Bu yazı, bir “içkiye övgü” yazısı değildir. Bunu bilesiniz. Aşırı içkinin sağlığa zararlı olduğunu, artık cümle alem biliyor! Bu yazı, cin denen içkinin geçmişini merak edenler için kaleme alınmıştır. Bu önemli nottan sonra konumuza geçelim!
Bence her çiçeğin olduğu gibi her içkinin de bir mevsimi vardır.
Örneğin, konyak soğuk kış günlerine yakışır. Rakı her mevsimin içkisidir ama yaz akşamlarında tadı daha bir başka olur. Kırmızı şarabın tadı serin günlerde çıkar. Güneşli günlerdeyse, kararında soğutulmuş beyazlar ve pembe şaraplar kadehleri buğulandırır.
Bira da sıcak günlerin sevgilisidir. Kokteyller, yaz günlerinin renkli kızlarına benzer. Sıcak bir günün akşamında, soğuk bir margarita, martini, negroni günün yorgunluğunu alır.
Bol buzlu cin tonik ise benim için mevsimsiz bir içkidir. Her havaya uyar.
Majestelerinin favorisi
Cin, ‘asil içki’ diye tanımlanır. Bunun nedeni, İngiltere sarayının vazgeçilmez içkisi olmasından kaynaklanır!
Saray yaşamını yazanlar, Kraliçe Elizabeth’in, her gün saat 12.00’de cin ve Dubonnet şarabı karışımından oluşan bir aperatif içtiğini öne sürerler. Uzun yaşamasının sırrını da buna bağlarlar genellikle.
Kraliçe’nin bu alışkanlığı annesinden devraldığı söylenir.
Ana kraliçenin, neredeyse ölümüne kadar yüzde 30 oranında Dubonnet ve yüzde 70 oranında da cinden oluşan aperatif içtiğini belirten biyografi yazarları, Elizabeth’in karışımının oranını ise nedense açıklamamışlardır.
Kraliçe Elizabeth
Ünlü İngiliz siyaset adamı Winston Churcrhill de cin hayranlarından biridir. Vakanüvisler, ünlü politikacının, sabah kalkar kalkmaz, güne sek bir cin martini ile başladığını belirtirler. Günün devamında ise Churchill’in elinden kadeh düşmez: Viski, Sherry, kırmızı şarap!
Bizde pavyon içkisi
Benim cinle tanışmam, gençlik yıllarıma dayanır. Ama o yıllarda tanıştığım içki cin tonik değil, ‘cin fizz’dir.
Cin, limon suyu, pudra şekeri ve sodayla yapılan bu kokteyl, içimi kolay olduğu için o yıllardaki ev partilerinin en favori içkisiydi. İçine konan pudra şekeri yüzünden insanı çabuk sarhoş eder, yerlerde süründürürdü.
1900-1940 arasında Amerika’nın en sevilen içkisi olan cin fizz’in doğum yeri, cazın başkenti New Orleans’tır. Bu kentte kokteylin içine, yumurta akı da ilave edilirdi. Buyrun size ‘silver fizz.’
Yok, yumurtanın akını değil, sarısını koyarsanız adı ‘golden fizz’, yumurtanın tümünü eklerseniz ‘royal fizz’ olurdu.
Bizde cin fizz, nedense pavyonla özdeşleştirilir.
Konsomatris, müşteriyle masaya oturunca iki cin fizz ister. Müşteriye, adi bir alkolle yapılmış, sodası, limonu, şekeri bol bir içki gelir. Kadının önüne gelenin içindeyse alkol yerine su vardır.
Müşteri o ortamda ne içtiğini anlamaz. Kadehler dolup boşalır. Sonunda müşteriyi ‘cin çarpar’, cebinde ne kadar parası varsa pavyona bırakıp evinin yolunu tutar.
Tekrar asıl konumuz cine dönecek olursak ilginç bilgilerle karşılaşırız.
Cin adını, ardıç meyvesi anlamına gelen ‘genievre’ sözcüğünden alır. Her sözcüğü kısaltmayı seven İngilizler, bunu da kısaltıp içkiye cin adını takmışlardır.
Aslında en başa dönersek, cin dünyaya gözünü, bir içki olarak değil de ilaç olarak açmıştır. Hollanda’nın Leiden kenti üniversitesinde tıp profesörü olan Franciscus Sylvius, ardıç meyvelerini alkolle damıtarak idrar söktürücü bir ilaç icat etmiştir.
İşte bu ilaç, cinin atası olup çıkmıştır. Cin içenlerin hâlâ tuvaleti çok ziyaret etmesi bundandır sanırım. Cin 17. yüzyılda, safrakesesi taşını düşürmekten, gut hastalığının tedavisine kadar birçok hastalığın tedavisinde de kullanılan sihirli bir ilaç haline gelmiştir.
Tonikle Hindistan’da vuslat
Söylediğim gibi, cin Hollanda kökenli bir içkidir ama İngilizlerin milli içkisi olarak bilinir. Buna da İngiltere’yi işgal edip, kendini İngiltere kralı ilan eden William of Orange sebep olmuştur.
Kral, işgalden sonra diğer içkilere ağır vergiler koyarken, Hollanda’da üretilen cini bu vergilerin dışında tutmuştur.
Fiyatı daha ucuz olduğu için İngiltere ‘cinkolik’ bir ülkeye dönüşür. Evlerin çoğunda cin damıtılmaya başlanmış, sokaklarda neredeyse ayık insan kalmamıştır.
