Metin Gürcan

01 Temmuz 2016

Atatürk Havalimanı saldırısı: IŞİD ne yapmaya çalışıyor?

Belki de geleceğin dünyasında Rakka merkezli fiziksel bir hilafetten ziyade siber bir hilafet daha mantıklıdır.

Türkiye, son iki yılda IŞİD kaynaklı 10 büyük terör eylemine sahne oldu. Ancak 28 Haziran akşamı İstanbul’daki Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen bu son saldırı pek çok ilki bünyesinde barındırıyor. Bu saldırı öncelikle eylemin yarattığı yıkımın derecesi ve can kayıpları açısından Türkiye tarihinin en kanlı hava limanı saldırısı. Diğeri ise bu Türkiye’de bir havalimanında gerçekleşen ilk intihar saldırısı. Havalimanlarına ve uçaklara dini motivasyonlu terör örgütlerinin ilgisini 11 Eylül saldırılarında ve en son Brüksel Havalimanı saldırısında görmüştük ama eylemin yapıldığı yer bu sefer Türkiye’nin havayolu ulaşımının stratejik kalpgâhı olan Atatürk Havalimanı olunca insanın içi acıyor.

Atatürk Havalimanı 2015 yılı itibarı ile 62 milyon yolcunun uğradığı Avrupa’nın en önemli ulaşım merkezlerinden. Havalimanı içindeki güvenlik seviyesi açısından bakıldığında dünyanın en iyi korunan havalimanlarından. Ancak havalimanının çevresinin dış güvenliği 24/7 devam eden araç trafiği ve havalimanına araç giriş çıkışlarının yoğunluğu nedeniyle büyük zafiyet gösteriyordu. İşte resmi açıklamalara göre üç kişi, (bazı kaynaklara göre 7 kişi) oluşan bir terörist grup 2 ticari taksi ile saat 20.50 sularında havalimanına giriş yaptı ve hiçbir güvenlik önlemine takılmadan kolayca dış hatlar terminalinin girişine ulaştı. Taksiden inen saldırganlar burada iki gruba ayrıldı ve saat 21.00 sularında girişteki güvenlik kontrol noktasına yöneldiler. Saldırganlardan biri dikkatleri dağıtmak için ‘Bomba var’ şeklinde Türkçe bağırıp paniğe sebep oldu. Güvenlik noktasında üst ve çantalarında X-Ray aramaları için bekleyen kalabalığın paniğine sebep olan bu aldatma sayesinde diğer saldırganlar kontrol noktasına geçip dış hatlar terminalinin içine girerek etrafa hedef  gözetmeksizin ateş etmeye başladılar. Polisin de ateşle karşılık vermesi üzerine yaralanan bir saldırgan kendini dış hatlar terminalinin hemen içinde ve giriş kısmında, diğeri de otopark alanına giden yolda havaya uçurdu.

Saldırıyı ilginç kılan şey ne yazık ki bir IŞİD klasiği haline gelen ‘Çatışa çatışa şehit olma’ amacı. Saldırı ne yazık ki, bu yönü ile Türkiye’de artık aşina olduğumuz normal bir bombalama veya intihar saldırısı değil. Benzerlerini daha önce Paris’te ve Brüksel’de gördüğümüz önce silahlı çatışmayı amaç edinen ama sıkıştıklarında veya hedefe ulaştıklarında kendilerini patlatmalarına imkân veren intihar yelekleri de kuşanan saldırganların bir anlık patlama amacından ziyade rehin alma/çatışmayı sürdürme/hayatı kilitletme amacı taşıyan ve ne yazık ki Türkiye için yeni bir eylem tipi ile karşı karşıyayız.
Burada saldırganların amaçları hem ‘ölümü bile aşarak davaya olan inançlarını’ seyreden milyonların gözüne sokmak, hem de tüm kent, ülke, hatta Paris saldırılarında gördüğümüz gibi, bütün dünyada ‘hayatı kilitleme.’
Özel operasyonları bilen bilir. Tersine planlama denen bir prensip vardır. Şayet espiyonaj, keşif vb. açığa çıkmanızı gerektirmeyen örtülü bir operasyon  yapmıyorsanız, yani kinetik bir direkt görev, baskın gibi bol patlamalı/çatlamalı bir özel kuvvet operasyonu planlıyorsanız, ilk planlamanız gereken şey ‘ÇIKIŞ PLANIDIR.’ Sonra faaliyetin bizatihi kendisi, en sonda ise giriş planlanır. Çünkü modern devletler tarafından radikalleştirilmiş/eğitilmiş birimler olan özel kuvvetlerde bile insan hayatı değerlidir. Bu nedenle çıkamayacağın yere asla girmezsin. Ama ya bu ‘çıkış’ sizi 70 Hurinin beklediği bir ‘cennetse.’ O zaman çıkış planı bir teferruata dönüşür. Sadece operasyonun kendisine ve girişe odaklanırsın. Bu da sana hayati bir avantaj sunar.
İşte Atatürk Havalimanı saldırısı IŞİD’in Türkiye’de ‘çıkış planına’ kafa yormadığı ilk hayatı kilitlemeye yönelik çatışması. Şayet önlerinde saygı ile eğildiğimiz iki kahraman vatan evladı, yani halen yoğun bakımdaki polis memurları A.B. ve Y.D. ile diğer güvenlik personelimiz olmasa idi ‘hayatı kitleme’ için dizayn edilmiş bu eylem belki de Türkiye’de ve tüm dünyada ‘insanların televizyon ekranlarına YAPIŞTIĞI’ ve saatler süren bir rehine kurtarma operasyonuna dönüşecek ama ne yazık ki en sonunda o intihar yelekleri gene de patlayacaktı. 2013’te Kenya’nın başkenti Nairobi’deki bir alışveriş merkezine yönelik El-Kaide bağlantılı El-Şebab saldırısının yaklaşık 3 gün sürdüğünü ve bu eylemin tüm dünyada hayatı kilitlediğini lütfen hatırlayalım.

