Metin Gürcan

03 Ocak 2017

Reina saldırısı ve ‘askerleşen’ siviller

Reina saldırısına neden olan eylem mekanizmasını bileşenlerine ayıralım...

Yeni yıl gecesi gene terörle şoke olduk. Hepimiz çok üzüldük ancak her terör eyleminden sonra olduğu gibi sosyal medyada gene karpuz misali ‘Bu işin arkasında BATI var’cılar ile  ‘AKP bu canavarı yarattı’cılar şeklinde ikiye bölündük. Aslında her iki tez de çok stratejik bir hata yapıyor, çünkü ikisi de saldırıyı yapan irade olan ‘Saldırgana’ ARAÇSAL rol biçiyor, onu önemsizleştiriyor. Ama bu ‘terörist’ kendi beyni, ideolojisi, eylem stratejisi, amaçları, geliştirdiği yol/yöntemler olan ‘askerileşmiş’ bir sivil. Yazım tam da bununla ilgili.

Yazımın temel tezi şu: Ne yazık ki yanıbaşımızdaki Suriye iç savaşı nedeniyle aynı anda boğuştuğumuz iki silahlı devlet dışı aktör olan PKK ve IŞİD, yani aslında ‘etnik motivasyonlu terör’ ile ‘dini motivasyonlu terör’ giderek ASKERİLEŞİYOR ve KENTLERE KAYIYOR. Aslında terörü iyi bilen bir devletiz ama ‘sivilin sivile uyguladığı şiddetin hem askerileşmesi hem de kentlere kayması’ henüz alışamadığımız yeni bir olgu. Ben iki senedir gücüm yettiğince bunun aslında yeni bir ‘terör dalgası’ olduğunu, tam da bu nedenle yeni parametrelerle tanımlanması gerektiğini ve belki de eski ‘askeri’ yöntemlerle mücadele edilmemesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.

Şimdi Reina saldırısına neden olan eylem mekanizmasını bileşenlerine ayıralım:

a. O gece Reina’nın kendisi (Zaman-Mekân): O gece Reina gibi sembolik önemi olan tanınmış bir mekanda yılbaşı partisi için toplananlar aslında ‘kesin sonuç yeri ve zamanındaki mağdur kitle’yi oluşturuyor. Dikkat edin ‘mağdur kitle’ dedim. Çünkü terör bir iletişim dilidir. Alıcısı ve vericisi vardır. Saldırganın ‘hedef kitlesi’ ise biz seyredenleriz, yani HEPİMİZİZ. Terörde amaç hedef kitleyi belli tepkiler vermeye zorlamaktır. Şimdi hepimizin sorması gereken soru:
‘Acaba bu saldırıdan sonra tam da saldırganın istediği tepkiyi mi veriyorum?’

b. Aşırıcı Selefi (yani dini) Motivasyon: Şayet saldırganın bir deli veya psikolojik sorunlu bir birey olmadığını düşünüyorsanız, saldırgan ‘kamu yararına şiddet’ uygulayan bir asker ya da polis de olmadığına göre o zaman kafasının içinde onu bu eyleme yönelten bir temel motivasyon vardır. Bu motivasyonun da çeken faktörleri (onu ölüme götüren bir ideoloji ve bu işi yapmasını sağlayan propaganda) ve iten faktörleri (kimliksizleşme, sosyo-ekonomik sorunlar, kişisel intikam hissi, grup kimliğinin aşağılanması vb.) var. Şimdi kritik bir nokta:
Belki Türkiye’de ‘yılbaşı gecesi içki içen, eğlenen insanlara' zarar/ceza vermeyi düşünen ‘dini motivasyonu’ yüksek binlerce insan yaşıyor. Hatta belki de bunlardan yüzlercesi bu düşünceyi eyleme çevirebileceğini çevresindeki/yakınındaki insanlarla paylaşacak, yani konuşacak kadar fikirde radikalleşmiş olabilir. Ama bakın dikkat bunu 31 Aralık gecesindeki bu tekil eylem Türkiye’de sadece bir kişinin düşündüklerini yapabilecek kadar eylemde radikalleştiğini gösteriyor. Peki ona düşündüklerini yapabilecek ‘muktedirat’ı yani öz güveni/iradeyi veren şey ne?  Aslında o şeyin İslam’la, Selefilikle veya medyada ‘uzmanlarımızın’ tartıştığı konular ile alakası yok. Saldırgana radikal düşüncesini eyleme dökebilecek gücü/özgüveni veren  şey tam da aşağıdaki madde ile ilgili.

