Metin Duyar

28 Ekim 2010

Enerji talebi artıyor, yeni senaryolar yolda

Günümüzde, sanayileşmiş ve sanayileşme aşamasındaki ülkelerin en önemli kabusu, tahmin edersiniz ki...

Günümüzde, sanayileşmiş ve sanayileşme aşamasındaki ülkelerin en önemli kabusu, tahmin edersiniz ki enerji kaynaklarının kıtlığı... Tüketimin ayarı öyle kaçmış durumda ki, var olan rezervlerin paylaşımı bile şimdiden yapılmış durumda…Dünya enerji tüketiminde ilk sırada ABD yer alıyor. Çin, 2009 rakamlarına göre, 2 milyar 146 milyon ton ile dünyanın ikinci büyük enerji tüketicisi konumunda ve ihtiyacı gittikçe artıyor. Çin’in enerji kullanımın ağırlığını petrol oluşturuyor. Çin’de yayınlanan resmi veriler, dünyanın en çok petrol tüketen ikinci ülkesi Çin’in, petrol üretiminde İran’ı geçtiğini gösteriyor. 2009′da Rusya, Suudi Arabistan ve ABD’nin ardından dünyanın en büyük 4′üncü büyük petrol üreticisi haline gelmiş.
Çin Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu verilerine göre, geçen yıl 189,4 milyon ton ham petrol çıkartılmış. Ancak dünya petrol üretiminin yüzde 5,4′üne tekabül eden üretimine rağmen, ülkenin petrol ihtiyacının yüzde 52′si geçen yıl ithalat aracılığıyla karşılanmış. Yine resmi verilere göre, Çin’in ham petrol üretimi son 3–4 yıldır 190 milyon ton civarında gerçekleşiyor. Yıllık üretim artışı yüzde 1–2 düzeyinde. Diğer taraftan, mevcut yatırım ve rezervler göz önüne alındığında, 2015 yılına kadar üretimin 200 milyon tona ulaşması zor görünüyor. Bu da Çin’in 250 milyon tonun üstünde petrol üreten ABD’yi yakalamasının mümkün olmayacağı anlamına geliyor. Ancak asıl sorun, ham petrol üretim hızının talep artışının çok gerisinde kalması. Çin’in petrol ithalatı yüzde 50′yi aşmış durumda. Uluslararası kabullere göre, petrolde dışa bağımlılık oranının yüzde 50′yi aşması ulusal güvenlik riski olarak algılanıyor. Bağımlılığın 2020′den sonra yüzde 70′e yaklaşması bekleniyor. Bu durum, Çin’in bir an önce petrol rezervleri bulması ve bu rezervlerle ilgili anlaşma yapmasını gerektiriyor. Japonya ve Kore ekonomilerinin petrolde dışa bağımlılıkları çok daha ciddi boyutlarda olduğu için  Nijerya, Angola gibi ülkelerle anlaşma yapma peşinde...

Petrol ya da ‘güç’ kimde?
ABD merkezli Petrol ve Gaz Dergisi verilerine göre, Rusya 476 milyon ton ham petrol üretimi ile dünyanın en büyük üreticisi konumunda bulunuyor. Rusya’yı 410 milyon ton ile Suudi Arabistan ve 267 milyon ton ile ABD takip ediyor. Ancak; dünya petrol rezervlerinin yüzde 57’si Ortadoğu’da. Suudi Arabistan yüzde19,8 ile en yüksek rezerve sahip iken, İran yüzde 10,3 ile Ortadoğu’da ikinci ve Venezüella’dan (yüzde12,9) sonra dünya üçüncüsü.
Doğalgaz rezervlerinin dağılımında da durum farklı değil. Dünya doğalgaz rezervlerinin yüzde 40,6’sı yine Ortadoğu’da. Bölgede İran yüzde15,8 birinci, Katar yüzde 13,5 ikinci durumda. Ortadoğu’da İran ve Katar arasında dünya rezervlerinin yüzde 29,3’ünün; bölge rezervinin yüzde 72’sini oluşturan Katar tarafında “Kuzey Sahası”, İran tarafında “Güney Pars” olarak adlandırılan rezerv sahasının yüzde 60’ının henüz bağlanmamış (uncommitted) statüde olması, bölge doğalgaz arzının boru hattı sevkiyatı ve LNG olarak büyümesini sağlayacak en büyük kaynaklar.

ABD kontrol etmek istiyor

ABD, enerji kaynakları ve sevk yollarını kontrol etmek istiyor. Sebebini açıklamaya gerek yok sanırım. Ancak akıllı uslu uzmanlar, ABD’nin enerji kaynakları ve sevk yollarını kontrol etmek istemesinin nedeninin, sadece kendi enerji ihtiyacını karşılamak ve güvence altına almak olmadığını belirtiyor.
Gerekçesi size de oldukça mantıklı gelecek: ABD enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü kendi kaynaklarından ve ithalatını da Meksika, Venezüella, Kanada, Batı Afrika ve Kuzey Denizi’nden (Norveç) karşılıyor. Bunların dışında kalan kısmını ise Ortadoğu ülkelerinden almakta. Dolayısıyla, bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını garanti altına almak amacı yatsa da, esas amaç olarak, dünya üzerindeki gelişen ekonomilerin ve rakiplerinin (AB, Çin, Japonya, Asya ülkeleri) çok büyük ölçüde bu kaynaklara bağımlı olması gösteriliyor. Oldukça mantıklı değil mi?
Brzezinski’nin National Interest dergisinde yayınlanan “Hegemonik Bataklık” adlı makalede; “Bölgenin enerji kaynaklarının çekiciliği ABD’ye buraya egemen olmaktan başka bir alternatif bırakmamaktadır. O nedenle ABD, Ortadoğu’yu kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. Bu bölgeye egemen olmak ABD’ye başka bir stratejik manivela da sağlamaktadır. Bu da ekonomileri, bölgeden güvenli petrol akışına bağlı Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücüdür. Bu bölge o kadar önemlidir ki, ABD herhangi bir bölgesel gücün, beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir” demekle, ABD’nin bu Ortadoğu coğrafyası üzerindeki plan ve politikalarına açıklık getirilmekte zaten.
Hoyratça kullanılan enerji kaynaklarının sonu belli olduğuna göre, talep artışı sürdüğü müddetçe tehlikenin büyüklüğü de artıyor. ABD’nin Irak’ta uyguladığı senaryo bunun en kestirme kanıtı ve hiç kuşkunuz olmasın bu senaryoların benzerleri devam edecektir mutlaka...

Tüketimin kontrolü sağlanabilir mi? 

Enerji tüketimin kontrolü sağlanabilirse, enerji ihtiyacının doğuracağı tehlikeli senaryoların geciktirilebileceği ya da ortadan kaldırılabileceği epeydir tartışılıyor. Tüketim kontrolü, başta OECD olmak üzere ekonomisi gelişmiş ülkelerin, talebi kontrol/kısma yönünde politikalar geliştirmelerine bağlı. Aksi durumda, petrol ve doğalgaz taleplerindeki artış, yakın gelecekte, sonu gelmez ve tehlikeli senaryoların uygulamaya geçirilmesini yeşil ışık yakacaktır.