark yaratacağına emin. Bu helikopterlerin halihazırda 8’e yakını Güneydoğu’da göreve başladı. Kırsaldaki mücadelenin bir diğer boyutu da araziyi bilen devlet yanlısı silahlı sivil Kürtlerden oluşan Köy Korucuları. 2 Eylül’de çıkartılan bir KHK ile artık şu an sayıları 90 bine yaklaşan köy korucuları görev yaptıkları iller dışındaki illerde de operasyonel amaçla kullanılabilecek. Bu düzenleme köy korucularının yeni dönemde taaruzi operasyonlarda mobil olarak sorumlu oldukları bölgeler dışında da kullanılabilmelerinin önünü açıyor.
Şehirlerdeki mücadelenin güvenlik ayağında ise Polis Özel Harekat ve Jandarma Özel Harekat Timlerine güveniliyor. Şehirlerde askeri birliklerin yaratmış olduğu yıkımın Türkiye’nin uluslararası imajını zedelediğini düşünen Ankara çatışmaların yaşandığı mahallelerde giriş çıkışı kontrol eden kritik yerlere karakol inşa ederek ve şehirlerdeki polis ve jandarma özel harekat sayısını arttırarak tam kontrol sağlamak istiyor. Bakan Süleyman Soylu, özel harekat timlerinde görevlendirilmek üzere 10 bin polis alınacağını duyurdu.
17 Ağustosta çıkartılan KHK ile polis özel harekat personelinin KPSS olarak tanımlanan merkezi devlet memurluğu sınavına girmeden sadece sözlü mülakat ile işe alınmalarının önü açıldı. Ankara’nın şehirlerde uygulamaya çalıştığı bir başka yöntem ise kırsaldaki köy korucuları benzeri ‘mahalle bekçiliği’ sistemi. Kritik illerdeki mahallelerdeki devlet yanlısı Kürt gençlerinin silahlandırılması ile tesis edilecek bu sistemle Ankara şehirlerde de bir çeşit koruculuk sistemi kurmuş olacak. Ancak şimdiden kritik illerde mahalle bekçileri ile PKK’nın şehir yapılanması arasında silahlı çatışmalar başlamış durumda. En son bu ay başında Mardin’de görevlendirilen 624 mahalle bekçisinden biri olan Ercan Gültekin PKK’lılar tarafından infaz edildi.
Anlaşıldığı kadarıyla güvenlik güçleri yeni dönemde hem kırsalda hem de şehirlerle daha hareketli olacaklar ve PKK’yı 24/7 baskılayarak, onu hareket edemez hale getirmeye çalışacaklar.
Bu yeni mücadele anlayışının ‘sivil’ boyutunda pek çok yenilik göze çarpıyor.
Öncelikle Ankara’da PKK’nın silahlı eylemlerine başladığı 1984’den bu güne kadar askeri mücadele ile sivil alandaki mücadelenin hiç bir zaman eş zamanlı ve geniş kapsamlı yapılmadığı, bunun da PKK’yı yok edememedeki asıl neden olduğu kanaati hakim. İşte şimdi yukarıda anlatılan askeri yöntemlere ek olarak PKK’yı siyasi alandan, sosyo-kültürel alandan ve ekonomik alandan tasfiye olarak tanımlanabilecek üç boyutlu bir mücadele stratejisi öngörülüyor.
Siyasi alandan tasfiyede ise ilk boyut ulusal düzeyde. PKK’lı militanların cenaze törenlerine katılım, ailelerini taziye ziyareti gibi somut olaylarla PKK ile doğrudan bağı kanıtlanmış HDP’li milletvekilleri ve HDP yöneticileri hakkında hukuki soruşturma süreçlerinin başlaması bunun bir göstergesi. Ayrıca yerel düzeyde OHAL kapsamında belediyelere kayyum atamanın önünü açan kararnamenin onaylanmasının ardından Güneydoğu’da 28 HDP’li belediyeye kayyum atandı bile.
Kısaca Ankara hem ulusal HDP’ye hem de yerel yönetim düzeyinde HDP tarafından yönetilen belediyelere baskı uygulayarak sivi Kürt siyasetini PKK ile arasına mesafe koymaya zorluyor. Ankara’nın bu çabaları siyasetle sınır değil aynen FETÖ’de yaptığı gibi Türkiye genelinde PKK ile bağlantılı olduğu değerlendirdiği Özgür Gündem gazetesi gibi medya organlarını, sivil toplum örgütlerini baskı altına almayı, ve PKK’ya haraç ödediğini tespit ettiği ticari firmaları tespit ederek örgütün finansal bağlarını kesmeyi amaçlıyor. Ankara’nın sivil ayakta yürüttüğü bir diğer uygulama ise başta öğretmenler ve akademisyenler PKK sempatizanı olduğunu değerlendirdiği devlet memurlarını açığa almak. Bu kapsamda, 10 Eylül günü Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir senelik bir araştırma ile tespit edildiği ifade edilen PKK ile bağlantılı 11.400 öğretmen açığa alındı.
