Metin Duyar

07 Ağustos 2011

Türkiye İsrail ilişkilerinde zorlu dönemeç

1948 yılında resmi olarak başlanan Türkiye İsrail ilişkileri...


1948 yılında resmi olarak başlanan Türkiye İsrail ilişkileri belirli dinamikler üzerinde şekillenir.  Bu şekillenmede Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan itibaren izlediği batıya dönük yapılanma politikası, en önemli faktörlerden biridir.  Türkiye’nin batının içinde olma isteği ve bu yönde hem Avrupa hem de ABD ile yakın ilişkiler geliştirmesi,  aynı zamanda  İsrail’le de yakınlaşma sürecini başlatmıştır. Bu süreç, Türkiye’nin bilinçli bir tercihidir ve bu tercihte o dönemdeki Sovyet  tehdidi algısının da önemli payı vardır. 
Türkiye İsrail ilişkilerini belirleyen ikinci önemli etken; Türkiye’nin laiklik algısının güçlü oluşudur.  Cumhuriyetin kuruluşu ile laiklik algısının öne çıkması ve bu algının hem iç hem de dış politikada ısrarla uygulanma isteği  Orta doğuda yaşanan olaylarda Türkiye’nin tarafsızlık politikasını da öne çıkarmıştır.  Bu politika, Türkiye’nin  Arap ülkeleri  ile olan ilişkilerinde din algısına fazla kapılmadan mesafeli davranmasını sağlayarak,  İsrail ile olan ilişkilerini daha akıcı hale getirmiştir.
Türkiye İsrail ilişkisinde  önemli diğer bir etken ise, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasıdır.  Bu durum, her ne kadar laiklik algısı güçlü de  olsa Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerine zaman zaman önemli sınırlamalar getirmiş, 1990 yılından sonra ise çok daha belirleyici duruma sokmuştur.  
Türkiye’nin  bulunduğu coğrafyada giderek güçlenmesi, demokratikleşme sürecinde önemli mesafeler alması ve en önemlisi  ekonomik büyümesini sürdürülebilir sürece sokması, Türkiye İsrail ilişkilerinde de daha belirleyici politikalara kalkışmasının  önünü açmıştır.
Türkiye İsrail ilişkilerinde  uzun süre etkin olan  ‘batı yanlısı, laik temelli, İslam’ faktörleri, zamanla  konjonktürel değişikliklere maruz kalarak yer değiştirse de, etkisini 1990 yılına kadar korumuştur. Örneğin, Türkiye hiçbir zaman İsrail’e  yönelik İslamcı bir politika izlememiştir.
Peki günümüzde durum nedir?
Kısaca özetlersek; Türkiye İsrail ilişkilerinin temel dinamiği  on yıl önce ‘batı yanlısı, laik temelli, islam’ faktörleri ile şekillenirken, bu durum,  1990 yılından sonra iç politikaların ağırlığında değişmiş ve  ‘islam, bölgesel güç’ eksenine oturmuş gözükmektedir.

