Fenerbahçe, Başakşehir önünde de berabere kalarak 8 maçın sonunda 8 puanla ligin 15. Sırasına demirledi. 8 maçta atılan gol sadece 6, yani maç başına 0.75 gol. Böyle bir istatistik bu camianın tarihinde yok. Dahası tribünler çıldırmış durumda, takım özgüvenini tamamen kaybetti, yönetim kanadından halen daha her kararın sükûnet içinde alındığına dair beyanlar gelse de orada da açıkça kontrol kaybolmuş durumda. Takım, uçurumdan aşağı yuvarlanıyor, bir yandan da kan kaybediyor ve kurtulması için herhalde halen bir mucize bekleniyor. Acıklı olanı ise bu durum, sabır, istikrar, sistem vb. süslü laflarla gizlenmeye çalışılıyor ama o mızrak artık o çuvala sığmıyor, çuval da kıpkırmızı kan içinde.
Aslında bir yerde de durup geriye doğru bir bakmak gerekiyor. Göztepe ve Malatya maçlarında Slimani, Beşiktaş, Rize ve Başakşehir maçlarında ise Ayew biraz daha becerikli ya da şanslı olsalardı Fenerbahçe şu an en az 22 puanda lider durumdaydı. Muhtemelen şu anda herkes Cocu’ya övgüler diziyordu. Şu geri kalan maçlar içinde bir tek Rize maçında takım döküldü ki orada bile Ayew’in direkten dönen topu girse farklı bir hikâye yazılabilirdi. Üst düzey takımlar olan Beşiktaş ve Başakşehir’in neredeyse pozisyonları yok ve bu iki maçta bile Fenerbahçe’nin hiç de azımsanmayacak önemde 4-5 pozisyonu var. Buradan işi şanssızlığa bağlayıp çıkmayacağım, böyle gidersek bir yerde elbette o gol girecek diye umut saçmayacağım çünkü skorlar her ne kadar hedefe giden yolun asıl kilometre taşları da olsa bu takımın ışık vermediği apaçık ortada.
Bu takımın bir sistemi olacaktı, altyapı takımları da dahil olmak üzere herkes o sistemde çalışacak ve alt taraf zamanla üst tarafı besleyecekti. Fenerbahçe, sezon açılışından bu yana sadece 13 hafta geçmişken 12. resmi maçına bu sefer de 4-4-2 taktiğiyle başladı ve bu da sezon başından beri dördüncü taktikti. Trnava maçını bile zar zor çevirebilen kadro yine sahada ve bu sefer bambaşka bir dizilişteydi. Hatta bir ara aynı kadro 4-2-3-1 bile oynadı ve biz artık hepimiz emin olduk ki bu takım gerçekten bütün dizilişlere uyabiliyor ve bu da demek oluyor ki artık dağılabiliriz. Ama nasıl dizilirse dizilsin Cocu’nun basiretsizliği ile takımın kapasite eksikliği her sefer ortak nokta olabiliyor. Bu takım bütün maçlarını kazanmış olsaydı bile kalan tüm maçlarını kaybedebilirdi çünkü istediği kadar mücadele etsin, iyi niyet ortaya koysun hocası da yetersiz, sahadaki oyuncusu da yetersiz, kulübedeki oyuncusu da yetersiz. Yönetim, finansal anlamda bir enkazı kaldırmak için seferber olmuşken böyle bir enkazı nasıl kaldıracak inanın hiçbir fikrim yok.