c. Askeri Uzmanlık: İşte bu bileşen yazımın asıl konusu ve hâlâ anlayamadığımız o şey. Biz bu ‘kolay ölebilen gençlere’ hâlâ onun bunun APARATI rolü biçerek onları anlamaya çalışmaktan kaçıyoruz. Şimdi Reina’daki bu saldırgan öncelikle geleneksel modern bilgi paradigmasını alt üst eden bir ‘post-modern canavar.' Onun işletim sistemi bizim alışık olduğumuz geleneksel bilgi hiyerarşisine göre çalışmıyor. Bizim geleneksel modern paradigmamızda bizden daha çok bilen makamca, yaşça, rütbece, kıdemce bizden daha yukarıda olanken o bu piramitte aşağıya bakıyor çünkü onun için ‘en çok bilen HENÜZ DOĞMAYAN.’ İşte bu bakış PKK’nın (etnik motivasyon) ve IŞİD’in (dini motivasyon) vurduğu bu yeni nesil terör dalgasında onu İNOVATİF ve çabuk adapte olabilen bir canavara dönüştürüyor. Denenmemişi, yapılmamışı ustalıkla yapıyor, öncü oluyor ve arkasından yürüyenlere ‘Rol Model’ haline geliyor. Şimdi bu yaklaşım ışığında Reina’daki bu saldırganı bir analiz edelim:

Gece, şehirde ve tek başına, çok tanınmış bir mekâna elinde AK-47 Kalaşnikof ile biz askerlerin ‘Kalçadan Atış Tekniği’ dediğimiz özel bir bina operasyonu tekniği ile ateş ederek, mekânın girişindeki polisimizi ve güvenlik görevlilerini tepki veremeden şehit ederek ‘dinamik girişle’ Reina’nın kapısından içeriye giriyor. İçeride ise gözünü kırpmadan soğuk kanlı bir şekilde toplam 6 şarjörü yani 180 mermiyi bağırışlar, panik, zayıf görüş şartları gibi dışsal stres faktörlerinden etkilenmeden 6 dakikada soğukkanlı şekilde, tereddütsüz ve otomatik bir refleksle mağdur kitlenin üzerine boşaltıyor.
Sonuç: 39 kişi hayatını kaybediyor ve 65 de yaralı. Yani 104 kişi o mermi yağmurundan etkilenmiş. Ve saldırgan bir şey olmamış gibi o şok anında kaçarak kayıplara karışıyor. Bu ilginç. Çünkü 2016’da Türkiye’deki 8  IŞİD saldırısının aksine bu saldırgan kaçmayı düşünerek yani bir ‘Çıkış Stratejisi’ ile mekâna gelmiş ve de ne yazık ki bunu kolaylıkla başarmış. Dikkat: Saldırgan inovatif bir eylem planladı, bunu icra etti ve ortama çok iyi adapte olup çıkan panikten istifade ederek Reina’dan kaçmayı da başardı. Şu yazıyı kaleme aldığım 2 Ocak 2017 saat 15.00 itibarı ile de hâlâ aranıyor.  Demek ki bu işte yalnız değil, bir ekiple karşı karşıyayız. Aslında o gece saldırgan bize benzerini ancak filmlerde görebileceğimiz bir İLKİ yaşattı. Ama sadece bize değil arkasından gelenlere de yapılabileceğini gösterdi.

