Mete Çubukçu

28 Eylül 2009

'Ortadoğu Federasyonu' hayali!

Türkiye, Kürt açılımı tartışmasını sürdürürken, bölge ülkelerinin bu açılımdaki pozisyonları önem kazanıyor.

Türkiye tarihinin nadir beyaz sayfalarından biri olan 1 Mart tezkeresinin reddi, Irak’ın işgaline ortak olmayı engellemişti. Tezkerenin reddi her ne kadar AKP’nin hanesine yazılsa da küçük bir matematik yanlışı sonucu meclisten geçiremediğini unutmamak gerekir. Diğer unutulmaması gerekense o dönemde “canı Bağdat’ta olmak isteyip” Türkiye’nin işgalle birlikte “kazanç” hanesine yazılacakları salt bir muhasebe hesabına indirgeyenlerdi. Sonra çark edip bu fikirlerinden vazgeçmişlerdi. 2004 yılının 1 Mart günü yani Irak’ın işgalinden bir yıl sonra Suriye’nin başkenti Şam’a giden bir otobüs dolusu insan, bu ülkeye yönelik Amerikan kampanyasının işgale dönüşmemesi için mütevazı bir destek ziyareti düzenlediğinde “bir otobüs dolusu avanak” diye dalga geçilmiş, modası geçmiş “üçüncü dünyacılıkla” suçlanmıştı. Oysa aralarında bu satırlarının yazarının da bulunduğu Doğu Konferansı’nın düzenlediği ziyaretin ne Baas Partisi’ni ne de Suriye’deki rejimi savunmak gibi bir derdi vardı. Tek derdi, 2003’deki musibetin Suriye’de de yaşanmaması, insanlığın ayaklar altına alınmaması olan vicdani bir girişimdi. Aradan 6 yıl geçti. Bizlerle “bir otobüs dolusu avanak” diye dalga geçmeye çalışanlar şimdi hükümetin Ortadoğu’ya yönelik açılım politikalarını yere göğe koyamıyorlar. 6 yıl önce “baskıcı, gerici, üçüncü dünyacı” diyerek küçümsedikleri Suriye’yi olumluyorlar. Geç de olsa bazı şeyleri anlamaları önemli. Onların dertleri, Türkiye’nin çevresine bakarken insani yaklaşımlardan çok iktidarın savunduğunu savunma, kar/zarar hesabı yapma, o özledikleri “emperyal” rüyayı görme.

Eski düşman dost olursa

Bu uzun girizgahın asıl derdi Türkiye’nin son aylarda Irak ve Suriye ile kurmaya başladığı özel ilişkiler. Bu ilişkilerin bölgesel dengelerden soyutlanarak okunması mümkün değil. Özellikle Kürt açılımından da soyutlanamayacak bu süreç, Türkiye’nin başlangıcından bu yana sırtını döndüğü ülkelerle yakınlaşması, uzun yıllardır görmezden geldiği, hatta oryantalist bir yaklaşımla küçümsediği bölge insanına yeni bir kapı açmayı da içeriyor gibi. Bundan 10 yıl önce PKK ve Abdullah Öcalan nedeniyle savaşın eşiğine gelen iki ülkenin; Stratejik İşbirliği Anlaşması imzalaması, Irak’ta olduğu gibi birçok bakanlığın karşılıklı olarak ortak toplantı yapmasına karar verilmesi, vizelerin kaldırılması reel politik çıkar hesaplarından çok komşuluk, birbirini tanıma, ön yargıları azaltma, yeni medeniyetlere açılma adına küçümsenmeyecek bir adım olarak değerlendirilebilir.

Bu yüzden bugünlerde çokça telaffuz ettiğimiz açılım politikalarının bir ayağını da Ortadoğu oluşturuyor. Daha önce Irak’la imzalanan işbirliği anlaşmasının Suriye’ye de uygulanması, duruma abartılı yaklaşanlar açısından iki ülke arasında bir “birliğe” doğru gidiyor ki ufukta henüz böyle bir şey görülmüyor.

ABD destekli süreç

Bu sürecin en önemli ayağı Irak ve ardından Suriye ile imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmaları. Tabii ki Irak’ın net olmayan siyasi yapısı ile Suriye’deki rejimin gidişatı ve baskıcı politikasının değişip değişmeyeceği süreçteki en önemli handikaplar. Bu adımların ABD’nin bölge politikasından bağımsız düşünmek ise mümkün değil. Kesin olan Amerika’nın bu süreci desteklediği. Hatta Suriye’nin birçok adımı Türkiye üzerinden ya da Türkiye aracılığı ile attığı. Geçtiğimiz günlerde Bağdat’ta patlayan bombalardan Suriye’yi sorumlu tutan Irak’ın bu tezine Amerika’nın prim vermemesi, ABD’nin Suriye’ye desteğini gösterdiği gibi, Türkiye’nin bu iki ülke arasında arabuluculuk faaliyeti yürütmesi de aynı çerçevede değerlendirilebilecek gelişmeler.

