Retorik bir giriş yapmak istiyorum. Hollanda ulusal takımı total futbolla 1974 Dünya Kupası’na en yüksek perdeden giriş yaptığı zaman, Türkiye, arada sırada büyük takımlara karşı sürpriz sonuçlar alan, ancak onun dışında adı Avrupa futbolunda en diplerde yer alan bir ülke durumundaydı. Tam da bu nedenle 1974’te siyah-beyaz televizyondan Dünya Kupası maçlarını izleyen 10 yaşındaki bir çocuğa, “elli yıl sonra Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye Hollanda’yla çeyrek final oynayacak” deselerdi, inanmazdı.
Evet. Türkiye ile Hollanda 1974’ten tam 50 sene sonra Avrupa Futbol Şampiyonası’nda çeyrek finalde karşılaştılar. Ne anlama geliyor bu çeyrek final, nasıl okumalıyız bunu? Büyük bir ilerleme olarak mı? Türkiye futbolda artık dünyanın önemli oyuncularından birisi mi?
Değil elbette.
1974’ten sonra değişen sadece iki şey oldu. İlki 1960’larda köylerini terk ederek Almanya’ya, Hollanda’ya, Fransa’ya, Avusturya’ya, Belçika’ya çalışmaya gidenlerin önce çocukları, daha sonra da torunları, futbol oynamayı bu ülkelerin gümrah altyapılarında öğrendiler. Nitekim dün Hollanda karşısına çıkan Türkiye’nin 11 oyuncusundan altısı, Avrupa’ya çalışmaya giden bu gurbetçilerin üçüncü-dördüncü kuşak torunlarıydılar: Mert Müldür, Kaan Ayhan, Ferdi Kadıoğlu, Hakan Çalhanoğlu, Salih Özcan ve Kenan Yıldız.
Değişen ikinci şey de ekonomik açıdan giderek büyümeye başlayan Türkiye’nin futbola 1980’lerin başından itibaren planlı biçimde yatırım yapmaya başlaması oldu. Türkiye bu yatırımın olumlu sonuçlarını çok kısa süre içinde görmeye başladı.
Bu retorik girişi şundan seçtim.
Türkiye tarihinde 2000 ve 2008’den sonra dün üçüncü kez Avrupa Futbol Şampiyonası’nda çeyrek final oynadı. Kuşkusuz önemli bir başarı bu.
Dediğim gibi, 1980 sonrasında Türkiye’de başlayan değişimin ve devletin özerk hale dönüştürülen Türkiye Futbol Federasyonu eliyle büyük ölçüde planlı bir biçimde yürüttüğü programların sonucunda ulusal takım 1994-2002 yılları arasında giderek yükselen biçimde çok başarılı oldu. Dolayısıyla 2000’deki çeyrek finali bununla açıklayabiliriz.
2008’deki yarı final ise kısmen futbol ilahlarının devreye girmesi, kısmen de 1996-2002 arasındaki başarıları görmüş ve yaşamış insanların gayretleriyle gerçekleşti.
Bu durumda 2008’den tam 16 yıl sonra gelen dünkü çeyrek final başarısını nasıl açıklamalıyız? Yeni bir dönemin başlangıcı olarak mı? Yoksa yine 2008’i andıran biçimde futbol ilahların sık sık devreye girdiği bir sürecin sonu olarak mı?
Yeni bir döneme doğru
Ben Türkiye-Hollanda karşılaşmasını ele alacağım bu yazıda dünkü çeyrek finalin yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği tezini savunacağım. Hatta daha da ileri giderek, Türkiye’nin halen futbol açısından yetenekli ve eğitilebilir bir kuşağa sahip olduğu ve 1990’ların başında yürütülen planlı döneme benzer politikaların devreye girmesi durumunda hem ulusal başarıların daha kalıcı hale gelebileceği, hem de Türkiye’nin futbolda ekol sahibi bir ülke olmak yolunda önemli bir adım atabileceği görüşünü savunmaya çalışacağım.
Bu tezimin kanıtlarını ortaya sermeden önce yaşadığımız sürece ilişkin hatırlatma kapsamında bir şeyler de söylemek istiyorum:
- Türkiye 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’na kaotik bir ortamda başladı denilebilir. Zira 2024’e katılma hakkı kazanılmasının ardından oynanan hazırlık maçlarında alınan yenilgiler teknik direktör Vincenzo Montella hakkında bazı şüpheler doğurmuştu.