 

Kim bu eylemciler?

 

IŞİD’in hilafeti ilan ettiği 28 Haziran 2014’ün 2’nci yıl dönümünde yaşanan bu saldırının failleri hakkında iki farklı açıklama ön plana çıkıyor. Bunlardan ilk,i özellikle saldırganların doğrudan Rakka tarafından gönderilen özel bir saldırı ekibi olduğu. Diğer yaklaşım ise, bu saldırıyı IŞİD’le bağlantılı ancak yarı-otonom bir Türk ağının (network) yaptığı yönünde.
Açık kaynaklara da düşen bilgilere göre Özbek, Kırgız ve Dağıstanlı saldırganlar ve onlara yardım eden Türkiye vatandaşı IŞİD militanları gibi hibrid (melez) bir ağ (network) var karşımızda. Bu yönü ile de bu saldırı büyük bir ihtimalle Türkiye’de en karmaşık ilişkiler ve bağlantılar ağı olan çözülmesi en güç eylemi gibi gözüküyor. Görünen o ki IŞİD’in Kafkasya Emirliği’nin organize ettiği bu eylemin (sözde) hilafetin ikinci yılında, Ankara’nın Suriye konusundaki dış politika tercihlerinde, İsrail ve Rusya ile ilişkilerinde sert U-dönüşlerinin yaşandığı şu günlerde Ankara’ya gözdağı vermek için yapıldığını ifade ediyorlar. IŞİD bu saldırı ile hem Ankara’ya ‘
Ayağını denk al. Beni zorda bırakırsan ağır bedel ödersin’ mesajı, hem de kendisini Irak ve Suriye'de sıkıştıran koalisyon güçlerine ‘Hâlâ güçlüyüm ve alan dışında da ses getiren eylemlerle oyununuzu bozarım’ mesajları veriyor.

Bir de IŞİD'in Türkiye’de yaklaşık bir yıldan beri 10’a yakın terör eylemine imza attığını, ancak ilk kez bu saldırıda 20 Temmuz 2015’teki Suruç saldırısında ve 10 Ekim 2015’teki Ankara Garı saldırısındaki  gibi etnik, siyasi, ideolojik ve mezhepsel anlamda ‘muhalif’ kesimleri hedef almak yerine tesadüfi seçilen bir sivil hedefe saldırı yaptığını not etmek gerekiyor. Bu IŞİD’in Türkiye’ye yönelik eylem stratejisinde büyük bir değişikliğe işaret ediyor.

 

Peki bu tarz eylemler sürer mi?

 

Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle IŞİD’in Suriye-Irak’ta ve Türkiye’deki mevcut durumuna bir göz atmak gerekiyor.

 

IŞİD’in Suriye ve Irak’ta durum ne?

 

Son iki yılda saman alevi gibi büyüyen IŞİD Kasım 2015’ten beri hem Suriye’de, hem de Irak’ta savunmada. İD Mart 2016 itibarıyla 2015 yılına nazaran Irak’ta kontrol ettiği toprakların yüzde 40’ını, Suriye’de ise yüzde 20’sini kaybetmiş durumda. Yine son günlerde toprak kayıpları halen süren IŞİD’in kontrolündeki toprakların yüzde 10’a yakınını Ocak-Mart 2016 döneminde kaybettiğini de not etmek gerekiyor. Toprak kayıpları aynı hızda devam ederse IŞİD’in 2016’nın sonunu göremeyeceğini söylemek mümkün.

