Tartışmalar 2003 yılındaki Irak işgali öncesine benziyor. Herkeste “şimdi ne olacak?” telaşı, bazılarında da korku var. Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırım kararına “hayır” oyu vermesinin, tüm dünyadan farklı davranarak yanlış yaptığı ve bedelinin ödetileceği söyleniyor.
Baştan söylemekte yarar var. Türkiye kendi içinde tutarlı olanı yaparak “hayır” oyu vermiş ve doğrusunu yapmıştır. Riskli bir karardır ancak İran konusunda takas anlaşmasını zorlayarak İran’ı ikna ettikten sonra Güvenlik Konseyi’nde farklı davranması zaten beklenemezdi. Evet ve hayırcıların dışında bir de çekimserler var tabii ki. Eğer Viyana Grubu takas anlaşmasını onaylasaydı, Türkiye’nin oyunun rengi çekimser olacaktı. Yani Türkiye hem İran’ı diplomasi masasında tutmuş hem de dünya ile birlikte hareket ederek İran’ı uyarmış olacaktı.
Amerika”kızgın”
Evet, Amerika kızgın; bir şekilde Türkiye ile bu hesabı görmeye çalışacak. Ama ortadaki iki yüzlülüğü de unutmamak gerekiyor: İki haftadır bekleyen Viyana Grubu’nun Türkiye ve Brezilya'nın öncülüğünde İran tarafından sunulan takas mektubunu BM Güvenlik Konseyi kararından birkaç saat önce reddedilmesine ne diyeceğiz?
Türkiye için en büyük risk İran'ın masadan kalkması
Burada önemli olan İran’ın bundan sonra nasıl tavır takınacağıdır. Eğer İran Türkiye’nin amacının tersine, masadan yani takas anlaşmasından kaçarsa, Türkiye’nin eli boş kalır. En büyük risk Türkiye’nin “diplomasi masasında tutamaya ve ikna etmeye çalıştığı İran’ın masayı terk etmesidir”.
Ama unutmamak gerekir ki Amerika 30 yıldır uyguladığı ambargo politikası sonuç vermedi, bu da vermeyecektir. Ayrıca, BM’nin, ABD’nin aldığı her karar karşısında İran halkının ortak bir refleks (rejim destekçisi ya da muhalifi) gösterdiği bilinir; dış tehdide karşı birlikte konur. Yani ABD’nin baskı politikası iflas etmiş bir politikadır. ABD bu politikayla sonuç alamayacağını hala anlayabilmiş değil. Zaten ABD’nin derdi nükleer çalışmalar değil İran rejiminin kendisidir.
Meseleye dönecek olursak, Türkiye’de Amerika’nın tepkisinden korkanlar, Dışişleri Bakanı Clinton’un Türkiye’nin diplomasi yolunu zorlamaya devam etmesi yolundaki sözleri ile rahatlayabilir.
Peki, Türkiye’nin eksenini kaydırıp yüzünü doğuya döndüğü tartışmaları niye bu kadar yoğunlaştı?
Türkiye dış politikasını çeşitlendirmeye çalışıyor
Zaten bu tartışma bir süredir vardı. Ancak İran’ı takas anlaşmasına razı etmesi, İsrail’in Gazze Yardım Konvoyuna yaptığı saldırı ve iyice gerginleşen ilişkiler, İran’a yaptırım kararı çıkması ve Türkiye’nin 3 Arap ülkesi ile imzaladığı Ortadoğu Birliği’ni çağrıştıran anlaşma bu şüpheleri arttırdı.
Evet, Türkiye şimdiye kadar yapmadığı bir şeyi yapıyor. Sırtını döndüğü bir bölgede bir güç olarak kendini göstermeye çalışıyor. Bu arada NATO; AB konusunda anlaşmaları devam ediyor. Bugüne kadar Batı ile imzaladığı herhangi bir anlaşmayı iptal filan etmiş değil. Dış politikanın çeşitlendirilmesinde ne zarar var?
Ayrıca, Türkiye İsrail’e tepki göstermekte haklıdır. Daha da göstermelidir. Burada çekinecek ne var ki? Bu konuda eleştiri getirenlere cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye-İsrail ilişkilerini bir göz atmalarını ve bunun ilk kriz olmadığını, daha ağırının yaşandığını hatırlatmak isteriz. ABD’nin derdi Türkiye-İsrail krizinden çok İran’la olan yakınlaşmadır. Dikkatleri bu yönde tutmakta yarar var. Bölgede dinamikler değişti.
Hafızalarımızı tazelersek: 28 Şubat sürecinde Türkiye’de iç dinamikler İran’ı Türkiye için (laikliliğin tehdit altında olduğu gerekçesiyle) tehdit olarak görüyordu. İsrail, İran’ın düşmanıydı. İç ve dış dinamikleri bir araya gelince ABD; Türkiye, İsrail stratejik işbirliğine gitti. Şu anda Türkiye’de artık ordu egemenliği sona erdi. İran, Türkiye için tehdit filan değil, İsrail’in dolduruşuna gelecek bir durum yok.
İnsanların kafasını karıştıran ise Hamas’a fazla angaje olup olunmadığı, El Fetih’e gerekli yakınlık gösterilmediğidir.
Türkiye’nin yapması gereken somut sonuçlar almak, mesela, El Fetih ile Hamas’ı masaya oturtabilmektir. Özellikle Hamas’ı Fetih’le anlaşması için tekrar masaya döndürmektir. Türkiye’nin gücünü aşmakla birlikte Hamas’ın elindeki Gilad Şalid’in serbest bırakılmasını sağlamak da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Soğuk savaş dönemi bitti, ittifaklar ortaya çıktı
Sonuç olarak Türkiye’nin önünde kolay bir süreç yoktur. Ama süreci okuyamayanların anlayamadığı da şudur: Artık soğuk savaş paradigması sona ermiş ve dünyanın her yanında farklı birliktelikler, ittifaklar ortaya çıkmıştır. Soğuk Savaş döneminde Türkiye ABD’nin sözünden çıkmamış, ABD’de darbeler, insan halkları ihlalleri, solcuların üzerinden geçilmesine göz yummuştur. Artık bu dönem geçmiştir. ABD’den kopuş söz konusu olmasa da ABD’nin Türkiye’ye ne tür “katkılarda” bulunduğunu biliyoruz.
Dış politikada
realist olmak kadar duygusallık da geçerlidir. Duygusallık
insanidir, vicdanidir. Alınacak kararlar sadece realizmin soğuk
diplomasi koridorlarından geçmemelidir. Örneğin İran konusunda
atılan adım hem gerçekçi hem duygusaldır; çünkü ambargo
rejimi değil insanları vurmaktadır. Tıpkı Gazze’de olduğu
gibi; tıpkı 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi. Hele bu işi
Ortadoğu’daysak realizm kadar duygusallık, vicdani olmaktır
aslolan.