- Ülkenin kimlik siyasetine yaslanan aşırı popülist ikliminin de bu kaosu beslediği unutulmamalı. Tam burada, gözünü ulusal takıma dikmiş boştaki teknik direktörlerin acımasız kritiklerini, Türkiye Futbol Federasyon seçimleri için Avrupa Futbol Şampiyonası’nda elde edilecek başarılı/başarısız sonucu sıçrama tahtası olarak kullanmaya hazırlanan kesimleri ve milli takıma kulüpçü zihniyetle bakan kesimleri hatırlamalıyız.
- Türkiye’nin turnuva başlarken üzerinde uzlaşma sağlanmış bir 11’i olmadığı gibi nasıl bir formasyonda oynanması gerektiği de ciddi biçimde tartışılıyordu. Montella’nın santrforsuz 460 formasyonu futbol kamuoyunda büyük tepkilerin oluşmasına yol açmıştı.
- Türkiye turnuva boyunca inanılmaz kaotik bir ortamda ilerlemeye çalıştı. İlk maçı hatırlayalım; kontratak futbolu oynayan Gürcistan’a karşı sete dayalı hücum futbolu oynamak gerekiyordu. Ancak güçlü bir oyun yapısına sahip olmadığı için Türkiye sadece maçın sadece belirli zaman dilimlerinde set hücumları yapabildi.
- Portekiz yenilgisiyle birlikte ülkedeki futbol iklimi Montella ve takımını bir krizin içine çekti. Montella ve takım üzerinde planlı bir linç politikası uygulandı.
- Türkiye-Portekiz maçını izleyen Çekya karşılaşması Türkiye’nin fizik kalitesinin turnuva için çok yeterli olmadığını gösterdi bize. Bu yetersizlik Türkiye’yi sahada bir kişi fazla olmasına rağmen oyunun önemli bölümünde savunma yapmaya zorladı.
- Montella ideal 11’ini ve ideal kurgusunu turnuva sırasında oluşturdu. Öyle ki gruplardaki formasyonunu son 16 eşleşmesinde revize ederek 343 formasyonuna yöneldi.
- İlk sinyallerini Çekya karşılaşmasında gördüğümüz temaslı ve kompakt savunma Türkiye’ye, acı çektiği Avusturya karşısında zor da olsa çeyrek final getirdi.
- Türkiye’nin Avusturya karşılaşmasıyla beraber set hücumunu bırakarak hızlı ve doğrudan futbola yöneldiğine tanık olduk.
Bu arka plandan sonra maç analizine geçiyorum.
İki ölümcül günah
Türkiye’nin Hollanda’ya karşı iki şeyden kaçınması gerekiyordu. İlki hücum esnasında orta sahada top kaybı yapmak. İkincisi ise Cody Gakpo’ya şut atabileceği hareket alanı vermek. Bunları biraz açmak istiyorum.
Hollanda ikinci bölgede yaptığı presle topu kazandıktan sonra rakip kaleye çok hızlı akabilen bir takım. Nitekim bunu gruplarda karşılaştığı Avusturya maçında çok açık biçimde ortaya koymuştu (aşağıdaki fotoğraf).
Hollanda’nın Avusturya attığı ilk golün birkaç saniye öncesine bakıyoruz. Top Simons’un ayağında ve Hollanda 4’e 3 geçiş hücumunda. Simons topu biraz sürdükten sonra soldaki Gakpo’nun önüne bırakacak. O da sağına çektikten sonra Avusturya kalecisinin uzanamayacağı yere, soluna vuracak. (Kaynak).
Hollanda ikinci yarının başında Lutsharel Geertruida’nın kaptığı top sonrasında Xavi Simons’la hemen Avusturya kalesine akmış ve Gakpo üzerinden 1-1 eşitliği sağlamıştı. Dolayısıyla Hollanda karşısında hücuma çıkarken top kayıplarından aşırı derecede sakınmak gerekiyordu.
Şu ana kadar turnuvanın en iyi oyuncusu görünen Gakpo’ya hareket alanı vermemeye gelince. Gakpo fizik olarak rakibi karşısında ciddi fark yaratan, rakip ceza sahasına girdikten sonra topu sağına çekip yakın ya da uzak direğe doğru etkili gol vuruşları yapabilen bir kanat forvet. Nitekim Gakpo bu set üzerinden Avusturya ve Romanya karşılaşmalarında birbirine benzeyen iki gol attı.
