Melih Şabanoğlu

27 Haziran 2024

Krizden son 16'ya

Çekya'yı 2-1 yenen Türkiye tarihinde üçüncü kez gruplardan çıkmayı başarmış oldu. Son 16 turu iki farklı takımın mücadelesine sahne olacak. Bir yanda duygularıyla oynayan Türkiye. Karşısında ise taktik deha Rangnick'in formda sistem takımı Avusturya

Önce bir durum saptaması yapmamız gerekiyor. Türkiye 17'ncisi düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası'nda finallere sadece altı kez katılabildi (1996, 2000, 2008, 2016, 2020 ve 2024). Bunlarda da sadece üç kez gruplardan çıkabildi; 2000, 2008 ve 2024. Dolayısıyla retrospektif açıdan baktığımızda son 16'ya kalarak elde edilen başarıyı küçümsemek doğru olmaz. Ayrıca burada Türkiye'nin kendi grubunda ilk kez liderliği elde ederek final gruplarına katılmış olduğunu da hatırlamak yerinde olacaktır. Bu açıdan Türkiye'nin teknik direktörü Vincenzo Montella'nın ülke tarihine geçmiş olduğunu da söyleyebiliriz. Yalın gerçek bu.

Bir başka yalın gerçek var; o da çoğu muhabir ve gazetecinin "trol"e dönüştüğü futbol ikliminde 3-0 kaybedilen Portekiz maçının ardından Montella'nın algı dünyasında linçe uğramış olduğu. Gördük ve yaşadık; Montella ve takımdaki bazı oyuncular, politik iklime hâkim olan kimlik siyaseti ve popülizmin futboldaki karşılığı olan kulüpçülük zihniyeti üzerinden kendilerini bir anda Portekiz maçının ardından bir linç kampanyasının içinde buldular. Türkiye Çekya'yı 2-1 yenip son 16'ya kendini atarken bir yandan da bu krizden sıyrıldı.

Açıkça ben Gürcistan maçı sonrasında yaşanan aşırı sevincin, Portekiz karşılaşması sonrasında yaşanan linç ve itibarsızlaştırma kampanyasıyla dengelendiğini, Çekya karşısında Türkiye'nin kendi normaline dönebileceğini öngörmüştüm. Yanılmışım.

Zira Portekiz maçı sonrasında başlayan kriz ve kaosun Çekya karşısında da devam ettiğini gördük. Bunda kanımca Türkiye'nin henüz bir takım kimliğine sahip olmaması, çoğu oyuncunun sahaya neredeyse kendi istatistik kâğıdını doldurmak için çıkması başrol oynadı. Bu da aslında çok normal, çünkü Türkiye çok genç bir takım.

Sahaya futbol açısından baktığımda ise dört şey gördüm.

Santrforsuz düzen

İlki Montella'nın santrforsuz bir takımı sahaya sürmesi. Türkiye formasyon anlamında 4-6-0 diyebileceğimiz santrforsuz 4-2-2-2 tertibiyle sahaya yayıldı. Geride dörtlü (Mert Müldür, Samet Akaydın, Merih Demiral, Ferdi Kadıoğlu) defans. Önlerinde savunma yönleri güçlü iki (İsmail Yüksek ve Salih Özcan) merkez oyuncusu. Kanatlarda Barış Alper Yılmaz ve Kenan Yıldız ikilisi. Merkezde ise Arda Güler ve Hakan Çalhanoğlu (aşağıdaki fotoğraf).

Türkiye'nin santrforsuz saha yayılışına bakıyoruz. Barış Alper Yılmaz ve Kenan Yıldız çizgiye basıyor. Arda Güler ve Hakan Çalhanoğlu en önde ve merkezdeler. En geride iki stoper, önlerinde iki merkez orta saha futbolcusu, kenarlarda ise iki bek var. (Kaynak).