İlginçtir PKK’nın ilk eylemi olan 1984 Şemdinli baskınına katılan bir PKK’lıyı daha sonra yakalayıp sorgulayan bir asker büyüğümden dinlemiştim ve beni çok etkilemişti. Şöyle diyormuş o PKK’lı:

‘Aslında saldırıdan önce çok karasız ve heyecanlıydık. Korkuyorduk da. Çünkü ilk kez saldıracaktık. Şemdinli’ye saldırdıktan hemen ilçeyi terk ettik çünkü askerin bizi takip edip öldüreceğini düşünüyorduk. Ama ilçeden takip eden olmadı. Sonra Irak’a dönmeye çalışırken gene korkuyorduk. Diğer ilçelerden takviye askerler gelir diye korktuk. Ama gelen olmadı. Irak sınırına yakın yerde mola verdik. Bu sefer uçaklar gelir bombalar diye düşündük. Uçaklar da gelmedi. Sonra Irak’taki kampa geçtik. O gece yattığımda hâlâ T.C. devletinin askeri polisi gelir bizi bulur ve öldürür diye korkuyordum. Ama ertesi gün sabah daha önce yapılmamışı yapmış, özgüveni tam bir savaşçı olarak uyandık. İlk kez yapmıştık ve devlet tepki verememişti. O zaman anladık ki aslında devlet bize anlatılan kadar da güçlü değilmiş.’

Bakın yukarıdaki ifadelerde daha önce hiç yapılmayanı ilk kez yapma, ilk önce bir süre başarılı olduğuna inanamama, bir süre sonra da başarılı olduğu gerçeğini giderek içselleştirme durumu var. O nedenle bu yeni terör dalgasında devletimizin, güvenlik birimlerinin ilham kaynağı olması kesin ‘ilk kez yapılabilen’ saldırılar konusunda çok dikkatli olması gerekiyor. Konu terör olunca bir eylemin hiç yapılmaması ile ilk kez yapılması arasındaki mesafe kilometreler iken, ilk kez yapılan bir eylemle ikinci aynı tip eylem arasındaki mesafe santimetrelerdir.

Şimdi Reina’daki şoka dönelim. Saldırganın mekâna giriş görüntülerini izledim. Her davranışından eğitimli, profesyonel, soğukkanlı, şehirde özel operasyon teknikleri uygulayabilecek kadar mahir, hatta doğru dürüst nişan almadan kalçadan isabetli atışlar yapabilecek kadar tüfeği “kollarının kas hafızasına” yedirmiş aslında özel operasyon uzmanlığı olan bir ‘asker tipi’ seyrettim. Belli ki bu “uzmanlığa” ulaşabilmek için yüzlerce mermi yaktı, belki günlerce askeri teknik ve taktik eğitim aldı. Belki sadece eğitimle kalmadı daha önce defalarca gerçek çatışma ortamlarında bir insanı hedef bilip ateş etti. Reina’da gördüğümüz tablo hem uygulanan teknikler, hem de kullanılan silah, araç gereç açısından “kriminal” olanın çok daha ötesinde bir maharet gerektiren “askeri” olana yakın şeyler. Ama ilginç olan bu “askeri” olanı yapanlar asker değil, siviller. Daha da acısı, yaptıkları kişiler de asker değil, siviller. Olan sivilin sivile yaptığı şiddetin askerileşmesi.