Montella’nın stratejisi
Hücuma çıkarken top kayıpları konusunda Montella’nın öğrencilerini sıkı sıkı uyarmış olduğunu tahmin edebiliriz. Ancak Montella Hollanda’nın hızlı hücum ve Gakpo silahlarını susturmak için Avusturya karşılaşmasında olduğu gibi üçlü savunmayı tercih etti çeyrek finalde. Böylece Türkiye hem hücumlarda top kaybı yapılsa bile kalesinde gol tehlikesi yaşamadı, hem de üçlü baraj sistemiyle (Mert Müldür-Kaan Ayhan-Samet Akaydın) Gakpo silahını susturmuş oldu.
Montella’nın Hollanda’ya karşı hücum stratejisi ise hızlı ve doğrudan oyundu. Türkiye ilk yarı boyunca ve ikinci yarı başlarında uyguladı bu stratejiyi. Ancak buradan sonuç alamadı. Bunun temel nedeni takımın hızlı hücum çalışacak yeterli zamana ve tecrübeye sahip olmamasıydı kanımca. Şimdi aşağıya bununla ilgili örnekleri ekleyeceğim.
Yavaş düşünme, yavaş hareket etme
Dakika 9,44. Mert Günok Kaan Ayhan’a verdiği pasla Türkiye’nin hücumunu başlatıyor. Gakpo Kaan Ayhan’ın üzerine geliyor koşarak. Ayhan topu hemen oynamak yerine soluna çekerek kendine bir hareket alanı yaratıyor. Sonra da bu hareket alanında topla ilerleyerek Hollanda baskısını kırıyor. Ardından çapraza Ferdi Kadıoğlu’na uzun bir top atıyor. Bu uzun top sayesinde beş Hollandalı futbolcu oyundan düşüyor. Kadıoğlu topla birden hızlanıyor, böylece 4’e 3 Türkiye hücumu başlıyor (aşağıdaki fotoğraf).
Türkiye’nin ilk hızlı hücumuna bakıyoruz. 4’e 3 gelişen hücumda Ferdi Kadıoğlu’nun önünde iki pencere açılabilirdi. Sağdaki Barış Alper Yılmaz’a vermek, soldan Kenan Yıldız’ın bindirme yapması. (Kaynak).
Bu hücumda Kadıoğlu topu sürdükten sonra yanındaki Salih Özcan’a veriyor. O da uzaktan kaleye vuruyor, ama başarısız.
Bahsetmiş olduğum Türkiye’nin hızlı geçiş hücumlarına uzun uzun çalışamamış olduğu gerçeğini burada açık biçimde görüyoruz. İlk olarak Kenan Yıldız rakip bekle sağ stoper arasındaki koridordan hareketlenecekken burada geç kalıyor. Böylece bir pencere fırsatı yitirilmiş oluyor. İkinci olarak Kadıoğlu oyunu iyi süzemiyor. Çünkü Hollanda’nın sol beki Nathan Aké geride kalmış durumda, bu nedenle de Barış Alper Yılmaz’ın önü çok açık. Zaten Yılmaz elini kaldırarak top da istiyor. Ancak Kadıoğlu ona atamıyor topu ve sonradan arkadan gelen Salih Özcan’ın önüne bırakıyor. Burada Salih Özcan da Barış Alper Yılmaz’ı kaçırabilecek durumda. Ancak o da pas yerine şutu tercih ediyor.
Yetersiz destek
İkinci örnek. Dakika 19,36. Türkiye kendi yarı sahasında kullandığı taç atışıyla topu hareketlendiriyor. Dokuzuncu pasta top Kaan Ayhan’a geliyor. O da sağdan savunma arkasına koşan Barış Alper Yılmaz’ı kaçırıyor (aşağıdaki fotoğraf).
Türkiye’nin geliştirdiği ikinci hızlı hücuma bakıyoruz. Kaan Ayhan geriden uzun topla Barış Alper Yılmaz’ı kaçırıyor. Yılmaz burada topu çizgide kontrol etmeyi başaracak. Bu hücumu Kenan Yıldız destekliyor. (Kaynak).