(Burada bir parantez açarak Montella'nın Adana Demirspor'u en önde Emre Akbaba ve Younès Belhanda'nın yer aldığı santrforsuz bir düzende oynattığını hatırlamalıyız. O Adana Demirspor'da kanatlarda oynayan Yunus Akgün ile Yusuf Sarı takımı sürükleyen lokomotif oyunculardı. Dolayısıyla Montella bu sistemini Çalhanoğlu ve Güler'i en öne sürerek devam ettirmiş oldu.)

Sahada futbol açısından dikkat çeken ikinci nokta ise Arda Güler'in tüm savunma görevlerinden uzak tutularak serbest bir oyuncu olarak oynamasıydı. Çalhanoğlu bir tür gezici 10 numara olarak oynarken top Çekya'ya geçtiği an merkezdeki iki oyuncu olan Yüksek ve Özcan'la birlikte savunmaya başlıyorlardı. Güler ise savunma aksiyonlarından uzak tutuldu.

Üçüncü gördüğüm şey, Türkiye'nin ilk yarıdaki zayıf set oyunu oldu. Bunun kanımca temel nedeni hücumun ve skorun neredeyse bireysel performanslara emanet edilmiş olmasıydı. Ya da futbolcular Montella'nın santrforsuz düzenini böyle algıladılar. Diyebilirim ki birkaç cılız hücum dışında ilk yarıda antrenmanlarda defalarca tekrar edilmiş set hücumları göremedik. Oyun anlık ve rastlantısal olarak aktı. Üzerinde çalışılmış kanat organizasyonları olmadığı için ilk yarı boyunca Türkiye Çekya'yı ısrarla merkezden delmeye çalıştı. Bunda da sık sık uzaktan şutlardan medet umuldu.

Son gördüğüm nokta ise Türkiye'nin Çeklerin taç setlerine karşı ciddi bir çalışma yapmamış olmasıydı.

Şimdi bu dediklerimi biraz detaylandıracağım.

Bireysel oyun

Türkiye Gürcistan karşılaşmasını 3-1 kazanırken sol kanatta Ferdi Kadıoğlu-Orkun Kökçü-Kenan Yıldız üzerinden üçgen hücumlar gerçekleştirmiş, ilk gol de bu hücum seti üzerinden gelmişti.

Orkun Kökçü ve Kaan Ayhan'ı yedek kulübesine gönderen Montella'nın Çekya karşısındaki kanat organizasyonlarında Hakan Çalhanoğlu ve Arda Güler'e görev verebileceğini düşünmüştüm. Başka bir şekilde söyleyecek olursam Çalhanoğlu ve Güler'in sadece hücumları sonuçlandırmak ödeviyle değil, atakların olgunlaştırılması esnasında içe ya da kanata devrilen forvet oyuncuları gibi görev yapabileceklerini öngörmüştüm. Muhtemelen Montella da benzer bir görev verdi bu iki oyuncuya. Ancak bu strateji, maçın ilk yarısında Arda Güler ve Kenan Yıldız'ın bireysel temelli oyunları nedeniyle boşa düştü.

Buna ilişkin dört örnek vermek istiyorum.

İlk örnek, dakika 12,32. Gerideki hazırlık paslarının ardından Samet Akaydın ikinci bölgedeki İsmail Yüksek'e oynuyor. O da blok kıran harika bir pas atıyor Arda Güler'e. Böylece 4'e 4 Türkiye hücumu başlıyor. En sağda Barış Alper Yılmaz var, merkezde Hakan Çalhanoğlu, solda ise biraz geride olan Ferdi Kadıoğlu.

Top Arda Güler'e gelince Çalhanoğlu biraz sağa kırarak merkezdeki Çekya stoperini üzerine çekmeye, böylece Kadıoğlu'na solda bir koridor yaratmaya çalışıyor. Hücum sırasında topla buluşması en uygun futbolcu Barış Alper Yılmaz. Birden ivmelenen Yılmaz Çekya'nın iki stoperinin arasındaki bölgeye hareketleniyor ve Güler'in aradan o koridora oynamasını istiyor (aşağıdaki fotoğraf).

