Mete Çubukçu

04 Haziran 2013

Taksim-Tahrir farklı ama...

Türkiye’de bugünlerde yaşananlar “Türk Yazı” ya da “Türk Baharı” gibi ithal, abartılı kavramlarla açıklanamaz

Arap ayaklanmaları üzerine yazdığım “Yıkılsın Bu Düzen-Yaskut El Nizam” adlı kitabımda mealen şöyle yazmıştım:

“Hiçbir yönetim Arap ayaklanmalarının etkisinden, yöntemlerinden, taleplerinden muaf değildir. Arap ayaklanmaları bir ruh hali olarak sokağı, dayanışmayı, başka alternatifleri hatırlattı.”

Türkiye’de bugünlerde yaşananlar “Türk Yazı” ya da “Türk Baharı” gibi ithal, abartılı kavramlarla açıklanamaz. Olan bitenin çıkış noktası Arap ayaklanmalarından çok farklıdır. Yani Taksim, bir Tahrir değildir. Ancak, Taksim meydanında yaşananlar, yöntemler, talepler, katılım profili bakımından Tahrir’le benzerlik taşıyor. Orada demokrasi ve seçim talebi vardı. Türkiye kuşkusuz demokrasi açısından Mısır’dan daha ileride. Dolayısıyla buradaki talepler daha üst düzeyde. Burada olan “Seçimle gelmiş olabilirsiniz ama bu ülkede sadece siz yoksunuz. Bizi de dinleyin” talebi ve talebin patlamaya dönüşmesidir.

-Taksim ve Tahrir’deki ortak nokta korku duvarının aşılmasıdır. Tahrir meydanında kitleler polise karşı durarak yılların ölü toprağını üzerinden atmayı başardı ve diktatörlüğün ördüğü korku duvarını aştı. Taksim’de ise polisin gazla yarattığı şiddet ve orantısız güç kullanımı karşısında meydanlardakiler “gaz duvarını” aştı. Gaz artık önleyici değil aksine kışkırtıcı bir unsur. Mübarek’in Mısır’ı bir polis rejimiydi. Ve Tahrir kitlesi polisten nefret ediyordu. Çünkü bu algıyı rejim ve polis yaratmıştı. Vicdan zedelenip, haysiyet kırılınca bir “haysiyet patlaması” yaşanmıştı.   

-Taksim’e çıkanların profili çok farklı: Genç, kadın erkek, sosyalist, milliyetçi, Atatürkçü, Kürt, Alevi ve Müslüman kesimden bazı gruplar. Tahrir’de Müslüman grupların sayısı bir hayli fazlaydı. Ama ilk hafta Müslüman Kardeşler yoktu. Onlar sütre gerisinden izleyip olaya sonra dahil oldular.  Kendisini Müslüman-muhafazakâr olarak tanımlayan birçok kişinin Taksim’de olmak isteyip gelemediği biliniyor. Bunda iktidar olmanın payı yadsınamaz. Oysa 10 yıl önce “tezkereye hayır” mitinglerinde herkes aynı meydanlardaydı.

-Tahrir gibi Taksim’e insanlar farklı taleplerle çıktı. Ortak noktaları ise herkesin birçok konuda kendini baskı altında ve dışlanmış hissetmesi, seslerinin kısılması, taleplerinin göz önüne alınmaması, tek taraflı ve dayatmacı bir yönteme karşı çıkmalarıydı. Ve tabii ki hayat tarzlarına giderek daha fazla dokunulması. ‘Ben yaptım oldu’ yaklaşımına toptan bir tepkiydi. 

-Ve dayanışma duygusu. İnsanlar uzun süredir kendilerini yalnız, dayanışma duygusunu yitirmiş hissediyorlardı. Taksim’de bu dayanışma duygusu pekişti. İnsanlar yalnız olmadığını gördü. Omuz omuza gaza karşı duranlar, ardından sağlık hizmetlerini örgütledi, meydanı temizledi. Bunlar yeni bir kuşak: Bayraksız, pankartsız, lidersiz, kürsüsüz. Tahrir'deki gibi. Bu gençleri anlamak lazım.

- Tahrir bir sosyal medya örgütlenmesiydi. Türkiye’de de insanlar sosyal medya üzerinden haberleşti. Ancak her zaman söylediğim gibi bir dinamik yoksa sosyal medya işe yaramaz. Türkiye’de bu kez sosyal medya örgütlenmesi kararlı bir dinamik üzerine oturdu.  Mısır’da sosyal medyayı susturmayı denediler ama başarılı olamadılar.  Mübarek’i en çok zorlayan sosyal medyaydı çünkü Mısır’daki ayaklanmada televizyonlar başlarda sustu. Sonrasındaysa geç kaldı. Taksim’de duvar yazıları ve grafitilerin kimi Tahrir’den esinlense de özgün ve yaratıcı yazılar vardı. Hatta yaratıcılık konusunda Tahrir aşıldı.

-Taksim Gezi Parkı protestosu demokrasi içi bir tepkidir . Demokraside sandık önemlidir ama sandık fetişizmi otoriterizme gider. Okullarda Siyaset Biliminin ilk derslerinde demokrasi şöyle anlatılır: “ Çoğunluğun iktidarı, azınlık haklarına saygı”. Bu azınlık dini anlamda değildir. Hatta çoğunluk kavramı artık eskimiş yanına bir de çoğulculuk eklenmiştir. İnsanların öfkesinin nedeni anlaşılmaya çalışmalı, talepler dinlenmeli, anlayışla yaklaşılmalıdır. Demokrasi zaten biraz da budur. Mısır, Tunus, Libya gibi ülkelerde liderlerin kitlesel protesto karşısında kullandığı retorik arşivlerde kayıtlı duruyor. Bir kez daha bakılıp neler söyledikleri hatırlanabilir.

- Türkiye’de olan Arap ayaklanmalarından farklıdır. Ama temel taleplerin görmezden gelinmesi, toplum mühendisliği yapılarak topluma tek bir gömlek giydirilmek istenmesi tepkileri birleştirmiştir.  Tabiat kanunları gereği bastırılan her şey bir gün patlar. Arap ayaklanmalarını alkışlanırken Türkiye’de olanları küçümseyenler, Tahrir’in ilk günlerini hatırlattı bana. Mısır’da Tahrir’i küçümseyenler kısa süre sonra anlamaya çalıştılar. Bu nedenle Taksim’deki dinamiği dikkatli izlemek gerek.

Türkiye bu süreci nasıl yaşayacak?  Meydanlardan ve sokaklardan yükselen farklı talepleri duyma ve anlama kapasitesini kullanıp, demokrasi kanallarını açacak mı?

Ancak bunu yapabildiği takdirde Arap dünyasına “örnek olma” iddiasını taşıyabilir.