‘Cin evi’ adı verilen barlar, günün her saati dolup taşmış, işler aksamaya. Bunun üzerine cin de yasak listesine alınmış, onun yerine birayı moda etme çalışmaları başlamış.
Cinin büyük aşkı tonikle tanışması Hindistan’da gerçekleşmiştir. O dönemde İngiltere’nin sömürgesi olan Hindistan’da, sıtma hastalığı İngiliz askerlerini kırıp geçirmeye başlayınca, doktorlar çareyi tonikli kininde aramışlardır. Ama kininin tadı malum. Zehir gibi acı kinini askerler içmeyince imdada cin yetişmiş, cinle birleşen kininli toniğin tadı da herkesin hoşuna gitmiş. O günden sonra da bu ikili hiç ayrılmamış, böylelikle dünyanın en lezzetli birlikteliği ortaya çıkmıştır.
Amerika’daki cin çılgınlığıysa, içki yasağı yıllarına rastlar. O yıllarda, evlerin banyoları birer cin imalathanesine dönüşmüştür adeta. Ardıç meyvesini, banyo küvetlerinin içinde ham alkolde bekleten amatör üreticiler, bunu süzüp şişeleyerek el altından piyasaya sürerler.
‘Küvet cini’ olarak bilinen bu içkinin çok kötü bir tadı olduğu için, meyve suları devreye girer ve birçok ünlü kokteylin doğumu bu sayede gerçekleşir.
Cin aromalı gerçekler
Gelelim bu kadar laf ettiğimiz cinin nasıl yapıldığına: Mayalandırılmış arpa maltından elde edilen alkolün, ardıç meyvesiyle birlikte damıtılmasından elde edilen cin, farklı bitkilerle aromalandırılır. Bu bitkilerin başında meyankökü, limon ve portakal kabuğu, süsen otu kökü, tarçın, kimyon, kişniş, kakule, anason, rezene geliyor.
Firmalar arasındaki lezzet farkı da bu aromaların kullanımından, miktarlarından kaynaklanır.
Her markanın formülü gizlidir. Mavi şişenin içinde sunulan o meşhur cin (mevzuat hazretleri ismini vermeme müsaade etmiyor), 1761’den beri aynı formülle üretilir. İngiliz general ‘Gordon Paşa’ ile ismi benzeyen cinin formülüyse, tam 250 yıl öncesine aittir ve bu gizli formülü sadece 11 kişi bilir.
Cin, sık sık votkayla kıyaslanır ama bu büyük bir hatadır. Çünkü votka renksiz bir hiçliktir. Cin ise aromalarıyla insanın aklını başından alan bir gerçektir...
Son söz olarak: Cin kolay içimli bir içki olduğu için çok dikkatli olmak gerek. Yoksa insanı ‘cin çarpmışa’ döndürür.
Ayrıca her türlü alkollü içkinin vücudu hırpaladığı da bir gerçektir.
Aklınızda bulunsun.
Mehmet Yaşin kimdir?Mehmet Yaşin 1950 yılında Ankara'da doğdu. Üniversitede sosyoloji öğrenimi gördükten sonra 1970'li yılların başında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde muhabir, editör, yazı işleri müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Gezi ve keşif dergisi Atlas'ı çıkardı. Daha sonra Hürriyet Dergi Grubu Genel Müdürlüğü görevini üstlendi. Televizyon kanalları için belgeseller hazırladı. Daha sonra kurucusu olduğu Doğan Kitap'ı beş yıl boyunca Genel Müdür olarak yönetti. Hürriyet gazetesinde gezi yazıları, çok sayıda dergide yeme-içme üzerine yazılar kaleme aldı, CNNTürk'te hazırlayıp sunduğu 'Lezzet Durakları' programı büyük beğeni topladı. Yemek ve mutfak üzerine yazılar yazmayı, Atlas dergisi için çıktığı gezilerde gittiği yerlerin yemeklerini de keşfetmeye başlamasına bağlayan Yaşin, "Keşfetmek duygusundan hareketle mutfakları araştırmaya başladım. Yemeğin o yörenin, ülkenin kültürünü anlamak için en iyi araç olduğunu fark ettiğimden beri, mutfaklardan çıkmaz oldum. Yemek için kullanılan malzemeler, pişirme teknikleri, yemeklerin öyküleri derken mutfak vazgeçemediğim ilgi alanı oldu" diyor ve ekliyor: "Gittiğim ülkeleri anlatırken, yemeğe değinmeyince yazımın yarım kaldığını gördüm. Bir de belki benim önerimle o coğrafyalara gidecek insanlara yardımcı olabilirim duygusu beni yemek yazmaya itti. Ben yemeğin nasıl yapılacağından çok nasıl yapıldığı ile ilgilendim. Yemeğin öyküsü daha çok ilgimi çekti. Yemeğin tarihi merakımı uyandırdı. Okudum, sordum, soruşturdum, biriktirdim. Tüm bu bilgileri kendime saklamanın haksızlık olacağını düşündüm. Benim gibi yemeğin peşinde koşturanlarla paylaşma duygusu ağır basınca yemek yazılarına başladım." Yayımlanmış kitapları 'Lezzet Durakları', 'Yemek Sırları', 'İstanbul Lezzetleri', 'Uzakname', 'Yakınname' (Doğan Kitap) ve 'Yumurta Nasıl Kırılır?' (Remzi Kitabevi) adlı kitapları yayımlandı. |