Suriye ne yazık ki gerek etnik, gerekse dini motivasyonlu genç sivillerin bu saldırıdaki gibi çok sofistike askeri yetenekler kazanmasını sağlayan bir bataklığa dönüştü. Şimdi genç sivillerin kazandığı bu yetenekleri büyük şehirlerimizde terör eylemleri olarak yaşıyoruz.
Başta Amerikalılar olmak üzere Suriye’de görev yapan Özel Kuvvet mensuplarının gözlemlerini paylaştığı blog sitelerini incelediğimde bir şey dikkatimi çekiyor. ‘Öl ya da öldür’ oyununun acımasızca oynandığı Suriye’de çatışmalara aktif katılan bir genç 7-10 ay gibi kısa bir sürede  atış, tahrip ve patlayıcı maddeler, El Yapımı Patlayıcı (EYP) hazırlama, şehirlerde muharebe ve küçük birlik harekâtı gibi belli konularda belki de bir Özel Kuvvet'çinin 5-6 senede kazanacağı askeri uzmanlığı kazanabiliyor. En güçlünün ve en çabuk adapte olanın hayatta kaldığı bu ölüm oyununda da belki de mahallenin en pısırık çocuğu 1-2 sene içinde  askeri düzeyde şiddet uygulayabilecek bir ‘ölüm makinası’ haline gelebiliyor.

d. Silah, patlayıcı, EYP ve diğer malzemeler: Bu saldırı bir bıçakla veya bir tabanca ile gerçekleşse bu kadar ölümcül olmazdı. Bu kadar ölümcül olmasının nedeni tam otomatik bir AK-47 ile gerçekleşmiş olması.
Unutmayın: Suriye’de tank kullanan, roket imal edip atan, top atışı yapabilen ve tüm bu askeri sistemleri etkin şekilde kullanabilen binlerce etnik veya dini motivasyonu yüksek ‘sivil’ birbiri ile savaşıyor. Acaba bu siviller ileride ne olacak? Düzenli bir orduya mı dönüşecekler, yoksa silahlarını bırakıp teskere mi alacaklar? Acaba artık en iyi bildikleri şey ‘askeri şiddet’ olan bu binlerce sivil silahlarını bıraktıktan sonra ne iş yapacak? Topluma nasıl yeniden entegre edilecekler? Bunlar çok ciddi sorular.

e. İçeriye Rahat Giriş: Saldırganın yaklaşık 700 sivilin bulunduğu bir eğlence mekânına rahatlıkla girebilmesi de bizi bu kötü sonuçlu nedensel mekanizmaya götüren bir diğer bileşen. Saldırgan saldırı anından çok önce belki İstanbul’a saldırı için geldiğinde veya hemen önce, yani Reina’ya girmeden hemen önce durdurulabilse bu saldırı gene olur ama kayıp çok olmazdı. İşte burada hep tartıştığımız güvenlik ve istihbarat zafiyeti konusu devreye giriyor. Ama dikkat edin bu zafiyetler zinciri yukarıdaki 4 bileşenden sadece biri.

Şimdi soru belli: Acaba kesin sonuç yeri olan Reina’da, kesin sonuç zamanı olan yılbaşı gecesinde, dini motivasyonlu ve uyguladığı şiddet ‘askerileşmiş’ bu sivil bireyin kullandığı AK-47 Kalaşnikof’tan çıkan mermilerle insanların ölmemesi için ne yapmalıydık? Aslında cevap basit: Yukarıdaki 4 bileşenden biri eksik olsa bu saldırı gerçekleşmezdi. Hemen aklınıza gelen soruyu duyar gibiyim ‘PEKİ NASIL?

Sizi üzmek istemem, ama ne yazık ki bu soru hepimizin hep beraber sadece 2017’de değil, belki de yıllarca cevabını arayacağımız soru olacak. En azından bu soruyu en erken soranlardan biri olma ayrıcalığı ile herkesi ‘Nasıl?’ sorusuna kafa yormaya devam ediyorum. Çünkü hep tekrarladığım gibi bu sadece güvenlik sağlayan askerin veya polisin, istihbaratı veren istihbaratçının değil, devleti ile, milleti ile, muhafazakârı ile laik bireyi ile, iktidarı ile muhalefeti ile, Şu’cusuyla ve Bu’cusuyla geminin içindeki HEPİMİZİN yani Türkiye’nin kafa yorması gereken bir soru.