2000’lerin başları… İstanbul’un en lüks sitelerinden Kemer Country henüz oluşuyor, hafriyat kamyonlarıyla dolu çamurlu yolları aşıp ulaştığınızda adeta zengin bir Amerikan banliyösüyle karşılaşıyorsunuz. Bahçeli villaların bittiği yerlerde tek-tük fabrikamsı işyerleri de beliriyor. Ve bir cumartesi öğleye doğru, bunlardan birinin önüne bir otobüs yanaşıyor.
Gezinin organizatörü olduğum için ben de otobüsteyim. Taksim’den, o zamanlar yıkılmamış olan AKM’nin önünden hareket etmiş, yılankavî virajları zor bela aşmış, çoğumuz ilk kez geldiğimiz bölgeden şaşkına dönmüş durumdayız. Dev depo binasına kırmızı halılara basarak giriyor, gördüklerimiz karşısında adeta küçük dilimizi yutuyoruz. İki yanımız, forkliftlerin vızır vızır çalıştığı yirmişer metre yüksekliğinde dev raflarla dolu. Üzerlerinde de dünyanın dört yanından gelme binlerce koli şarap… İçeriye dek uzanan kırmızı halının iki yanında birer düzine masa var. Masaların üstü öbek öbek şaraplarla dolu, her birinde düzgün giysili bir eleman tattırdığı şarabı anlatıyor. Şili masasını geçip Arjantin’e uğruyor, damak tadınız Fransız’dan yana ise Bordo ve Rhône masaları arasında mekik dokuyorsunuz. Deponun ucundaki daha geniş masanın üzeri ise parmesan peyniri ve İspanyol jambonu dağlarıyla dolu… Bir yandan şarap ve peynirlerle damaklarınızı okşarken, bir yandan da keman ve gitar çalan müzisyenlerin tınılarıyla ruhlarınızı okşuyorsunuz.
Etkinliğin adı, "Şarap Safarisi"… Yüzlerce çeşit şarabı ithal eden firmanın tadımında beğenilenlerden bir liste yapılıyor, indirimli olarak ödemesi gerçekleşiyor ve dilenirse eve gönderilirken, dilenirse oracıkta koliyle alınıyor. Herkes şarabını alıp götürmek istediğinden birinci seçenek pek kullanılmıyor, dönüşte onlarca koli şarabı yüklenen otobüsün adeta gövdesi yere değiyor…
Bu sahne, ülkemizin en büyük şarap ithalatçısı Adco’nun damak tadı tutkunlarının hayatlarına renk kattığı yüzlerce etkinliğinden sadece biri. Bu sütunda hatırlanmasının nedeni de, firmanın 30 yaşına girmiş olması…
Her şey yenilen bir ıstakoz kazığı ile başladı
Adco’nun kuruluş öyküsü de hayli ilginç. Asıl mesleği mimarlık olan Amerikalı Randolph Mays ve işkadını eşi Figen Mays, 80’lerin sonlarında o zamanın en ünlü balık lokantalarından Sarıyer’deki Urcan’da yemek yiyorlar. Randolph Türkiye’deki ıstakoz fiyatlarını Amerika’daki gibi sandığından balık mostrasında gördüğü azmanı ısmarlamakta tereddüt etmiyor. Ancak hesap geldiğinde, o günlerin bir motosiklet fiyatı yazıldığını görünce adeta şok geçiriyor. Genç çift ilk şoku atlattıktan sonra "Yahu bunlar Amerika’da karides fiyatına! İthal etsek kim bilir ne büyük bir boşluğu doldururuz…" diyerek gıda işine giriyorlar. Amerikan ıstakozuyla başlayan serüven, balzamik sirkelerden grappa’lara, kaliteli şaraplardan Fransız ve İtalyan peynirlerine uzanıyor.
Adco'nun kurucuları Randolph ve Figen Mays 30 yıldır şarap peşindeler...
30 yılın sonunda binlerce metrekarelik depoları ve trilyonluk stoklarıyla devasa bir kuruluş haline gelen Adco, çoğu üst kalite liginde 1200’e yakın dünya şarabını ithal ederek belki de bir dünya rekorunu kırıyor. İşin ilginci şirketin bu denli büyümesi Mays çiftinin "burunlarını büyütmüyor", hâlâ bir restoranın bir şişe şeri sirkesi ihtiyacı için gece yarısı depo açtıracak kadar amatör ruhlarını koruyorlar...
