Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi grup maçlarının açılışında gruptaki en sağlam rakibi olan Eintracht Frankfurt karşısında deplasmanda 1-1 berabere kalarak bir puanla başladı. Maçın hemen başlarında öne geçmesine rağmen, son anda gelen penaltı fırsatını da değerlendiremeyince iki puandan oldu. Sağlam bir rakibe karşı hele ki deplasmanda beraberlik kötü bir sonuç olarak görülmeyebilir ancak açıkçası biraz daha doğru bir oyunla çok rahatlıkla galibiyet de gelebilirdi.
Maçın analizine girmeden evvel öncelikle tempoyu konuşmak gerekiyor. Özellikle ilk yarı, Mesut’un golündeki VAR incelemesi dışında neredeyse oyun hiç durmadı; topun kaç dakika oyunda kaldığını çok merak ediyorum. Her iki takım da yüksek bir enerji ve fizik güç ile sıkı bir şekilde mücadele etti, tempo sürekli yukarıdaydı ve fakat 80. Dakikaya kadar kart gören bile olmadı. 4 gün önce Sivas maçını (!) yöneten Halis Özkahya da umarım maçı seyretmiştir ve kendi yönettiğinin maç değil de ne olduğunu umarım düşünmüştür. Maçın hakemi her anlamda mükemmel bir yönetim gösterdi.
Bundesliga, ismi süper ama kendisi sıradan olan ligimizden her anlamda fersah fersah önde olan bir lig ve bu ligin temsilcileri gerçekten üst düzey bir fizik güç ile mücadeleyi 90 dakika sürdürebiliyorlar ve bunu da kaliteden de ödün vermeden yapıyorlar. Her ne kadar maçın önemli bir kısmı ev sahibinin kontrolünde geçse de Fenerbahçe’nin o mücadeleye eşlik etmesi ve oyunun hiçbir anında disiplinden kopmaması oldukça iyiydi. Yine de değişikliklerin 75. Dakikaya kalması doğru bir karar olmadığını ve özellikle değişikliklere kadarki 15-20 dakika için orta saha kontrolünün iyice rakibe geçtiğini de söylememiz gerekiyor. Orada yenecek golün telafisi çok zor olurdu.
Her ne kadar Fenerbahçe karşı koymayı bilse de tempoyu ayarlayan ve aslında sürekli yükselten rakip takımdı. Savunmada özellikle ofsayt taktiği uygulaması güzeldi ve rakip de bu tuzağa defalarca düştü. Savunmadaki üçlü ve önlerindeki Gustavo-Mert Hakan ikilisi alanı kapatma, temaslı oynama ve ilk toplara müdahale konusunda bir hayli iyiydi. Bununla beraber yediğimiz golde ve 74. dakikada Altay’ın karşı karşıya kurtardığı topta Serdar’ın yine uyukladığını da görmemiz gerekiyor. Bu takımın sıkı bir savunması var fakat arkasına atılan topların dikkatsizlik kaldıracak durumu yok. Zaten ofsayt olanlar dışında rakibe verilen tüm pozisyonlar da bunlardan ibaretti. Her maçta olduğu gibi Kim ve Szalai yine savunmada ön plana çıktılar ve hatasız oynadılar. İşin savunma tarafında Gustavo ve Mert Hakan da oldukça iyiydi.
Savunmada topu kesme anlamında işler bu kadar yolunda giderken topun oyuna sokulmasında ise durum tam tersiydi. Fenerbahçe golü bulduktan sonra en ilerideki üçlünün boy ortalaması 1.77 olduğu halde, bunlardan en uzunu olan Mesut’un fizik kalitesi halen daha zayıf olduğu ve zaten tarzı gereği ikili mücadeleden kaçındığı bilindiği halde, Rossi de gerek fizik olarak zayıf ve gerekse geldiği yere kıyasla kuvvetin çok daha fazla öne çıktığı bir platforma alışmaya çalıştığı halde savunmadan sürekli uzun top atıldı ve bu toplar da duvara çarpıp geri döndü. Topu ileri vurup dönen topu şok presle almak bir taktik olabilir ancak sahadaki üçlü bu iş için uygun adamlar değildi.
Böyle olunca ne ilerideki üçlü, ne tekniği ile ön plana çıkmaya çalışan Ferdi ne de sürati ile ön plana çıkmaya çalışan Samuel etkili olabildi ve Gustavo ile Mert Hakan’a çok yük bindi. Oysa ilk 10 dakikada kaleciyle karşı karşıya kalan Rossi, soldan savunmanın arkasına kaçıp orta kesen Gustavo, sıfıra inip top kesen Mesut ve Samuel ve gol öncesi Mesut’un pasında şutu direkten dönen Mert Hakan izleyebiliyorduk. Rakip, bizim anlamsız uzun top ısrarımızı görünce savunmasını ileri çıkardı, presi sıklaştırdı ve bizim savunma da geriye çekilince orta saha rakibe kaptırıldı. İlk on dakikada her şey bizim kontrolümüzdeyken, gol pozisyonları ve sağlı sollu ablukalar gelirken sonrasında rakibe yetişmeye çalışmak zorunda kalmanın temel sebebi de buydu; sahada böyle teknik adamlar varken bu oyunun onlara göre oynanması gerekirdi.