Yılmaz topu aut çizgisi üzerinde kontrol etmeyi başarıyor ve hemen ön direğe koşu gösteren Kenan Yıldız’a doğru oynuyor. Bu topu Hollanda savunması uzaklaştırıyor. Türkiye ön alan baskısı yaparak iki kez topu kazanmayı başarıyor bu hücumda. İkincisinde Hakan Çalhanoğlu’nun çektiği şut Virgil Van Dijk’a çarparak kornere çıkıyor.
Bu hücumu analiz ettiğimizde iki şey dikkati çekiyor:
- Türkiye’nin ana hücum planı savunma arkasına adam kaçırmak olmasına rağmen takım yerleşiminin bu hızlı hücumları çok desteklemediği görülüyor. Nitekim bu pozisyonda Barış Alper Yılmaz topu kontrol ettiğinde Türkiye’nin hücumunu destekleyen tek oyuncu olarak sadece Kenan Yıldız’ı görüyoruz. Hücumu destekleyen başka oyuncu olmadığı için o da üç Hollandalı futbolcu tarafından çevrilmişti.
- Türkiye’nin topu ön alan baskısı sayesinde iki kez kazanması. Ancak burada topu kazandıktan sonra oyuncuların senkronize biçimde hareket edemediklerini ve doğaçlama oynadıklarını görüyoruz. Bu nedenle rakip savunmayı genişletecek kombine hareketler ve koşular ortaya çıkmıyor. Bütün futbolcular çok hareketsizler ve hepsi ayaklarına istiyorlar topu. Ayrıca sağ kanatta Türkiye 4’e 3 sayısal üstünlüğe sahip. Ancak dördü de bundan yararlanacak bir organizasyon içinde değil (aşağıdaki fotoğraf).
18 saniye sonrası. Çalhanoğlu hücumu ikinci kez yeniliyor. Ancak ön alandaki futbolcular çok hareketsizler. Kenarda Montella da (siyah giysili) çaresizlik içinde izliyor Türkiye hücumunu. (Kaynak).
Arda ve Barış
Üçüncü örnek. Dakika 26,52. Aut atışında Kaan Ayhan Mert Günok’a oynuyor. Günok da adaşı Mert Müldür’ü kaçırmak için uzun vuruyor. Bu topu Van Dijk kafayla karşılıyor. Sahipsiz kalan topu Arda Güler kazanıyor (aşağıdaki fotoğraf).
Top Arda Güler’de. Barış ve Kenan öne koşu gösteriyorlar. Ancak Arda topu hemen ayağından çıkarmıyor. Bu nedenle de fırsat pencereleri kapanıyor. Burada en sağdaki Mert Müldür’ün hareketsizliği de önemli. (Kaynak).
Top Arda’ya gelince öne iki futbolcu koşu gösteriyor: Merkezde Barış Alper Yılmaz, sol iç koridorda ise Kenan Yıldız. Ancak Arda Güler topla hemen vedalaşmayarak bu fırsat pencerelerinin kapanmasına yol açıyor. Daha sonra üç kişinin arasında kalan Yılmaz’a veriyor topu. Arkası dönük oyunda çok iyi olmayan Yılmaz top kaybı yapıyor. Burada sağ çizgide yer alan Mert Müldür’ün Tijjani Reijnders ile Van Dijk arasındaki koridora koşu göstermesi mümkün. Ancak o hareketsiz kalmayı tercih ediyor.
Yine Arda ve Barış
Dördüncü örnek; dakika 29,02. Hollanda hücumunda Salih Özcan topa ayağını sokuyor. Sahipsiz kalan topu Arda Güler kazanınca Türkiye 2’ye 3 hızlı hücuma çıkma fırsatı yakalıyor (aşağıdaki fotoğraf).
Bir başka Türkiye hücumuna bakıyoruz. Top Arda’da, Barış yine öne doğru koşu gösteriyor. Ancak burada Arda biraz gecikmeli ve hafif tembel bir pas atacak Barış’a. (Kaynak).
Sağ iç koridorda Barış Alper Yılmaz öne doğru koşu gösteriyor. Güler biraz gecikmeli ve hafif bir tembel pasla Yılmaz’ı kaçırmak istiyor. Van Dijk’ın müdahalesine rağmen Yılmaz topu kazanıyor. Ancak açılar kapanmış durumda. Bu nedenle geriye, Güler’e oynamak zorunda kalıyor. Devamında Kenan Yıldız hiç hareketlenmeden gelişmeleri izlerken Çalhanoğlu ceza sahasına koşu gösteriyor. Güler bu kez onu topla buluşturmak arzusunda, ancak yüksek pasını Simons kesiyor.