Irak-Türkiye Stratejik İşbirliği Anlaşması için geçen hafta İstanbul’da bir araya gelen bakanlar yaklaşık 40 konuda işbirliğine gitti. Ekim ayında iki ülke arasında 9 bakandan oluşan minik bakanlar kurulu toplantısı Başbakan Erdoğan’ın da katılımıyla Bağdat’ta yapılacak. Hatta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “tek bir hükümet gibi toplantı” yaptık diyerek “bölgesel birliğin” hayata geçme ihtimalini dile getiriyor gibiydi. Ancak bu iyimser havayı abartarak, “sınırların kalkması”, “Ortadoğu Federasyonu” gibi tarif etmeye çalışmak fantezi kurmaktan öte bir anlam taşımıyor. Ülkelerin bölgesel çıkarlar çerçevesinde bir araya gelmesi Soğuk Savaş sonrasında yatay ve dikey işbirliklerinin artması küçük ölçekli ve bölgesel birlikteliklerin öne çıkması artık bir zorunluluk. Asıl önemlisi bu süreçte insanların, halkların birbirine yaklaşma duygusu, tanıma çabası ve birlikle bir şeyler yapabilme isteğinin yolunun açılması. Yani olumlu bir domino teorisinden söz edebiliriz. Tabii ki bölgenin kaygan zeminini unutup, çevrilen dolapları görmezden gelerek çok fazla umut var olmamak, hep bir marj bırakmak şartıyla.

Kürt açılımı: Herkesin ihtiyacı var ama...

En önemli meseleye gelince: Türkiye, Kürt açılımı tartışmasını sürdürürken, bölge ülkelerinin bu açılımdaki pozisyonları önem kazanıyor. Bölge ülkeleri ve Irak Kürt yönetiminin katkısı olmadan tek başına PKK sorununu çözmek mümkün değil. Yani PKK sorununun çözümü bölgesel, hatta uluslararası katkılara muhtaç. Bu yüzden Suriye ve Irak’la ilişkiler PKK’nın pozisyonu da belirleyebilecek nitelikte. Suriye Devlet Başkanını sürece destek vermesini yanı sıra satır araları okunduğunda temkinli olduğu görülüyor. Beşar Esad’ın özellikle bu sorunun ABD’nin Irak’ı terk ettikten sonra hızlandırılmasını istemesi, Kürtlerle ilgili tereddütleri olduğunun kanıtı. Esad ABD çekildikten sonra Iraklı Kürtlerin zayıflayabileceği ve baskı politikasının devam edebileceği, pazarlık imkanını artabileceğin düşünüyor gibi. Tabii ki buna ek olarak Türkiye’nin Irak Kürt yönetimi ile artan ilişkilerine de biraz mesafeli duruyor Suriye Devlet Başkanı.

Kürtler de Beşar Esad ve Baas rejimine şüpheyle bakıyor. Suriye’deki var olan uygulamalarla açılım söyleminin çeliştiği birçok nokta mevcut. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde hala Araplaştırma uygulamalarının sürmesi, 200 bine yakın Kürdün yabancı kimliği ile yaşaması, yüz binlerce kürdün vatandaş bile olamaması, mülk edinememesi, diploma alamamaları bunlardan sadece birkaçı. Bu uygulamalar yumuşamadan Suriye’ye güvenecek gibi görünmüyorlar. Ama 4 parçadaki Kürtler her ne kadar haklı olsalar bile bölgedeki gidişatın ister istemez Türkiye, Suriye ve İran’ı açılama zorlama ihtimali yüksek. Yani bu gidişatın önünde durmak pek mümkün görünmüyor, tıpkı Türkiye’deki gibi.

Her şeye rağmen Türkiye-Suriye-Irak ilişkilerinde 10 yıl aradan sonra gelinen bu noktayı, her türlü hesabın ötesinde Türkiye’nin son dönemdeki Ortadoğu’da attığı adımları önemsek gerekiyor. Tabii ki Neo Osmanlı hayali, İslam ortak paydası tuzağına düşmeden, yeni bölgesel ilişkiler çerçevesinde düşünmek ve bölge halkların barışını öne çıkarmak şartıyla.  (Radikal 2)