Mete Çubukçu

01 Şubat 2014

17 Aralık ve barış süreci

Mart 2013’de başlayan ve herkesin içindeki umudu yeşerten, ölümlerin durduğu sürecin sürekli kılınması sadece hükümet ya da Kürt siyasi hareketi değil tüm Türkiye’nin arkasında olması gereken bir süreç

Türkiye'nin içinden geçtiği kritik dönemde en hassas, kırılgan meselelerden biri kuşkusuz barış süreci. Sürece halel gelmemesi için çok titiz davranıldığı hükümet/devlet ve Öcalan’ın sürecin devamı konusunda kararlı olduğu görülüyor. Barış sürecine inanan ve devamında hayır görenlerin, yöntem ve kullanılan retorikteki handikaplara rağmen, sürecin bekası açısından bu duruma ses çıkarmadığı ya da politically correct olmak adına eleştirilerini saklı tutulduğu tahmin edilebilir. Kürt siyasi hareketi ile yürütülen barış süreci hükümetin attığı en cesur adımlardan biri. Mart 2013’de başlayan ve herkesin içindeki umudu yeşerten, ölümlerin durduğu sürecin sürekli kılınması sadece hükümet ya da Kürt siyasi hareketi değil tüm Türkiye’nin arkasında olması gereken bir süreç.

 

Süreç "Kullanılmamalı'

 

Ancak, bu, pazarlık/diyalog, henüz müzakereye geçmeyen yöntemin Türkiye’deki hükümetin yaşadığı krizlerden bağımsızlaştırılması, ‘malzeme’ olarak kullanılmaktan çıkarılması ve hatta demoklesin kılıcı misali ‘sürecin hükümetin süresiyle sınırlı olduğu’ yaklaşımının şüphesinin sona ermesi zorunlu görünüyor. Daha açık bir ifadeyle süreç kimse tarafından ‘kullanılmamalı’. Hükümet dışındaki partilerin sürece yönelik negatif ya da belirsiz yaklaşımları sonucu ortaya çıkan şüpheleri ortadan kaldırmak için Öcalan’ın öne sürdüğü ‘yasal zeminin’ bir an önce hayata geçirilmesi gerekmekte. Belki o vakit daha net ve açıktan bir tartışma zemini ortaya çıkabilir. Zaten böyle bir durum, barış sürecinin ‘hükümetle sınırlı olmadığı’ algısını da artırabilir; tabii ki hükümetin böyle bir niyeti varsa. Yani barış süreci şu ya da bu nedenle, Türkiye’de yaşanan ve birkaç yıl içinde yaşanması muhtemel krizler nedeniyle  ‘kırılgan’ olmaktan çıkarılmalı.

Diğer yandan sürekli olarak sanki "dışarıdan" bu işe karışılmaması gerektiğinin vurgulanması sürecin geleceği açısından sakıncalı bir durum. Tabii ki bir süreci tarafları yürütür ama bu durum bazı soruların sorulmasını engellemez. Üstelik böyle bir durum sürece karşı olma anlamına hiç gelmez.

 

Kafa karıştırıcı açıklamalar

 

Sürecin mantığı, yöntemi,  sadece iki kişi arasında yürütülüyor olması, ‘kimse karışmasın’ tavrı artık geride kalmalı, eleştirilere kulak kabartılmalıdır. Bu nedenle eleştiri sadece masanın bir ucunda oturan hükümet/devlet için değil diğer başındaki Kürt siyasal hareketi için de geçerlidir. Kürt siyasal hareketi; Öcalan/PKK/Kandil/PKK, Gezi olaylarından başlayarak 17 Aralık yolsuzluk/paralel devlet iddiaları üzerine oturan kriz de dahil olmak üzere, verdikleri mesajlarla kimi zaman kafa karıştırırken kimi zaman da birbirleriyle çeliştiler.

Öcalan'a göre 17 Aralık paralel devlet yapılanmasının işi. Ancak paralel yapılanma ile bugün söz konusu olan yapıyı kastedip etmediği tartışmalı. Bu tespiti daha çok derin devlet anlamında yaptığı  anlaşılıyor. Öcalan AKP’ye yönelik girişimi bir darbe olarak nitelendiriyor ve karşı durmak gerektiğini savunuyor. Tabii ki bu arada yolsuzlukla mücadele konusunu es geçmiyor.