Yine aynı şey: Koordinasyonsuzluk
Beşinci örnek; dakika 47,12. Hollanda kornerinde Arda Güler Türkiye ceza sahası içinde sahipsiz kalan topu kontrol ederek takımını hızlı hücuma çıkarıyor. Güler’in sürüklediği hücumu sadece üç futbolcu, Ferdi Kadıoğlu, Kenan Yıldız ve Barış Alper Yılmaz destekliyor.
Güler topu Kadıoğlu’na veriyor, ancak biraz gerisine. Kadıoğlu topla hızlanarak kaybedilen zamanı yeniden kazanmış oluyor. Top Kadıoğlu’ndayken Arda Güler soldan koşu gösteriyor. Böylece Kadıoğlu’nun önünde Güler’i kaçırma penceresi açılıyor. Ancak Kadıoğlu bunu yapmıyor bunu ve topla koşusunu sürdürerek trafiğe dalıyor. Etrafı birden üç oyuncu tarafından çevriliyor Van Dijk topuna dokunmayı başarıyor. Kadıoğlu Yılmaz’ın koyduğu perde sayesinde kaybetmek üzere olduğu topu yeniden kontrol ediyor (aşağıdaki fotoğraf).
İkinci yarıdaki ilk Türkiye hücumuna bakıyoruz. Top Ferdi’de. Barış’ın perdesi sayesinde Ferdi topla koşusunu sürdürecek. Sol önde Arda Güler var. Biraz önce pas alamamış, geri dönerek top bekleyecek. (Kaynak).
Sonra da soldan bindiren Güler’e doğru hızlı bir top atıyor. Güler’in bu topu yakalaması mümkün olmuyor. (Burada Güler’le Kadıoğlu arasında bir ağız dalaşı yaşanıyor.)
Son iki örnek
Altıncı örnek; dakika 53,48. Türkiye kalecisi Mert Günok uzun oynuyor. Barış Alper Yılmaz yükselerek Van Dijk’a rağmen topu kafasıyla öne koşu gösteren Arda Güler’in önüne indiriyor. Aké burada Güler’e faul yaparak hücumun gelişmesini önlüyor. Bu faulde kazanılan serbest vuruşta Güler’in şutu direğe çarpıp dışarı çıkıyor.
Son örnek; dakika 63,01. Hollanda hücumunda ikinci bölge başında Mert Müldür yatarak topa dokunuyor. Boşta kalan topu Salih Özcan hemen ileriye, boş koşu gösteren Barış Alper Yılmaz’a oynuyor. Yılmaz çizgi üzerinde Van Dijk’tan kurtulmak üzereyken faulle durduruluyor. Kazanılan serbest atışın sonrasında Türkiye Kenan Yıldız üzerinden maçta Hollanda kalesini bulan ikinci şutunu atıyor.
Türkiye’nin maçın başından itibaren skor Hollanda lehine 2-1 olana kadar yakaladığı hızlı hücum fırsatları bunlardı. Ancak kolayca görüldüğü Türkiye ya yeterince hızlı davranılmadığı için, ya da takım olarak organize olmayı başaramadığı için bu fırsatlardan yararlanamadı. Ki bu hücumlar sayesinde Türkiye’nin maçta bir anda farklı öne geçmesi çok mümkündü.
İkinci yarı farklı Hollanda
İkinci yarı Hollanda farklı bir diziliş ve oyun stratejisiyle sahaya çıktı. Belli ki Hollanda teknik direktörü Ronald Koeman Türkiye-Avusturya maçında Ralf Rangnick’in 66’ıncı dakikada Michael Gregoritsch’i ikinci santrfor olarak sahaya atmasından sonraki oyunu iyi analiz etmiş. Koeman benzer hamleyi hemen ikinci yarı başında yaparak Wout Weghorst’u sahaya attı ve klasik 433 formasyonundan 2314’e geçti: En geride Van Dijk ve Stefan de Vrij ikilisi, önlerinde Jerdy Schouten, Reijnders ve Aké üçlüsü. Serbest oynayan Memphis Depay bütün hücumlarda bağlantıyı üstlenen oyuncu konumunda. En önde ise Denzel Dumfries, Simons, Weghorst ve Gakpo dörtlüsü (aşağıdaki fotoğraf).
İkinci yarıda Hollanda’nın 2314 formasyonuna bakıyoruz. (Kaynak).