Son yazımda Reyes’in bu takıma gelmiş en kötü defans oyuncusu olduğunu ifade etmiştim. Bu sefer biraz daha ileri gidiyorum; yönetim indirimli kombine sattığı öğrenci tribününe gidip kim defans oynar diye sorsa, el kaldıranlardan birini tipine bakıp seçse ve sahaya sürse bence çok daha iyi bir iş yapar. Bu adamın 65 dakika sahada durması bu camiaya hakarettir ve bu da onu alan Comolli ile onu sahaya koyan Cocu’nun basiretsizliğidir. Frey ve Slimani bu kadar benzerken ve bu kadar birbirlerini tamamlayamazken tüm iyi niyetine rağmen Frey’i 60 dakika sahada tutmak bu camiaya ayıptır ve yine bu da onu alan Comolli ile onu sahaya koyan Cocu’nun basiretsizliğidir. Türkiye’nin halen daha en iyi ön liberolarından olan Mehmet Topal ve bu takımın belki de ileriye gitmesi için tek yol olan Benzia kenarda otururken Başakşehir gibi bir düzen takımın önüne 9,5 kişi ile çıkıp 60-65 dakika oynamak intihardır ve Başakşehir de cezayı kesemediyse bunun tek sebebi tribünlerde kendini parçalayan taraftarlardır. O taraftar, Reyes’i ve Frey’i hak etmiyor. Bu ikisinin yetersizliği anlaşılamıyorsa bu da bir başka basiretsizliktir. Anlaşıldığı halde oynatalım ve elden çıkaralım düşüncesi hâkimse işte o zaman bu koskoca camiaya ihanettir.
Bakın en yetersizlerinden başladım ama bu iş burada bitmiyor. Bu maça çıkan kadroda üst düzey tek oyuncu Skrtel; Eljif ve Benzia ise sadece umut vaat ediyorlar. Geride kalanları Ayew’i dışarıda tutarak söylüyorum sadece iyi niyetle çaba gösteriyorlar, Ayew ise onu bile yapmıyor. Bu takım Kadıköy’de taraftarın ittirmesi ile bazen kazanır bazen berabere kalır, yuvarlanır gider. Deplasmanda ise paramparça olur. Başakşehir’in önünde üstün bir oyun oynandığına kanmayın; Beşiktaş önünde de üstünlük vardı ama Rize’de aynı takım darmadağın oldu. Kapasite bu kadar, özgüven zaten yerlerde ve kapasite ve özgüven bu kadar eksikken mücadelenin de etkisi ancak bu kadar olabiliyor.
Bu takımı bu hale getirenlerden hesap sormak gerekiyor. Puan kayıpları tek mesele değil; geçen sene 11. Hafta sonunda bu takım 9 puan gerideydi ve daha ligin ilk yarısının sonunda bile yarışa ortak olmuştu. Üç maç kazanırsınız işler birden değişir. Bir fark kapanacaksa kapanır ama bu zamana bırakılarak olmaz. Takım patronajının tamamen değişmesi gerekiyor; kadro dışı veya satış yoluyla bu takımın üzerinden bütün safraların atılması gerekiyor ve illa şampiyon olunamayacaksa da Barış, Oğuz Kağan, Eljif, Yiğithan, Mahsun, Ferdi ve diğerlerinin kazanılması gerekiyor. Bu kadar kan kaybından sonra halen ölmeyeceksek tutunacağımız dal sadece bu gençler olabilir. İlk kurulan sistem işlemediyse ve işlemeyeceği alenen belliyse o zaman sil baştan kurarsınız ve kaybettiğiniz en fazla bir sezon olur.
Sürekli genel şeyler anlattım, maça dair anlatacak şeyler o kadar basit ki insan tekrar ettiği için üzülüyor. Kendini parçalayan bir taraftar, sadece mücadele etmeye çalışan bir takım, ne hikmetse Fenerbahçe’nin üstüne çok da gelmeyen bir rakip, yavaş oyun, yetersiz son paslar, beceriksiz son vuruşlar, 60 dakika Hasan Ali tarafından kullanılan duran toplar ve işte bunun gibi diğer sıradanlıklar… Alışmaktan korkuyorum, bu sene için ümidi zaten kaybettim de ümitsizliğe alışmak herhalde en kötüsü olsa gerek.