Zaten geçen haftalardaki Irak’taki Tuzhurmatu ve Musul yakınlarındaki Teleskof karşı taarruzları ile Suriye’deki Munbiç’te YPG’nin çoğunluğunu oluşturduğu Munbiç Askeri Konseyi'ne yönelik direnci yüksek savunması IŞİD’in kolay lokma olmayacağını gösteriyor. Görünen o ki IŞİD savunmasını içinde karşı taaruzların ve vur-kaç operasyonlarının olduğu esnek, tempolu ve yüksek dirençli bir ‘OYNAK SAVUNMA’ şeklinde dizayn ediyor. Bu dizayna EYP ve araçlı intihar saldırılarının da gücünü koyduğunuzda Suriye ve Irak’ta sahada çok da kolay çözülemeyecek bir IŞİD karşımıza çıkıyor.

IŞİD’in hem Suriye, hem de Irak’taki oynak savunmasının ‘kuvvet çarpanı’ ne diye sorarsanız size ‘intihar saldırıları’ derim. Raporlara göre IŞİD kendini savunmak için ‘güdümlü bir füze’ olarak kullandığı intihar saldırganlarından bir ordu kuruyor. Bu konuda yüzlerce militan özel olarak eğitiliyor. Yine bu tarz görevlerde genelde Iraklı veya Suriyeli ‘yerli’ IŞİD militanları yerine genelde ‘Muhacir’ denilen Uygurlardan, Orta Asya’dan ve Kafkaslardan gelen yabancı terörist savaşçılar tercih ediliyor.
Bir de IŞİD Suriye ve Irak’ta sıkıştıkça benim yaklaşık 6 aydır dillendirdiğim şekilde IŞİD içinde bir ‘Küreselci’ ve ‘Yerelci’ yarılması beliriyor. Size olacağı şimdiden söyleyeyim. IŞİD 2016 sonuna doğru ikiye bölünecek, ‘Yerelciler’ Suriye ve Irak’ta Sünni nüfus yoğun yerlerde kent merkezlerindeki Sünni halkın içine çekilerek, ancak daha da küçük çaplı olacak şekilde silahlı direnişlerine devam edecek.
Küreselciler mi? El-Kaide ile birleşecekler ve bu birleşmeden önümüzdeki 10 yılı belirleyecek yeni bir küresel aşırıcı Selefi terör dalgası doğacak. 11 Eylül saldırıları sonrası başlayan ve Irak’la Afganistan’a yönelen ilk terör dalgası Türkiye’yi ıskalamıştı. Ancak ne yazık ki Türkiye, IŞİD’İn küreselcileri ile El-Kaide’nin birleşmesinden doğacak bu yeni MUTANT’la mücadele alanlarından biri olacakmış gibi görünüyor. IŞİD için artık yakın düşman olan Irak ve Suriye’nin ‘ötekileri (bu ülkelerdeki Şiiler, Nusayriler, Kürtler, Hristiyanlar) değil’ uzak düşman olan laik düzenli ve demokrasi ile yönetilen İslam ülkeleri ve ABD ile Batı var.

Peki acaba Türkiye bu MUTANT ile ‘tokuşmaya’ ne kadar hazır? Yani Türkiye, gençlerinin kalplerini ve beyinlerini aşırıcı Selefi akımlara kaptırmamak için ZİHİNSEL tahkimata, ve de yabancı terörist savaşçıların ülke içinde cirit atmaması için MATERYAL tahkimata ne kadar önem veriyor?
İşte bu saldırıdan sonra sormamız gereken asıl soru budur. Türkiye IŞİD’in küreselcileri ile El-Kaide’nin birleşmesinden doğacak olan bu yeni MUTANT’la hem Türkiye içinde, hem de bölgesel ve küresel anlamda mücadele edecek entelektüel sermayeyi ne kadar haiz?
Bu soruya vereceğim cevap, televizyonlarda Atatürk Havalimanı saldırısından sonra yorum yapan ‘IŞİD uzmanlarının’ çoğu zaman vurgun yiyerek çıktığım derinlikli analizlerini duyunca kafamda beliriyor. Ama neyse ‘Üst akıl’ söylemi ile bu yeni terör dalgasını da paketler, sarar sarmalar ve rafa kaldırırız. Ta ki bir sonraki eyleme kadar. O zamana kadar Allah kerim. IŞİD ne de olsa üst aklın bir aparatı, maymuncuğu, enstrümanı değil mi zaten? Daha silahlı şiddeti yöntem olarak benimsemiş aşırıcı Selefi ile aynı masada oturup bir hasbihal etmemiş ‘Miki Mouse’ terör, güvenlik, IŞİD uzmanları ve akademisyenlerle bu günü kotarıyoruz. Ama ya yarın?