Sağ kanatta Dumfries ve Simons ikilisi yer değiştirerek oynadılar. Solda ise Gakpo tek başına. Hollanda’nın amacı çizgilere basarak Türkiye’nin beşli defans kurgusunu esnetmek ve genişletmekti. Hollanda bunda başarılı oldu ve üst üste bulduğu iki golle maçı 2-1’e getirmeyi başardı.
Türkiye’nin reaksiyonu
Montella maç 2-1 olduktan sonra oyuna müdahale ederek üçlü savunma sistemini bozdu ve santrforlu oyuna döndü. Türkiye bu değişiklikler sonrasında maçı beraberliğe, hatta galibiyete getirecek fırsatlar yakalamasına rağmen bunlardan yararlanamadı. Böylece turnuvaya çeyrek finalde veda etmiş oldu.
Sonuç
Türkiye’nin skor 2-1 olana dek eline geçirdiği fırsatları teker teker ele almamın temel bir nedeni var: Genç bir kadroya sahip olan Türkiye’nin oyun ve set hafızasının neredeyse hiç olmadığını göstermek. Nitekim Türkiye’nin son iki maçta sadece duran top setlerinden gol bulmasına karşın akan hücumda gol atamaması da bu soruna işaret ediyor. Keza futbolcuların kritik anlarda yeterince hızlı düşünmemeleri ve davranmamaları, oyunu bireysel içgüdüyle oynamaları da.
Açık konuşacağım. Ben, Montella’nın elinde oldukça genç ve atletizm/yetenek denkleminin iyi kurulduğu bir kadro olduğu kanaatindeyim. Daha da öte, kadroya alınmayanlarla birlikte Türkiye’nin oldukça genç ve yetenekli bir futbolcu kuşağına sahip olduğu düşüncesindeyim. Şu an eldeki bu takım, oyun tam oturmadığı için bireysel çözümlerle ve duygusal motivasyonlarla ilerlemek zorunda kalıyor. Ancak sürekli yan yana oynayarak bu takımın bir oyun şablonu ve hafızası yaratacağı da çok açık. Hatta daha da ileri giderek Türkiye bu kuşak üzerinden enerji ve yaratıcılığa dayalı yeni bir futbol ekolü bile geliştirebilir.
Kanımca bunun dört koşulu var. İlk koşul ligimizde şampiyonluk ve Avrupa kupalarına katılmak için oynayan tüm takımların enerji ve yaratıcılıktan beslenen bir futbol oynamaya başlaması.
İkinci koşul enerjik ve yaratıcı futbola hakemlerin de fazla düdük çalmayarak katkı vermesi. Böylece topun oyunda kaldığı süre ve tempo EPL (English Premier League) seviyelerine yaklaşacaktır. Bu da hiç kuşkusuz Türkiye’de oynayan futbolcuların fizik kalitesini oldukça yukarı çekecektir. (Oysa bu turnuvada şunu gördük ki, enerji ve yaratıcılık olarak Türkiye turnuvanın en potansiyelli takımlarından birisi olmasına rağmen fizik kalite eksikliği nedeniyle maçların ikinci yarılarında oldukça zorlandı.)
Üçüncü koşul Türkiye’de futbol takımlarının taktik açıdan kuvvetli teknik direktörler tarafından çalıştırılması. (Taktik açıdan kuvvetli olmayı, kabaca bir futbolcunun hangi hareketi niçin yaptığı bilmesi olarak tarif edebilirim. Burada maçı hislerle değil, okuyarak oynamaktan söz ediyorum aslında.)
Dördüncü ve sonuncu koşul ise futbolun kültürel iklimini zehirleyen popülist, kimlikçi ve sağlıklı analizi, yani içgörüyü azaltan futbola uyarlanmış komplo kuramlarının terk edilmesi.
Ben ilk üç madde konusunda oldukça iyimserim. Bunların gerçekleşmesi durumunda dünkü çeyrek finalin bir son değil, bir başlangıç olduğunu hep birlikte kısa vadede görebiliriz.
Beni umutsuzluğa düşüren tek şey ülkedeki kültürel kuraklık. Merih Demiral vakasında tırnak içinde tarihçilerinden kurumlarına, politikacılarından futbol kamuoyuna dek ülkece çok kötü bir sınav vermiş olmamız kanımca bu kültürel kuraklığın sonucu.