Türkiye'nin ilk tehlikeli hücumuna bakıyoruz. Top Arda'da. Barış dış kulvardan Çekya'nın sol kanat bekiyle, sol stoperinin arasındaki koridora doğru hareketleniyor ve Arda'dan pas istiyor. (Kaynak).

Ancak Arda Güler görmüyor bu koşuyu, böylece koşusunu sürdüren Barış Alper Yılmaz ofsayt çizgisinin ilerisinde kalıyor. Bu nedenle de yavaşlıyor, onunla birlikte Çalhanoğlu da. Tam o sırada Ferdi Kadıoğlu Çekya'nın sağ stoperiyle kanat beki arasındaki koridora doğru hızlanıyor ve Arda Güler'den bu kez o pas istiyor (aşağıdaki fotoğraf).

İki saniye sonrası. Barış için kapanan fırsat penceresi bu kez Ferdi için açılıyor. Sağ kanat bekiyle sağ stoper arasındaki koridora doğru hızlanan Ferdi Arda'dan pas istiyor. Ancak koşusu ödüllendirilmiyor. (Kaynak).

Ancak Arda Güler basketboldaki gibi bire bir oynamaya karar vermiş durumda, kendi şutuna odaklanıyor, sonra da vuruyor. Top yandan dışarı çıkıyor.

Arda ve Barış

İkinci örnek, dakika 16,45. Mert Müldür ikinci bölge başında çizgi üzerindeki Barış Alper Yılmaz'a veriyor topu ve geri alıyor. Verkaç başarılı. Sonra yeniden Yılmaz'a veriyor. Yılmaz bu kez çizgi üzerindeki Arda Güler'le verkaça giriyor. Topu aldıktan sonra gidemeyince geriye dönüyor ve iki oyuncu arasından yeniden Arda Güler'e veriyor ve ileriye doğru hareketleniyor (aşağıdaki fotoğraf).

Arda ve Barış uyumsuzluğuna bakıyoruz. İki rakibi arasından Arda'ya pas atan Barış ileri doğru hareketleniyor. Ancak Arda ileriye değil, geriye oynamaya karar veriyor ve Barış'ın bu bindirmesini ödüllendiremiyor. (Kaynak).

Ancak Güler'in bu pozisyonda vücudu hücumdan çok geriye dönmeye ayarlı. Bu nedenle Barış Alper Yılmaz'ı kaçırmak yerine geriye doğru oynuyor.

Yıldız-Çalhanoğlu uyumsuzluğu

Benzer şeyi bu kez sol kanatta görüyoruz. Dakika 30,59. Çekya'nın hazırlık pasları sırasında Kenan Yıldız çizgi üzerinde Tomàs Holes'i basarak topu kazanıyor ve hemen Çalhanoğlu'na oynuyor. Çalhanoğlu da topu Yıldız'a bırakıp ileriye doğru hareketleniyor (aşağıdaki fotoğraf).

Kenan ve Hakan uyumsuzluğuna bakıyoruz. Topu Kenan'a bırakan Hakan hemen ileriye doğru hareketleniyor. Ancak Kenan Hakan'ın bu boş alan koşusunu ödüllendirmek yerine iki rakibiyle mücadele girişiyor. (Kaynak).

Bire bir oynama sırası bu kez Yıldız'da. Çalhanoğlu'na pas vermeyip iki rakip oyuncuyu karşısına alıyor. Gidemeyince de gerideki Kadıoğlu'na pas veriyor.

Arda ve Barış, yeniden

Dördüncü örnek, dakika 45 + 0,16. Çekya'nın kullandığı korner atışı sonrasında oluşan karambolde topu kontrol eden Çalhanoğlu sağ çizgideki Arda Güler'i görüyor. Güler topu kontrol edip hemen yüzünü rakip kaleye çeviriyor. Tam o sırada Barış Alper Yılmaz öne boş koşu gösteriyor (aşağıdaki fotoğraf).