Sonuç olarak maç Fenerbahçe ile başladı, Fenerbahçe oyunu aldı ve sonra rakibe bıraktı ve en sonunda maç yine Fenerbahçe’ye geldi ama tek puanla yetinilmek zorunda kalındı. Kötü değil ama kaçırılan fırsata hayıflanmamak da mümkün değil.
Maçı biraz bir yana bırakıp bir yandan da genele yönelik değerlendirmelere de devam edelim. Daha önce bu takımın savunmayı oturttuğunu ve orta sahada kora kor mücadele etmeyi becerdiğini söylemiştim ki bütün resmi maçlar içinde en üst düzey olan maç bu olduğu halde bu gerçek yine değişmedi. Perreira’nın dediği gibi sistemler değil o sistemler içinde davranışlar önemlidir ve bu takım bu iki bölgede doğru davranışları önemli ölçüde sergiliyor. Bu nedenle 4-2-3-1’e dönülmesi için hiçbir neden görmüyorum. Savunmayı öne çekip orta sahayla blok oluşturuyorsanız, rakibiniz kadar mücadele ediyorsanız, oyun içinde hareketli oluyorsanız ve topu alan oyuncuya birkaç tane pas opsiyonu yaratıyorsanız, hücum alanında çoğalıyorsanız ve bir de tabi ki gol vuruşu yapacak adamınız varsa sistem o kadar çok fark etmiyor.
Hücum tarafına gelindiğinde her ne kadar Sivas maçına göre daha iyi bir Mesut (yavaş adımlara daha iyiye gidiyor) ve Rossi izlemiş olsak da her ikisinin de tempo olarak oyuna ayak uydurmakta zorluk çektiği görülüyor. Artık hücumda da bir üçlüye karar verip onların da birbirine uyumunu sağlamak gerekiyor. Rossi, iyi bir oyuncu ve maç içinde de zaman zaman güzel hareketler yaptı ve takım savunmasına da katkı verdi.
İlk dakikada kaçırdığı golde topu soluna alması gerekirdi ancak son dakikada Pelkas’a verdiği pas, onda var olan kumaşı gösteriyor. Zamana ihtiyacı var, kuvvetlenmeye ihtiyacı var fakat Pelkas, Rossi’den şu an için çok daha önde ve bu nedenle de Rossi konusunda acele etmemek gerekiyor. Bu sistemde forvet arkasındaki ikiliden birinin pas oyununa dahil olması gerekiyor ki İrfan Can’ın sakatlığında bu belli ki Mesut olacak ve diğerinin ise santrforu tamamlaması gerekiyor.
Pelkas, Dinamo Kiev ile yapılan hazırlık maçında sızıp gol attığı yerden bu sefer penaltı yaptırdı ve bu da sistemin kendisinden tam da beklediği hamleydi. Penaltıyı ise daha topa gelirken kaçıracağı belliydi; oysa şık çalımı ile atağı başlatan da doğru koşuyu yapan da penaltıyı alan da kendisiydi. İki puanı kendi yarattı ve kendi yok etti.
Bu maç Perreira’nın kadroyu nasıl okuduğuna dair de önemli ipuçları içeriyordu. Daha önce de yazdığım üzere Perreira, ortanın solunda Novak’ı düşünmüyor ve burada rotasyonu endişe ettiğim üzere Ferdi ve Muhammed üzerinden kurguluyor ve muhtemelen bunu da Szalai’nin üstün kademe becerisinin verdiği güvenle yapıyor. Valencia’yı ise ortanın solunda ya da sağında ve forvet arkasında değil doğrudan forvette düşünüyor ama bunda Berisha’nın form durumunun ne kadar etkili olduğunu anlamak için biraz daha beklemek lazım.
Daha evvelden de yazdığım gibi bu kadar iyi mücadele eden, güçlü, hızlı, dripling ve şut becerisi olan bir adamın kaleye sırtı değil yüzü dönük değerlendirilmesi gerekir ancak orada da bütün heybetiyle Mesut ikilemi duruyor. Bu ikilemin çözümü bu takımın bu seneki gidişatını bize gösterecek.
Kapatmadan bir de son dakikada sahada çıkan ve çok da olağanüstü olmayan gerginlikte rakibin yedek oyuncusu Samuel’e diklenmek için sahaya girdiğinde bizim bütün yedek kulübesinin onun üzerine yürümesini de “takım” olgusu içinde çok beğendiğimi ifade etmeliyim. Taraftarlar pandemi nedeniyle dışarıda kaldığında Kadıköy kalesinin düşmesinin bir nedeni de o sahada çok yalnız kalmaktı. Sanırım Ali Koç’un “Samandıra ruhu” dediği biraz da bu olsa gerek