 Diğer yandan süreçle ilgili olarak masada iki kişinin olduğu (Öcalan ve Erdoğan) birinin masadan kalkması halinde sürecin biteceğini ifade edildi. Ancak bir süre sonra “sürecin başbakan Erdoğan olmadan da yürüyebileceği” açıklaması geldi. BDP Eşbaşkanı Demirtaş haklı olarak bu kez ‘yasal dayanak oluşursa görüşmeler kurumsal müzakereye dönüşür. Süreç Erdoğan’la da Erdoğansız da yürür” dedi. O vakit güç sıklet merkezini öncelikle müzakere sürecini yasal dayanaklara oturtulması gelmeli, bunun mücadelesi öncelenmeli. Böylece kamuoyundaki kafasının karmaşasının önüne geçilebileceği gibi,

 

17 Aralık ve sonrası

 

Hükümetin ‘17 Aralık krizinin barış sürecine de yönelik olduğu’ tezi belli oranda doğruluk payı taşısa da tam öyle değil. Barış süreci genel anlamda Türkiye’nin  demokratikleşmesi çerçevesinde ele alınmalı.  Kürtlerin özgürleşmesi ile Türkiye'nin demokratikleşmesi paralel süreçlerdir. Birisini diğerinin önüne ya da arkasına koymak bir diğerini eksik kılar. “Önce özgürleşelim sonra demokratikleşiriz” yaklaşımı tek ayaklı kalır. Bu durum KCK Eş başkanı Bese Hozat'ın bilinç altında yatan, kimi kastettiği belli olmayan Ermeni ve Rum lobileriyle ilgili söylediği sözlerde da görüldü.  Ne yazık ki bir üst özgürleşmenin ya da daha güçlü olanın, daha güçsüz olduğunu varsaydığı grup ya da toplulukları doğrudan özgürleştirmediği bilinmelidir.  Daha sonra bu açıklama, ‘tezvirat, tevil’ gibi açıklamalarla düzeltilmeye çalışıldıysa son noktayı Öcalan koymuştur. Öcalan’ın mektubun Türkiye’nin 1915 gerçeğiyle yüzleşmesi açısından çok önemli. Ancak Agos Gazetesine konuşan Yetvart Danzingyan’ın söylediklerini saklı tutmak kaydıyla: “Biz Türkiyeli Ermeniler, devlet tarafından yıllar boyunca kim olduğu bilinmeyen, belirsiz bir “dış güçler” ile terbiye edildik. Şunun anlaşılmasını rica ediyorum.  Adresi belirsiz, muğlak, çok genel bir dış güçler, kötü kalpli lobiler, Türkiye’nin düşmanı Ermeni odaklar söylemi bizi çok yoruyor ve aynı denklemin içinde sıkışıp kalmışız, oradan bir türlü çıkamıyoruz hissi yaratıyor. Ve ısrarla buna ikna edilmek istenmemiz, yeni bir resmi görüşe mi çağrılıyoruz duygusunu, sorusunu yaratıyor.”

Keza yakın dönemde Paris cinayetleri konusundaki açılamaları takip etmek ve bir kanıya varmak oldukça zordu. Paris'te üç Kürt kadının önce paralel yapı tarafından öldürüldüğü, birkaç gün sonraysa işin içinde MİT'in olabileceği açıklandı. Bir sonraki açıklama ise şöyleydi:“AKP de Cemaat de bu işin içindedir ve bu plan uluslararası bir plandır.”

Oslo'dan başlayarak 7 Şubat girişimine kadar Öcalan'la masaya oturulmasına karşı çıkanların girişimleri biliniyor. Doğal olarak bu durum hükümet ile Öcalan'ı, Kürt siyasi hareketini daha dikkatli olmaya zorluyor. Kürt hareketi tarihsel referanslar nedeniyle haklı olarak temkinli, bu da çok normal. Barış sürecine CHP-MHP gibi partilerin yaklaşımları da ortada.

Karmaşık ve zor bir dönem.  Sürecin sadece bir hükümetin tekelinde olmayıp bir devlet projesi olarak devam etmesi gerektiği zorlanmalıdır. 17 Aralık sürecinden etkilenmeyen tek konu neredeyse barış süreci. Bu da tarafların hala irade gösterdiğinin kanıtı ki bu önemli. tabii ki bu süreçte yapılan açıklamaların birbiriyle çelişmemesi gerekiyor. Barış süreci Türkiye’nin özgürleşmesi, demokratikleşmesi ve adaletli bir ülke olması için önemli anahtarlardan biri. Bu nedenle açıklamalar da dahil olmak üzere daha “titiz” bir olmak gerekiyor; her iki taraf açısından da.