Yeniden Arda ve Barış uyumsuzluğuna bakıyoruz. Çalhanoğlu'nun pasını kontrol eden Arda Türkiye'yi hızlı hücuma çıkarıyor. Barış öne doğru koşuyor. Ancak Arda bu pozisyonda Barış'ı kaçırmak yerine topu sürmeyi tercih edecek ve birkaç saniye içinde Çek futbolcuya yakalanarak pozisyonunu kaybedecek. (Kaynak).

Barış Alper Yılmaz'ın bu koşusunu Arda Güler görüyor, ancak topla ilerlemeyi tercih ediyor. Ancak Lukàs Provod, Arda Güler'in gitmesine izin vermiyor.

Buradan Çekya'nın çalışılmış taç atışlarına geçiyorum.

Çekya'nın taç setleri

Çekya'nın taç atışlarındaki setleri turnuvanın en dikkat çeken unsurları arasındaydı. Dünkü karşılaşmada Türkiye bu taç atışlarını, özellikle Tomàs Soucek'e karşı özel önlem almadığı için savunmakta çok büyük zorluk çekti.

Buraya iki örnek alıyorum.

İlk örnek, dakika 16,16. Vladimir Coufal'ın kullandığı uzun taç atışına yükselen Soucek topu arkaya aşırıyor. Uygun durumda topa vuran Robin Hranàc'ın kafa şutu yukarıdan dışarı çıkıyor. (Maçı anlatan Özkan Öztürk bu pozisyonu TRT 1 ekranından, "çalışılmış bir taç organizasyonu" sözleriyle aktardı izleyenlere.)

İkinci örnek, dakika 65,17. Yine Coufal uzun bir taç atışını ve yine Soucek'e doğru kullanıyor. Soucek kafayla kaleye yönlendiriyor bu atışı. Yumuşak gelen bu topu kaleci Mert Günok kontrol edemiyor ve yere düşürüyor. Tomàs Chory dönüp kaleye vuruyor, bu şutu Samet Akaydın çizgiden çıkarıyor. Ancak ribauntu kazanan Soucek Çekya adına skoru 1-1'e getiren golü atıyor.

İkinci yarı strateji değişti

İlk yarıda kanat kombinasyonları yerine bireysel oyunu tercih eden Türkiye'de ikinci yarıda farklı bir strateji sahadaydı. Bu stratejinin adı Barış Alper Yılmaz'dı. İkinci yarının başlama vuruşuyla birlikte Türkiye'nin Barış Alper Yılmaz'ı savunmanın arkasına kaçırmaya dayalı bir oyun anlayışını benimsemiş olduğunu gördük.

Barış Alper Yılmaz ilk kez defans arkasına kaçırıldığında maç saati dakika 45,28'i gösteriyordu. Akaydın'ın uzun topunu göğsüyle önüne indirerek ceza sahasına giren Barış Alper Yılmaz'ın önündeki topa David Juràsek müdahale etti.

22 saniye sonra, dakika 45,50'de bu kez Merih Demiral Barış Alper Yılmaz'a yüksek bir top gönderdi. Yılmaz'ın kafayla kaleye gönderdiği bu topu Çekya kalecisi Jindrich Stanek çıkarmayı başardı. Barış Alper Yılmaz'ın bu kafa şutu, Türkiye'nin kaleyi bulan ilk şutu olarak geçti kayıtlara.

Dakika 46,10'da Barış Alper Yılmaz'ı kaçıran bu kez Çalhanoğlu oldu. Topu önünde bulan Yılmaz'ın ceza sahasına yaptığı sert ortayı Çekya savunması kornere attı. Burada bir detay vermek istiyorum, Ladislav Krejci'nin dışarı gönderdiği top sonrasında Hakan Çalhanoğlu korner atışı için köşe noktasına geldiğinde kadrajda Barış Alper Yılmaz'ı gördük ansızın. Yılmaz Çalhanoğlu'ndan topun kendisine oynanmasını talep etti. (aşağıdaki fotoğraf).