 

Türkiye’de durum ne?

 

IŞİD için Türkiye bir “taşıyıcı anne” ve Türkiye’nin rahmine ihtiyacı var. IŞİD henüz Türkiye’yi savaş alanı ilan etmedi. IŞİD’in Türkiye’nin tümünden sorumlu olarak atadığı bir “Emiri” de yok. IŞİD Türkiye’de birbirinden bağımsız 30’a yakın ağ ile faaliyet yürütüyor. Bu nedenle güvenlik anlamında mücadele edilmesi zor bir aktör. Giderek Suriye ve Irak’ta sıkışan IŞİD için, öncelikle NATO’nun 5’inci madde korumasında olduğu için, Rusların ulaşamayacağı bir insan havuzu olan Türkiye aynı zamanda lojistik ve finansal bir merkez. IŞİD’in Türkiye’ye yönelik stratejisini 4 ana aşamaya ayırıyorum:

1) Türkiye’de zaten gerilmiş mezhepsel, etnik ve siyasi fay hatlarını şiddet eylemleri ile kaşıyarak Türkiye’de “Selefileşen Sünniler” ve “Diğerleri” şeklinde bir yarılma yaratmak.

2) Türkiye içindeki yabancılara yönelik eylemlerle Türkiye’nin küresel anti-IŞİD koalisyonunun aktif üyesi haline gelmesini engellemek.

3) Özellikle Türkiye’deki geleneksel İslamcı yapılara giderek yabancılaşan İslamcı gençleri fikirde radikalleştirmek.

4) Fikirde radikalleşen kitleleri eylemde radikalleştirmeye teşvik etmek ve Türkiye havuzunda yetiştirdiği aşırıcı Selefi grupları yurtdışına ihraç etmek.

Aslında IŞİD’in Türkiye’deki siyasi İslam’ın dönüşümünü çok iyi takip ettiğini ve dönüşümden rol kapmaya çalıştığını da görüyoruz. AKP ekolü ile Gülen cemaati arasındaki iktidar savaşları, karşılıklı suçlamalar ve geleneksel Türkiye İslamcılığının kapitalizmle sınavındaki çuvallaması Türkiye’de giderek yabancılaşan genç İslamcılar arasında cihadçı Selefi akımların popülerliğini artırıyor. Şayet IŞİD kendi ideolojisini Türkiye Müslümanlığı, Ehli Sünnet vurgusu ve Osmanlıcılık temaları ile birleştirebilirse Türkiye’de yeni bir radikal İslamcılık ekolü yaratabilir.
Ayrıca IŞİD’in Türkiye’de sürekli vurguladığı “demokrasi eşittir küfür” tezi giderek kutuplaşan ve adı artık yolsuzluklarla anılır hale gelen siyasetten uzaklaşma ihtiyacı hisseden İslamcı kitlelere cazip gelebilir. Çünkü hem yakın düşman olarak İran’a ve Şii yayılmacılığına, hem de uzak düşman olarak Batı’ya ve temsil ettiği değerlere karşı geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun oynadığı rolün günümüzdeki temsilcisi olma iddiası IŞİD’in stratejik söylemini daha küresel hale getirebilir. IŞİD’in hiçbir propaganda materyalinde Kürt kimliğine yönelik doğrudan bir aşağılamanın olmadığı da not edilmeli. Bence IŞİD genç Kürt bireyler üzerinde de özel olarak çalışıyor.

Şimdilik bu kadar diyelim. Diğer yazacaklarımızı başka yazıya saklayalım. Lütfen yatarken önümüzdeki 10 sene güreş tutacağımız o MUTANTI bir gözünüzde canlandırın. Haa, bir kısım uzmanların dediği gibi o mutantın yuları birilerinin elinde ise sorun yok. Zaten dış politikamızda ‘dostları artırmak ve düşmanları azaltmak’ için realist U-dönüşlerine başladık. Yular sahiplerini ikna ile veya zor kullanarak hallederiz. Peki ama ya Mutantın kendi beyni, stratejik bir vizyonu ve hepimizin söylemini alt edecek söylem mühimmatı, etkin kaynak, vasıta ve yöntemleri varsa?

Mesela sizce 2014 Haziranı'nda ilan ettiği hilafetini internete yani sanal dünyaya taşırsa ve oradan küresel bir biat kampanyasına başlarsa? Yani belki de geleceğin dünyasında Rakka merkezli fiziksel bir hilafetten ziyade siber bir hilafet daha mantıklıdır. Benden söylemesi IŞİD şimdilerde tam da buna kafa yoruyor. Ne de olsa dünyanın en İNOVATİF güvenlik aktörü. Ve emin olun ‘üst akla’ bile pabucunu ters giydirecek inovatif kapasiteyi haiz.