Artan gerginliğin izleri

Türkiye İsrail ilişkileri gerildikçe komşu ülkelerde sokağa yansıyan sevinç haberleri okuyoruz epeydir. Zor coğrafyanın zor koşullarında oluşan bu duygu yüklü  tepkilerin, Türkiye’nin Orta doğuda takınması gereken tarafsız politikalarda zorlanacağının da işaretidir aslında.  
Peki, gittikçe bozulan Türkiye  İsrail  ilişkilerini toparlamak mümkün mü? 
Bu sorunun artık zor bir soru olması yanında, olası cevaplarda, karmaşık hesaplamaların labirentinde kaybolup gitmekte epeydir.
İki ülke ilişkisinde  basit bir matematiksel modelleme yok tabii ki, hiçbir zamanda olmadı.
Her şeyden önce iki ülkenin, ‘iki ülke’ olarak karşı karşıya kalma şansı bulunmamakta.  Ortadoğu coğrafyasına bakıldığında  olacak gibi gözükmüyor da. Oysa her iki ülke  yalnızca ‘iki ülke’ olarak karşı karşıya kalabilseydi  ilişkileri   nasıl olurdu? sorusu üstüne bile pek çok olumlu senaryo  geliştirebilecek durumda.  Bunun için basit bir  tarih bilgisi bile yeterli aslında.
Şimdi ayıklayın İsrail’le Türkiye’nin komşuları ve buna bağlı sorunları,  geride kalan İsrail halkının önemli bir kısmına  yüzlerce sene  sorunsuz, tasasız yer ve yurt olmuş bir Osmanlı, daha sonra ise ekonomik ve siyasi işbirliği içerisinde yürütülen  ilişkiler ve işbirliği yumağı görürsünüz. 
Sorunsuz bir tarihi vardır iki ülke halkının. Yahudilerin yüzyıllardır yaşadıkları her ülkede uğradığı kıyımlara ve en basitinden aşağılamalar göz önünde bulundurulduğunda çok da derin ve önemlidir bu ilişki.
1948 yılında kurulan İsrail devleti Türkiye tarafından ertesi yıl tanınmıştır. İşin ilginç tarafı 30 yıl hiçbir Müslüman ülke İsrail devletini tanımadığı halde  ‘tanıma’ dır bu. 
İki ülke ilişkileri 1990’li yılların başlarına kadar askeri, güvenlik ve istihbarata dayalı olarak aradaki siyasi krizlere rağmen inişli/çıkışlı olarak devam etmiş, ancak hiçbir zaman diplomatik ilişkilerin kesilmesi aşamasına gelmemiştir.
En önemlisi, iki ülke halkı tarihinin hiçbir safhasında karşı tarafa topluca kin beslememiştir  ve beraber yaşama konusunda uzun ve başarılı deneyimi sahiptir. 
Durum buyken şimdi gelinen noktanın özeti şöyledir ve vahimdir:
Türkiye-İsrail ilişkilerini  1990’li yıllardan itibaren bölgesel gelişmelerin de etkisiyle son derece gergin bir havaya bürünmüş durumdadır.
İkili ilişkilerdeki gerileme hat safhadadır. 
Bu gerilemede sadece Türkiye-İsrail ilişkilerinde önemli faktör olan Filistin meselesinin etkileri olduğunu söylemek de yanlıştır.  Özellikle  2003 Irak Savaşının etkisinin büyük olduğu ortadadır. ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başlayan süreçte, İsrail’in bu savaşta Irak’ın kuzeyindeki faaliyetleri Türkiye’yi oldukça rahatsız ettiği de kesindir. 
Irak’ın kuzeyine ilişkin sorular ve sorunlar devam ederken, 2004 yılında İsrail, Refah Mülteci Kampına bir operasyon düzenlenmesi ve bu operasyona Türk hükümetinin büyük tepkisi iki ülke ilişkilerinin daha da gerginleşeceğinin işaretidir aynı zamanda.
Bundan sonra gerçekten ardı ardına yaşanan krizler; Ocak 2006’daki Filistin seçimleri sonrası Hamas’ın siyasi büro şefi Halid Meşal’in Türkiye’yi ziyareti, İsrail’in 27 Aralık 2008’de Gazze’ye karşı başlattığı “Dökme Kurşun Operasyonu”, Davos Ekonomik Forumunda Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında yaşanan “Davos krizi”, Anadolu Kartalı Tatbikatının uluslararası boyutunun Türkiye tarafından iptal edilmesi, TRT ekranlarında gösterime başlayan ve Filistinlilerin dramını anlatan “Ayrılık” dizisine İsrail tarafından gösterilen tepki, İsrail’de Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisinin alçak bir koltuğa oturtulmasıyla yaşanan “Alçak Koltuk Krizi” ve nihayet 2010 Mayıs ayının sonunda Gazze’de sivil halka yardım götürme amacıyla yola çıkan insani yardım konvoyunda bulunan Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerince yapılan saldırıyla başlayan “Mavi Marmara Gemisi Krizi”, Türkiye-İsrail ilişkilerini geri dönüşü çok zor bir döneme sokmuştur. 
Söz konusu kriz ile ilişkiler şu anda neredeyse donmuş durumdadır. 
İsrail uluslararası hukuku çiğneyerek, kendi karasuları dışında bir gemiye çıkarak dokuz kişinin ölümüne sebep olmuş durumda. 
Bilerek öldürme,  gerekçeleriniz  ne kadar haklı olursa olsun olayı  haksız ve anlamsız kılmaktadır.  İsrail bu şekilde kendi  gerekçelerinin de  üstünü çizmiştir.
İsrail, dokuz vatandaşı öldürülen bir ülke kamuoyunun tepki göstermesini anlamalı, hükümetin bunu dillendirmesine şaşırmamalıdır.  
Ayrıca bu tür ölümler karşısında Türk kamuoyunun sağduyulu davranışı  ve ülkesindeki İsraillilere ve Yahudi asıllı vatandaşlara yönelik sağ duyusunu koruması önemlidir ve Türkiye İsrail ilişkilerinin hiçbir zaman bozulmaması gerektiğinin de temel dinamiğini oluşturmaktadır.
Her iki ülke insanının  bir birinden nefret etmesinin önüne geçilmelidir.
Yüzyıllardır  “barış içinde bir arada yaşama” ilkesine sadık kalmış iki kültürün kolayca her şeyden vazgeçmesinin de yolları  tıkanmalıdır. 
Her şeye rağmen…