Korner atışı için Hakan Çalhanoğlu topun başında. Barış yaklaşarak Hakan'dan topu kendisine oynamasını istiyor. Amacı topu aldıktan sonra ceza sahasına girerek merkeze doğru oynamak. (Kaynak).

Demek oluyor ki Barış Alper Yılmaz ikinci yarının ilk 70 saniyesinde tam üç kez savunma arkasına kaçırıldı. Bir kere olan tesadüftür, ancak bir şey 70 saniyede üç kez tekrarlanıyorsa, burada bir plan vardır.

Plana sadakat

Dolayısıyla devre arasında Montella'nın takıma "arkadaşlar bu yarıda ağırlıklı olarak Barış Alper Yılmaz'a oynuyoruz" yollu bir uyarıda bulunmuş olduğunu anlıyoruz. Nitekim korner atışında Yılmaz'ın Çalhanoğlu'ndan topun kendisine oynamasını istemesi de, "Hakan ağabey plana sadık kalalım" anlamına geliyordu muhtemelen.

Montella ikinci yarıda Salih Özcan'ın yerine Kaan Ayhan'ı sahaya attı. Kanımca bu değişiklik sadece Salih Özcan'ı muhtemel bir kırmızı karttan korumayı amaçlamıyordu. Aynı zamanda Barış Alper Yılmaz'ı Kaan Ayhan'ın bağlantı oyunu sayesinde aktif hale getirmek yolundaki planın da bir parçasıydı. İkinci yarıda Kaan Ayhan Türkiye hücumlarında bağlantı oyuncusu olarak önemli bir görev yaptı.

Plan çalışıyor

Montella'nın bu planı beş dakika içinde sonuç üretti.

Dakika 50,14. Mert Günok topu eliyle oyuna sokuyor ve üçüncü pasta Mert Müldür sağ koridorda topla buluşturuluyor. İkinci bölge başında topla buluşan Müldür hızla rakip yarı sahaya geçtikten sonra topu çizgi üzerindeki Yılmaz'a bırakıyor.

Müldür'ün perdesinden yararlanan Yılmaz Juràsek ve Provod'un arasından kolayca sıyrılıp ceza sahasına yaklaşıyor ve topu geriye, üçlü savunma oynayan takımların en zayıf noktası durumundaki penaltı noktasına doğru çıkarıyor (aşağıdaki fotoğraf).

Türkiye'nin ilk golünün 10 saniye öncesine bakıyoruz. Sağdan iki Çek futbolcusunun arasından geçerek ceza sahasına yönelen Barış topu geriye ve merkeze oynuyor. Topun olduğu noktaya Kenan hareketleniyor. (Kaynak).

Penaltı noktasına doğru hareketlenen Kenan Yıldız şutunu çıkarıyor. Ancak bu şut bloke ediliyor. Ribauntu kazanan Yıldız topu bir kez daha şutluyor, bunu da kaleci Stanek kurtarıyor. Dönen topu bu kez İsmail Yüksek şutluyor, bu şut da bloke ediliyor. Ribauntu kazanan Yüksek bu kez soldaki Hakan Çalhanoğlu'na veriyor pasını. Çalhanoğlu bu topu sağ uyuğaylı uzak direğin dibindeki filelere gönderiyor (aşağıdaki fotoğraf).

10 saniye sonrası. Üç kez Çekya kalesine şutlanan top en son olarak İsmail Yüksek tarafından soldaki Hakan Çalhanoğlu'nun önüne bırakılıyor. Çalhanoğlu da sağıyla o bildik kuvvetli şutlarından birini çıkarıyor. (Kaynak).