Karı-koca Mays’ler, yıllarının yarısını dünyayı dolaşıp lezzet avcılığıyla geçiriyorlar. Kalan vakitlerinde de beğenip getirtmeye çalıştıkları ürünlerin gümrüklerdeki bezdiren bürokrasileriyle boğuşuyor, bu kadar ürünü pazarlamaya ve kültürünü Türkiye’ye tanıtmaya çabalamayı da ihmal etmiyorlar.
Gastronomi dünyasının emekçilerini eğitmek için Adcommunity adında bir sektörel dergi çıkarıyor, her yıl dev birer ürün kataloğu yayımlıyorlar. Adco’nun son yıllarda yaptığı önemli bir etkinlik de, Boğaz’daki Four Seasons Oteli’nde düzenledikleri "Grand Tasting"ler. Burada otel ve restoran yöneticileri ile çok tutkulu şarapseverler buluşuyor, dünya şaraplarından yeni rekolteleri tadıyor, özel konferanslarda da İtalya’dan, Fransa’dan, Kaliforniya’dan gelen üreticilerden özelliklerini dinliyor. Portföylerine eklenen butik armanyak ve Calvados’lar, Asya viskileri ve yöresel likörler de Türkiye’deki içki kültürünü zenginleştiriyor, bar ortamlarına çeşitlilik katıyor.
Mays çifti dünyanın en saygın şarap üreticilerini Türkiye'de ağırlıyor, şarapseverlerle buluşturuyor
Adco'cular 30. yıl kutlamalarını latin dansçılarıyla renklendirdi...
En kibirli üreticileri bile yumuşatıyorlar
"Ne var ki tüm bunlarda? Parasını bastıran her konuda dünyanın en iyi mallarını getirir. Ticaret yapanın tüketicisini eğitmesi de zaten olağan bir şey…" denilebilir. Oysa Adco’cuların bu 30 yılını onların omuz başında yaşamış biri olarak söyleyeceğim; "Kazın ayağı öyle değil"… Zira Türkiye kapkaççı bazı ithalatçılar yüzünden uluslararası içki dünyasında kara olmasa bile gri listede. Defalarca Türkiye’ye ürün gönderip parasını tahsil edemeyen firmaların kötü tecrübeleri yüzünden, dünyanın saygın şarap ve içkileri kendi ofislerini kurmadıkları sürece ihracat yapmakta nazlanıyor. İkinci bir handikap da, "Siz ülke olarak daha işin başındasınız… Biz en iyi ürünlerimizi onların hakkını verecek olgun ve zengin pazarlara veriyoruz. Siz şimdi üçüncü kalite ile başlayın, bunların satışıyla kendinizi ispatlayın, sonra da ikinci kaliteye geçersiniz. En iyileri size satmamız için daha birkaç fırın ekmek yemeniz gerek" yaklaşımı…
Mays çifti, gerek yarattıkları sempati, gerek bire bir ilişkileri, gerekse Türkiye’de düzenledikleri iddialı etkinliklerle yabancı şarap üreticilerinin bu katılıklarını yumuşatıyor, Paris’in, Londra’nın, New York’un 3 Michelin yıldızlı restoranlarında sunulan şarapların Türkiye’ye gelmelerini sağlıyor. Bundan kazançlı çıkanlar sadece yabancı şarap içebilecek yüksek gelirli meraklılar değil. 5 yıldızlı oteller adlarına lâyık ürünleri bulundurabiliyor, dünyanın saygın şarap ve içkilerini sunuyor olmak turizmin çıtasını yükseltiyor. İddialı şarapların yanıbaşlarına kadar gelmesi yerli şarap üreticilerini de rekabetiyle kamçılıyor, bu sayede kalite yükseliyor.
1990’ların sonlarında şarap ithalatı serbest bırakıldığında, ilk gelen ürünlerden bazıları Moldavya’nın sirkeleşmiş şaraplarıydı. İthalatçısıyla tanıştığımızda, "Beyim ben şaraptan anlamam, esasen inşaatçıyım. Yaptığımız binaların parasını alamadık, alacağımızı kurtarmak için verdikleri birkaç kamyon şaraba razı olduk. Anlayacağın bu iş başımıza kaldı" demişti. Sosyetik bir ailenin kurnaz çocukları da İtalya’daki şarap fuarlarına gidiyor, en ucuz ama en havalı etiketli şarapları seçiyor, on kat kâr marjıyla Nişantaşı’nda açtıkları lüks şarap barında satıyordu. Bu gibiler zamanla elendi, raflarda ve kavlarda belirli bir kalite çıtasının altında şaraplar gözükmez oldu. Bunu da büyük ölçüde Mays çiftinin otuz yıl boyunca iğneyle kuyu kazarcasına gösterdikleri çabalar sağladı.
Öyleyse; nice yıllara Adco…