Mete Çubukçu

25 Temmuz 2011

KANDİL ÖCALAN’A BAŞKALDIRMIŞ DEĞİL

“Her şey yolunda giderken birileri yine düğmeye bastı ” yorumları yapılıyor. Oysa seçimlerden sonra çoğu şeyin siyaseten yolunda gitmediği biliniyor.


 “Her şey yolunda giderken birileri yine düğmeye bastı ” yorumları yapılıyor. Oysa seçimlerden sonra çoğu şeyin siyaseten yolunda gitmediği biliniyor. Siyasetin yolu kapatılırken, büyük bir kibirle “gelmezseniz gelmeyin” dendi;  her zaman olduğu gibi Batı’da hissedilmedi ama bölgede özellikle BDP’ye oy verenler öfkeliydi.  Niye meclise girmiyorsunuz? diye soranlara yanıtı Şerafettin Elçioğlu veriyordu:  Seçmen “yoldan çevirip meclise gitmeyin” diyordu.  BDP’nin süreci yönetemediği eleştirilerinin haklı yanlı var; bir yol haritası belirlememiş, dağınık bir görüntü sergiliyorlar. AK Parti ise dik durmayla dikleşmeyi karıştırıp “gelip bize tabi olun” havasında.  Oysa sözlü,  esnek bir taahhüt bile yetebilirdi, hala da vakit geçmiş değil. Eylemsizlik süreci devam ederken öldürülen PKK’lı sayısı da artıyordu.  Her şeyin yolunda gittiği iddiasının aksine manzara böyleydi. 13 askerin ölümü de böyle bir manzara üzerine geldi.  


1999’dan bu yana Türkiye’de ne zaman silahlar konuşmasa, devlet bu süreyi değerlendirmek, adım atmak yerine silahlara ateşleninceye kadar sorun yokmuş gibi davranarak geçirdi. Bu süre içinde ne asker ne de siviller ne de BDP, PKK sorumluluk aldı. PKK, silahı hep bir koz olarak kullanmayı tercih etti. 


İnsanlar ölmeye başladığında ise yine aynı güvenlik paradigmasıyla, yine medya pompalamasıyla, şehitler üzerinden propaganda yapıldı, yapılıyor. Bu zeminin yaratılmasında PKK da diğerleri kadar sorumlu ve sorunlu.  Ama 1999’dan bu yana değişen, savaşın sadece dağlarda değil, şehirlerde, ruhlar ve zihinlerde devam ettiği.  Aksi halde, İstanbul’un bazı semtlerinde insanlar neden taşınmayı düşünsün ki? Devlet-hükümet ve PKK sürekli olarak uzatmaları oynuyor. Her iki taraf da pratik sorunlardan zorlu konulara doğru yol almaktan kaçınarak kaçak dövüşüyor. Hükümet açılım politikasının arkasına sığınarak 2 yıldır yaptıkların tekrarlayarak olumlu bir adımı kadük hale getirerek zaman kaybediyor. 

 

DTK neden acele etti? 

 

Öcalan ise Demokratik özerklikten başlayarak kendi yol haritasının  hayata geçirilmesi adına pratikte  anlam taşımayan uzun bir listeyi diretiyor.  Silvan’da 13 asker öldürülürken DTK’nın alelacele Demokratik özerkliği ilan etmesinin arkasında da bu yatıyor. Öcalan’ın “ne beni ne de de yol haritasını anlayabiliyorlar” sözlerin hemen ardından Demokratik Özerkliği ilan edilmesi bu açıdan manidar;  bir süre sonra heyecanını yitirecek bir süreç, işin pratikte karşılığı yok. Üstelik yeni bir anayasa hazırlama sürecinde Kürtlerin elini zayıflatan, kendi içine kapatan bir durum.  Demokratik özerklik ilanı öncesi Türkiye’de dünyada bu konun tartışılması ve gerekçelerin anlatılması gerekirken oldu bittiye getirilmesi de DTK’nın koşulları zorlamasından başka bir şey değil. BDP’nin kendi desteklediği vekillerine bile açıklama gereği duymaması ise başka bir yanlış. Altan Tan “ Tek taraflı olarak özerklik ilan edilmesinin zamanlamasına ve yöntemine karşı çıktım. Biz bu kararı Türkiye halkına anlattık mı? Ya AKP’ye oy veren Kürtlere? Peki ya dünyaya? Hayır. Fakat Meclis’te gidip bunları konuşmadık, daha yeni bir anayasa yapılacak, onun için önerilerimizi götürmedik. Bunları yapmadan tek taraflı özerklik ilan etmeye karşı çıktım, aceleci buldum, gerekçelerimi de böyle anlattım” diyor. Şerafettin elçi, Ertuğrul Kürkçü de farklı gerekçelerle yöntemi eleştirenlerden. 