Barış fırtınası sürüyor

Dakika 64, 07. Bu kez Barış Alper Yılmaz'a Mert Günok uzun oynuyor. Yılmaz topu kontrol edip yüzünü rakip kaleye dönüyor ve birden hızlanıyor. Juràsek takip ediyor onu. Yılmaz hızını bir vites daha yükselterek Juràsek'i arkasında bırakıyor ve sağdan rakip ceza sahasına giriyor. Sonra da yerden ön direğe doğru hareketlenen Arda Güler'e pas çıkarıyor. Ancak Güler bu fırsatı değerlendiremiyor.

Eğer bu hücumda Türkiye 2-0 öne geçebilseydi maçı koparmış olacaktı. Dönen hücumda Çekya beraberliğe ulaşarak umudunu Cenk Tosun'un golüne dek sürdürmeyi başardı.

Sonuç

Bu maç bize bazı şeyler söylüyor.

  1. Arda Güler önemli bir potansiyele sahip. Çok genç ve önünde gidecek çok yol var. Yolu açık olsun. Bir de önemli bir misyonu var; Real Madrid'in düzenli ve vazgeçilmez oyuncusu durumuna gelmek. Bunun yolu ise kanımca hızlı düşünüp hızlı uygulayan bir takım oyuncusu olmaktan geçiyor. Dünkü maç, Arda Güler'in takım oyuncusu olmak yolunda kat etmesi gereken mesafenin olduğu gerçeğini ortaya koydu. Benzer şey Kenan Yıldız için de geçerli.
  2. Dolayısıyla bu futbolcuları çok sevelim, ama kritik de edelim. Onlara asıl iyi gelecek şey bu.
  3. Barış Alper Yılmaz'ın durumu ise biraz farklı. Futbol kariyerine neredeyse en dipten başlamış bir futbolcu Yılmaz. Düzenli çalışarak çok iyi bir gelişim gösterdi. Bu çok heyecan verici. Bundan daha heyecan verici olan ise gelişimini sürdüreceğinin sinyalini vermiş olması.
  4. Çekya galibiyetinde adından söz edilmesi gereken iki grup futbolcu daha var. İlk grubu oyunu hislerinin yanı sıra akıllarıyla da oynayan futbolcular Hakan Çalhanoğlu, Orkun Kökçü ve Kaan Ayhan oluşturuyor. (Bu grubun oyun içindeki rollerinin yeterince doğru değerlendirilmediği çok açık.) İkinci grup ise enerjileriyle Türkiye'yi yukarı çekenler: Mert Müldür, Ferdi Kadıoğlu, İsmail Yüksek ve Kerem Aktürkoğlu.
  5. Her ne kadar santrforsuz bir oyun kurgulamış olsa da Montella'nın maçın son bölümünde santrfor oyununu Türkiye'de en iyi bilen futbolculardan birisi olan Cenk Tosun'u sahaya atması çok değerliydi.
  6. Son olarak; son 16 turunda Türkiye'nin rakibi Avusturya. Türkiye daha çok duygusuyla oynayan coşkulu bir takım. Karşısındaki Avusturya'yı ise Almanya'nın yeni kuşak devrimci teknik direktörlerinin kutbu konumundaki Ralf Rangnick çalıştırıyor. Türkiye-Avusturya kapışması sadece bu açıdan bile birçok depreme gebe.

Melih Şabanoğlu kimdir?

Melih Şabanoğlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu.

Okur, yazar, merak eder. Çocukluktan itibaren her yaş döneminde ve değişik sektörlerde çalışırken spor ve futbol, amatör tutkusu oldu hep.

Futbolun matematiğini anlamaya çalıştı. Sabahtan akşama dek muhtelif maçlar izleyerek geçireceği günlerin hayalini kurdu.

Ana ilgi ve uğraş alanı ise Osmanlı modernleşmesi ve geç Osmanlı döneminde spor tarihi.

Bu konuda Kuruluş: Mekteb-i Sultani'den Galatasaray Spor Kulübü'ne Türkiye'de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) başlıklı bir kitabı var.

Önümüzdeki dönemlerde bu çalışmanın diğer ciltlerini çıkarmayı umuyor.