Ankara’daki kaynaklar bu sayının artabileceğine ve açığa almaların diğer kamu kurumlarına da sıçrayabileceğinin altını çiziyor.
Ankara bölgesel anlamda da Irak Kuzeyinde Bölgesel Kürdistan yönetimi ile ilişkilerini güçlendirerek, İran’la sınır güvenliği konusunda daha sıkı işbirliği kurarak ve PYD’nin Suriye kuzeyindeki kontrolünü kırarak PKK’yı izole etmeyi de amaçlıyor.
Terörizm çalışmalarında kritik sorudur: Terörü yöntem olarak kullanan silahlı devlet dışı aktör caydırılabilir mi, yoksa yok mu edilmelidir? Görünen o ki 15 Temmuz sonrasında OHAL ile aldığı yasal yetki ve FETÖ ile mücadele konusundaki tecrübeleri ışığında Ankara PKK’yı caydırıp marjinalize etmek ve onu muhatap alarak yeni bir müzakere süreci başlatmak yerine onu tüm bileşenleri ile tasfiye etmeyi amaç edinen bir toptan imha sratejisini yürürlüğe koydu. Yani bizim Şelale Modelinde ‘Kültürel Uyanmış’ havuzu altındaki tüm havuzlar boşaltılacak. Hatta belki de yeni bir havuz tesisatı döşenecek. Ancak neredeyse 40 yıldır devam eden mücadelede PKK gibi sınır aşan, IŞID’la mücadele nedeniyle artan uluslararası meşruiyeti ve görünürlüğü olan, hibrit taktikler kullanan, güçlü bir toplumsal desteği olan, tecrübeli, çabuk öğrenen ve iyi adapte olan bir terör örgütüyle mücadele ediyorsanız oyunun kurallarını değiştirmek zor olabilir.
Şimdi bu uzun yazıyı şu hayati soruları sorarak bitirelim.
- Acaba bu strateji ile sadece ’PKK’lı’ havuzundan değil, ‘Milis’ ve ‘sempatizan’ havuzlarından, hatta gerekirse ‘kültürel ve siyasal uyanmış’ havuzundan da su çekmeye kararlı görülen Ankara ‘hapishane’ ve ‘mezarlık’ havuzlarına gönderdikleri dışında olan tüm kitleyi ‘kültürel uyanmış’ havuzuna mı göndermeyi düşünüyor?
- Acaba Ankara bu iddialı stratejiye geçmeden önce ‘etnik uyuyan’ ve ‘kültürel uyanmış’ havuzundan diğer havuzlara akan muslukları ‘kör tapa’ ile kapatmayı akıl etti mi?
- Acaba Ankara ‘kültürel ve siyasal uyanmış’, ‘sempatizan’, ‘milis’ ve ‘PKK’lı’ havuzlarından gelen farklı suların pompanın içinde birbirine karışacağını, bunun da ileride ‘kültürel ve siyasal uyanmış’ ve ‘sempatizan’ havuzlarının ‘milis’ ve ‘PKK’lı havuzlarını daha da doldurabileceğini, daha da önemlisi ‘kültürel uyanmış’ havuzuna çekilen suyun tüm bu havuzdaki suyu bozabileceğinin farkında mı?
- Ankara PKK’yı tüm bileşenleri ile toptan tasfiye etmeyi planlıyorsa bu ‘kültürel uyanmış’ havuzunun altındaki havuzların külliyen değişmesi demek? Acaba Ankara’nın bu tesisat değişikliği için parası, zamanı ve uygun sosyal mühendislik birikimi var mı?
- Son sorum ise: Sosyal konular aşağıya inme konusunda su gibi olsa da, yani aka aka yolunu bulsa da yukarıya çıkma konusunda su gibi değildir. Acaba Ankara’nın pompaya giren suya önerdiği ‘Ya dosdoğru ‘kültürel uyanmış’ havuzuna dönersin ya da ‘mezarlık’ havuzu veya ‘hapishane’ havuzunu boylarsın!’ yaklaşımı suyu yukarıya akıtmak için kullanılabilecek en iyi yöntem mi?
Bakalım önümüzdeki günler hepimizin bu havuz probleminde ne tür gelişmelere gebe? Ama unutmayın havuzlar büyük ve Suriye başta olmak üzere bölgesel gelişmeler dikkate alındığında zaman dar. Bu da pompanın emiş ve itiş gücünün yüksek olması gerektiği anlamına geliyor. Yazının başında dedim ya: Bu Türkiye’nin en zor havuz problemi.