 

Öcalan olmadan çözülebilir!

 

13 asker ölümünü modası geçmiş Ergenekon-derin PKK denklemi ile açıklamak artık karın doyurmuyor. Tıpkı Kandil -İmarlı arasında derin problem varmış havasını yaratıldığı gibi. PKK liderlerinden Cemil Bayık’ın İmralı’nın,  adım atılmayarak, protokoller uygulanmayarak devlet tarafından oyalandığı, kandırıldığını” söylemesi İmralı-Kandil arasındaki çelişkiyi değil, bizzat İmralı’nın elini güçlendirir. Sorunu yakından takip edenler kadar, PKK, devlet yetkilileri ve Öcalan’la görüşenler bilir ki sorunu çözecek tek kişi Öcalan’dır. PKK da Öcalan’ın devlette pazarlıkta kullanıldığı en önemli kozudur. Aynı zamanda  Öcalan “ben bu koşullarda oldukça PKK’yı denetleyememem”, ya da “benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz” derken hem PKK üzerindeki etkisini göstermek hem de PKK’nın elini belli bir yere kadar serbest bırakarak onlara da inisiyatif tanımak istemektedir. Mesaj aynı zamanda da Kandile yöneliktir.  Çünkü, Öcalan zaman zaman eylemlerle PKK’yı ve kendisini hatırlatmak ister. PKK’nın lider kadrosu da Öcalansız bir örgütün yürümeyeceğini bilir. Öcalan PKK üzerindeki etkisini zaman zaman onları serbest bırakarak sağlar. Üstelik PKK’nın İmralı’daki Öcalan’ın denetiminden çıkması devletin de tercih ettiği bir durum değil, hiç de olmadı. Çünkü denetimden çıkmış parçalanmış bir PKK hem denetim hem de şiddet sarmalı açısından daha tehlikeli görülüyor. Tabii ki 30 yıllık bir örgütün ve bu yapıdaki bir örgütün içinde kirli ilişkilere girenler, sızmalar ve derin ilişiklide kuranlar olacaktır. Ama artık bu ilişki biçimi de aşılmış ve işlevsiz hale gelmiştir. 


13 askerin öldürülmesi eski bir filmin bir kez daha vizyona girmesi gibi. Bu saldırıyı her iki tarafın “derin” kuruluşları yapmış olabileceği gibi, arazi araması yapan askeri birlik tesadüfen PKK’lılarla da karşılaşmış olması da muhtemeldir ki ikinci ihtimal dana mümkün görünüyor. Ancak, bu çatışmaya giden yol 2 askerin Lice’de 2 askerin kaçırılmasıyla açılmıştır.  Bu noktada PKK’nın da gövde gösterisi yapmak, “bu kadar yakındayız” mesajı vermek gibi amacı vardır ki bu da sürecin iki tarafı olarak dinamitlenmesine neden olmuştur.  PKK bütün Kürtleri temsil etmese de bu sorundan bağımsız değildir. PKK sorunun çözmeden Kürt sorunun çözmek de mümkün değildir. Asıl önemli olan bunun anlamamakta direnen ve sorunu yine eski paradigmaya indirgeyerek güvenlik meselesi haline getiren AK Parti’nin Kürt sorununda stratejisini çizmeye çalışanların yaptığı yanlıştır. Kürt ya da PKK sorunun sadece güvenlik boyutu ile çözülemeyeceği Silvan saldırısı ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Hele 1990’lı yılların anlayışı ve güvenlik konsepti ile hiçbir yere varılmayacağını söyleyelim. Özel Harekâtçıları yeniden tedavüle sokmayı düşünenlerin, o birimin neler yaptığı ve niçin neredeyse lağvedildiğini, o yılları bilenlere sorması lazım. 


Üstelik dağlarda sağlanacak güvenlik artık tek başına yeterli olmadığı da biliniyor. Bu yüzden Silvan saldırısı yine savaşın dilini kullananların işine yaradı. Kaybedilen her süre Kürt meselesini daha tehlikeli noktalara götürüyor. Bulunduğumuz coğrafyada yaşanan Arap baharının her ülkede farklı geliştiği göz önüne alınırsa, silahların konuştuğu ülkelerin akıbetinin hiç de hayırlı olmadığını söylemek gerekiyor.  Dağlarda insanlar ölürken sokaklarda şehirlerde Türkler ve Kürtler arasındaki uçurumlar giderek büyüyor. Devlet ve Öcalan bunun farkında mı?